İsmail AKSOY
Rumeli’de açan çiçeklerden Hasan Hocaefendi
Gümülcine’de umumi ders günü… İhlâs dersi yapmaya karar veriyoruz. Çok ihlâslı, samîmî, vefakâr, ehl-i hizmet kardeşlerimizle birlikte yatsı namazını kılıp derse başlıyoruz.
Yanımızda oturan, sessizce dinleyen son şahitlerden birisi var. Müezzin Hasan Hocaefendi…
Hemen bir röportaj gerçekleştirmek istiyoruz.
Kamerayı Muharrem kardeşin eline tutuşturuyor, Besmele, Hamdele ve Salavattan sonra başlıyoruz sormaya:
Hasan Hocam, kısaca kendinizi bize tanıtır mısınız?
Gümülcine’nin kuzeyinde yer alan Ayazma köyünde dünyaya geldim. İlkokulu 4. Sınıfa kadar köyde okuduktan sonra, 1940-44’lerde Almanlar’ın işgaliyle çok sıkıntılar çektik. Bir ara İlkokul tahsilime ara verdim, sonra Gümülcine’ye geldik, orada evimiz vardı. 5 ve 6. Sınıfları burada bitirdim. Müftülük ve halkın desteğiyle açılan “Mekteb-i Hayriye” ye yazıldım. Bir nevi İmam-Hatip gibiydi…
Hatırladığınız hocalarınızdan kim vardı?
Memleketimizin meşhur hocalarından, hocaların hocası Yusuf Efendi vardı. Kendisi de mektebin fahri müdürüydü. Yine ehl-i tarik bir zat olan Kadir Efendi vardı.
Hangi dersler okutuluyordu?
Mutad derslerin yanı sıra Kur’ân-ı Kerim, Arapça, Fıkıh, Tefsir, Kelam, Hadis, Siyer ve Osmanlıca gibi dersler de okutuluyordu. Haftada bir ders de Yunanca veriliyordu. Üç yıllık bir tahsilden sonra diploma aldık. O yıllarda Türkiye’de iktidar değişikliği oldu, İmam-Hatipler açıldı. Rahmetli babam, beni İmam-Hatip okuluna yazdırmak gayesiyle İstanbul’a gönderdi. Kendisi sınıra kadar getirip geri döndü. Ben müracaat ettim. Okul müdürü evraklarımın Ankara’ya götürülüp tasdik edilmesi (denklik) gerektiğini söyledi. Benim de o şartlarda gitme imkânım olmadığından, Yavuz Sultan Camiinde Saray Hafızlarından Hafız İsmail Enderûnî’nin kursuna kaydımı yaptırdık. Orada Kur’ân dersleri, bir arkadaşımla beraber de Fatih Camiinde Arapça ve Din dersleri almaya başladık.
Son şahitlerden olma keyfiyetini ve Üstad Bediüzzaman Hazretlerini nasıl gördüğünüzü anlatır mısınız?
Biz Yavuz Sultan Selim Camii’nin hücrelerinde talebe arkadaşlarımızla kalırken, bir tarafta Fener Patrikhanesi, biraz ötesinde kuş cenneti vardı. Arkadaşlarla avluda dururken, arkadaşlardan birisi dedi ki, bakın bakın, işte şu karşıdan gelen Bediüzzaman’dır. Çarşamba tarafından, yanında talebeleri olduğu halde yanımızdan geçti, avluda yüksekçe bir yer vardı, oradan atlayarak Fatih Camii tarafına doğru yürüdü. Üzerindeki siyah cüppesini ve beyaz sarığını bu günkü gibi hatırlıyorum. Hep gözümün önünde canlı ve taze duruyor.
Bu ilk görmeniz oldu?
Evet, İlk defa görmemiz böyle oldu.
O anda hiç konuşma imkânınız oldu mu?
Hayır, selamla birlikte bakıp geçti.
O’NUN İLMİ VEHBÎDİR
İkinci defa nerede ve nasıl gördünüz?
Biz arkadaşlarla zaman zaman Fatih Camii’ne gidiyorduk. Aradan bir müddet geçti. Yine bir defasında gidiyorduk. Orada bizim bir hocamız vardı, Gümülcine’li Mustafa Efendi. Ders-i âmlardandı, kendisine o çevrede ayaklı kütüphane denirdi. Etrafında halkalanmış ders yapıyoruz. O da anlatıyordu. Üstad oradaymış, bize gösterdi ve dedi ki, bu zatı görüyor musunuz, O’nun ilmi bizimki gibi kesbî değil, vehbîdir.
Bu da ikici görüşünüz?
Evet…
Sonrakiler?
KUŞLARIN YEMİ İÇİN PARA VERMİŞ
Biz arkadaşla Fatih Camii’nden Yavuz Selim Camiine dönüyoruz. Kuş cenneti denilen yerde bir kapı var, oradan geçmemiz lazım. Üstad kuş cennetini gezmiş, tam oradan çıkıyormuş… Arkadaşım eline sarıldı, arkasından ben hemen sarıldım, o elini çekti. Kuşların bakıcısının ifadelerine göre Üstad, kesesinden para çıkarıp bakıcıya vermiş ve demiş ki: Sadece kuşların yemine vereceksin, onlara harcayacaksın bu parayı… Orada Üstadla birlikte gezen bir arkadaşımız bunu bize anlattı.
Bu da üçüncü görüşünüz oldu, öyle mi?
Evet, öyle oldu.
Daha sonra?
Fatih Camiinde hafızlık merasimleri oluyordu. İstanbul’daki meşhur alimler, hocalar bu merasimde bulunurlardı. Biz de arkadaşlarla birlikte Fatih Camiine gittik. Düşündük ki, müezzin mahfilinden daha iyi görürüz diyerek yukarı çıkmaya çalıştık, fakat önden giden arkadaş geri döndü, dedi ki, Bediüzzaman yukarda oturuyor. Ben çıktım baktım ki, oturmuş hafızları dinliyor, rahatsız etmedim, ben de aşağıya indim. Sonra dendi ki Gönenli Mehmed Efendi Üstad’ı dâvet etmiş. O zat, çevreden, Anadolu’dan topladığı talebelerin iâşe ve ibâtelerini temin eden Kur’ân ehli bir zattı.
Son bir kez de, bizim arkadaşlar anlattı. Üstad Yavuz Sultan Selim’in türbesini ziyaret için gelmiş, öğle namazını da bizim okuduğumuz Camide kılmış, bizim bir arkadaşımız vekâleten görevliymiş o anda, onun arkasında namaz kılmış ve namazdan sonra da onlara nasihat etmiş.
Malumunuz Üstad Hazretleri’nin İttihad-ı İslâm konusunda selefleri var. Birisi de Yavuz Sultan Selim. “Sultan Selim’e biat etmişim” diyor…
Buyurun, başka hatıralarınız vardır mutlaka?
Bizim bir arkadaşımız vardı. Beyazıt’da Kâtip Sinan Camiinde imamdı. Bekâr olduğu için ben de onunla kalıyordum. O zamanlar kitapların muhafazası çok önemliydi. Dolaplar vardı camide, açtım baktım Risaleler… Osmanlıca... Ben de Osmanlıca okuyordum zaten. Elime aldım ki Asâ-yı Musa, bir de Zühre, orada saklarlarmış meğer. O zamanlar Üstad’ın talebelerinden Ahmet Aytimur abi oraya gelir giderdi. Kitapları da o getirir, götürürmüş. Kendisiyle orada tanıştım.
Abdülmuhsin abi bu tarafa gelmek istiyordu. Gelmeden önce bizim arkadaşı Üstada götürmüş ziyaret için. Üstad o arkadaşa öyle bir sarılıyor ki, sanki kemiklerim kırılacaktı diyor. Risaleleri camide muhafaza ettiği için Üstad O’na iltifat ediyor. Ve talebeliğe kabul ediyor. O güne kadar başında fötür şapka taşıyan arkadaşım ondan kurtuluyor.
Daha sonra Abdulmuhsin abi, buraya (Gümülcine) geliyor, buradan Almanya’ya geçiyor. Orada Müslüman olan bir hanımla evleniyor, o hanımı da alıp bizim köye (Ayazma) gelip burada hizmetlerin organizesini yapıyor. İki yaz üst üste buraya geldi. Muhafazakârların çıkardığı “Sebat” diye bir gazete vardı. Abdulmuhsin abi buraya geldiğinde Risalelerden parçalar yayınlıyordu o gazetede Osmanlıca olarak…
BAĞDAT’DA OKUDUM
Daha sonra bir hocamızın tavassutu ile Bağdat’da okumak üzere yola koyulduk. Bağdat meselesi çok uzun sürer, şunu ifade etmem lazım ki, Üstad’ın Bağdat’a hizmet için gönderdiği Malatyalı Ahmed Ramazan isminde bir talabesiyle tevafuken buluştuk. Tarihçe’de ismi geçen Bağdat Evkaf Dairesi müdürü İsa Abdülkadir vardı. Risaleleri Osmanlıcadan Arapça’ya çevirip Ahmed Ramazan’la birlikte gazetelerde yayınlıyorlardı. Emced Zehâvî, Abdulkadîr Hatîb ve Fuad Alûsî adında allamelerden dostları vardı Ahmed Ramazan abinin. Emced Zehâvî, nerede bir İslâmî toplantı olsa oraya katılıyor. Reîsü’l ulemâ ünvanına sahip bir zat. İstanbul Dâru’l Funûn mezunu. Dâru’l Kudat bölümünden.
Siz Bağdat’da nerede okudunuz?
Önce İmam-Hatip ayarında liseyi bitirdim. Daha sonra Evkaf Dairesine bağlı olan ve İmam A’zam’ın Camisine bitişik olan “Külliyetü’ş-Şerî’a” fakültesini tamamladım. Ve Türkiye’ye 1961 yılında dönmüş olduk. Ankara’da Hüseyin Atay’ın evinde misafir kaldık.
Daha sonra Gümülcine’ye mi döndünüz?
Evet, buraya döndüm. Müftü benim önceden Kur’ân hocamdı. Medreseye beni müderris olarak tayin etti. Orada 40 yıl hizmet ettik. Din dersleri ve Arapça dersleri okuttuk. Ve oradan da emekli olduk.
Üstad’ın ve Nurların hayatınızdaki önemine dair bir anekdot anlatabilir misiniz?
Üstad Hazretlerinin vafatından sonra, bir ailevî sıkıntı yaşadım. Sürekli Cevşen okuyup dua ediyordum. Üstad rüyama girdi, eline sarıldım öptüm, bir daha öptüm. O sıkıntıdan tamamen kurtuldum elhamdülillah…
Peki, gençlere ve kardeşlerimize ne tavsiye edersiniz?
İhlâs ile hizmete devam... Başka ne tavsiye edebilirim ki…
Bir de bu fakire hususi dua… Teşekkür ediyor, hizmetlerinizin makbul, ömrünüzün bereketli olmasını Cenâb-ı Hak’dan niyaz ediyoruz.
NOT: Hasan abimizin o gece Âlem-i İslâm Mescid-i kebirinde İslâm cemaatini görmesi ve bu rüyasını bizimle paylaşması da ayrıca şevke medar oldu elhamdülillah…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.