Sadeleştirme cemaat şuurunu yok eder

Sadeleştirme cemaat şuurunu yok eder

Kırkkılıç, Risale-i Nur’un sadeleştirilmesindeki sakıncaları dil bilimi açsından tek tek belgeledi

Risale Haber-Haber Merkezi

 

Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Türkçe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Kırkkılıç, Risale-i Nur’un sadeleştirilmesindeki sakıncaları dil bilimi açsından tek tek belgeledi.

 

Prof. Dr. Ahmet Kırkkılıç’ın makalesi şöyle:

 

Risale-i Nurlar’ın sadeleştirilmesi doğru mu?

 

Millî hafızasını geçmişin kültürüyle birleştiren milletler her türlü felaketin üstesinden gelmesini bilir. Böyle milletler geçmişi gelecekle bağdaştırmış, kültürel mirası geleceğe taşımıştır. Mimari, musiki, hat vb.nin yanı sıra sözlü ve yazılı edebî ürünlerimiz kültürümüzün yapı taşlarıdır. Bunların önemsenmemesi, yozlaştırılması milletin kimliğini kaybetmesine sebep olur. İlk yazılı ürünlerimizden Göktürk Kitabeleri’nde milletimizin geçmişi çabuk unuttuğu, başka milletlerin söz ve davranışlarına çabuk aldandığı, kağanın, beylerin, milletin bilgili ve cesur olmaması, beylerle milletin arasında ahenk olmaması, milletin diğer Türk kavimleriyle sürekli çekişip mücadele etmesi gibi olumsuzluklar üzerinde durulmaktadır. Eğer bunlar zihinlere iyice yer etmiş olsaydı yakın geçmişteki sıkıntılarımız belki de hiç yaşanmamış olacaktı.

 

Sonraki yüzyıllarda milletimizin yerleşik hayata geçmesiyle birlikte estetik duyum algımızda da büyük gelişmeler meydana geldi. Bunda, elbetteki edebiyatın rolü büyüktür. Türklerin İslamiyet’e girmesiyle 11. yüzyıldaki kültür değişimi edebiyatımıza yeni bir çehre kazandırdı. Arapça ve Farsçadan gelen kelimelerle Osmanlı Türkçesi dediğimiz yeni bir ifade gücüne erişildi. Orhun Kitabeleri millî bilince nasıl hizmet ettiyse, İslamiyet’i kabulümüzden sonraki dönemde ortaya çıkan divan edebiyatı ve diğer klasik metinler aynı amaca hizmet etmiştir. Divan edebiyatı sayesinde dilimiz bir imparatorluk dili hâline geldi. Divan edebiyatında sözün anlam boyutuna önem verildiği gibi şekil boyutuna da dikkat çekilmiştir. Divan şairleri aruz veznini kullanarak gazel, kaside ve mesnevi gibi değişik nazım şekilleri kullanarak duygularını dile getirmiştir.

 

Sir James W. Redhouse’un (1811-1892) hazırladığı 47.000 kelimelik ilk baskısı1860’ta, sonraki 90.000 kelimelik baskısı 1890’da yapılan Turkish and English Lexicon [Shewing and English Lexicion (Osmanlıca İngilizce Lugat, Türkçe Terimlerin Anlamı İngilizce Karşılığı) (Kitab-ı Meani-i Lehçe li-James Redhouse el-İngilizi (1890)] (1) hâlâ Türkçenin en kapsamlı sözlüğü olma özelliğini korumaktadır. 1945 basımlı Türkçe Sözlük’teki söz varlığı 15.000, 1955’tekinde 35.000, 8. baskı olan 1988’dekinde 44.000, (2) 9. baskı olan 1998’dekinde 60.000 madde başı, (3) 2244 sayfalık 10. basım Türkçe Sözlük’te ise 63.818 madde başı bulunmaktadır. (4) 11. basım Türkçe Sözlük'te ise madde başı ve madde içi toplam 92.292;  söz, terim, deyim, ek ve anlamdan oluşan 122.423 (Bir önceki basımda bu sayı 104.481’dir.) söz varlığına ulaşıldığı görülmektedir. 17. baskısı 2000 yılında yapılan 1195 sayfalık Ferit Devellioğlu Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat’inde ise 60 kelime bulunmaktadır. (5)  Dilimizdeki söz varlığının durumu hakkında fikir vermek üzere bir Osmanlı Türkçesi sözlüğü ile Türkçe Sözlük’ün son baskısını mukayese etmek yeterlidir. Bunun için “k” ve “m” harflerini örnekleyelim:

 

 

Devellioğlu Lügati’nde harfin hangi sayfalar arasında yer aldığı

Sayfa

Sayısı

Kapladığı

Alan %’si

Türkçe  Sözlük’te harfin hangi sayfalar arasında yer aldığı

Sayfa

Sayısı

Kapladığı

Alan %’si

Sözlükte “k” harfinin yer aldığı sayfalar

475-538

63

5,27

1017-1289

272

12,12

Sözlükte “m” harfinin yer aldığı sayfalar

556-792

236

19,75

1319-1447

128

5,7

 

ARAPÇA VE FARSÇA ASILLI KELİMELERİ ATMA SONUCUNDA DİLİMİZ FAKİRLEŞTİRİLDİ

 

Devellioğlu Lügati’nde “k” harfi 63 sayfa (475-538. sayfalar arası), “m” harfi 236 sayfa (556-792. sayfalar arası); 2005 basımı TDK Türkçe Sözlük’ünde “k” harfi 272 sayfa (1017-1282. sayfalar arası), “m” harfi 128 sayfa (1319-1447. sayfalar arası) olarak yer almaktadır. Buna göre “k” harfi sözlüğün Devellioğlu Lügati’nde % 5,27’sini,  Türkçe Sözlük’te 12,12’sini; “m” harfi ise Devellioğlu Lügati’nde sözlüğün % 19,75’ini, Türkçe Sözlük’te 12,12’sini oluşturmaktadır. Yani Devellioğlu Lügati’nde Türkçe Sözlük’e göre “m” harfi 14,05 nispetinde daha fazla, “k” harfi ise % 6,85 nispetinde daha azdır. Bundan hareketle “k” ve ”m” harflerinin iki sözlükte % 20,9 farklı olduğunu yani Osmanlı Türkçesi’nde yer alan pek çok kelimenin Türkçe Sözlük’te yer almadığı, buna mukabil yeni sözlüklere pek çok yeni kelimenin girdiği sonucuna varılır. Bu sonuç, son yüz yıl içinde dilimizde ne büyük bir değişim meydana geldiğinin delilidir.

 

Özellikle Türkçeyi özleştirme hesabına dilimizdeki Arapça ve Farsça asıllı kelimeleri atma sonucunda dilimiz gerçekten fakirleştirildi. Sonradan gösterilen çabalar ise dilimizin yüz yıl önceki kelime seviyesine kavuşmasını bile sağlayamadı. İster istemez Orwell (1903-1950)’ın Bin dokuz yüz seksen dört adlı romanında (Orwell, 1960) teklif edilen, her yıl daha az sayıda kelime ihtiva eden bir sözlük bastırmak yoluyla insanların zihnindeki kelimelerin azalmasını sağlamak ve onların düşünme alanını daraltmak, böylece farklı görüşlerin ortaya çıkmasının engellenmesi şeklindeki düşüncesinin bir benzeri uygulanan dil politikalarımızda yaşandı. Bu düşünceye, metinleri sadeleştirme yoluyla edebiyatçılarımız, okul kitabı yazarlarımız da bilerek veya bilmeyerek hizmet ettiler.

 

Yapılandırmacı öğrenme yaklaşımıyla öğrenciler liselerde divan edebiyatı metinleri ile tanıştırılmaya çalışılmış, ilköğretim ikinci kademede ise divan edebiyatı metinleri müfredata bile alınmamıştır. Sebep olarak da divan edebiyatı ürünlerinin dilinin ağır olduğu ve ilköğretim ikinci kademe öğrencilerinin bu metinleri anlayamayacağı gösterilmiştir. Oysa yapılandırmacı yaklaşımın eğitime sunmuş olduğu modern öğretim imkânlarını kullanarak; klasik edebiyat ürünlerin -en azından- ilköğretim ikinci kademe öğrencilerine tanıtılması ve sonrasında onlara öğretilmesine yönelik yapılan çalışmaların kısır kalmaması sağlanabilirdi. Bu amaçla Adıyaman ve Gazi Üniversitelerinde düzenlenen sempozyumlarda tarafımızdan sunBu sayede bir asır öncesinde kullanılan kelimeler ve düşünce yapısı, öğrencilere benimsetilmiş olacaktır.

 

RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI’NIN ORİJİNAL DİL VE ÜSLUBUNDA CANLI YAŞAMAKTADIR

 

Okul kitaplarına bakıldığında eski metinlerin sadeleştirilmiş şekillerinin öğrenciye sunulduğu görülmektedir. Böylece öğrenciler aynı kelimeleri kullanmaya, aynı tarzda düşünmeye sevk edilmektedirler. Kitapları hazırlayanlar ise kendilerini çok zeki, öğrencileri aptal olarak görmektedir. Hâlbuki kitap hazırlayıcıları eski metinleri nasıl anlayabilmişse, günümüz öğrencileri de bu metinleri pekâlâ anlayabilecek kapasitededir. Bu düşüncemiz, Risale-i Nur Külliyatı’nın orijinal dil ve üslubunda canlı olarak yaşamaktadır. İlköğretimden profesörlük seviyesine kadar yüz binlerce insan Külliyat’ı okuyup anlayabileceğini göstermişken kendilerini zeki, muhataplarını aptal sayan bazı girişkenler hakları olmadığı hâlde Risale-i Nurları sadeleştirme gayretkeşliğine düşmüştürler. Ele alınan meselenin kâr, zarar hanelerine iyi dikkat etmek gerekir. Gerçekleştirilen eylem kendi egomuzu tatminden başka kimlerin davasına hizmet edecektir?

 

Risale-i Nurlar genellik toplu hâlde okunmakta veya dinlenmektedir. Anlama ve anlatma tekniklerinin dört temel ayağı vardır. Bunlar dinleme, okuma, konuşma ve yazmadır. Bu dört becerinin en çok ihmal edileni dinlemedir. Hakikat şu ki topluluk içerisinde okunan Risale-i Nurlar dinleme becerisini geliştirmektedir. Bazen kitaplar topluluğa dağıtılmakta herkes sırayla sesli olarak okumakta, bu sırada diğerleri ellerindeki kitaplardan metni takip etmektedir. Yaklaşık bir saat kadar süren bu eylemden sonra bir kişinin okuduğu metin, yetkin biri tarafından topluluğa açıklama yapılmaktadır. Bazı yerlerde ise okumalar  mütalaalı olarak gerçekleştirilmektedir. Yani herkes okunan metinden anladığını söylemekte, dolayısıyla düşüncesini tartışmaya açmaktadır. Bu da hemen her seviyeden insanın Risale-i Nur metinlerinden bir şey anladığını göstermektedir. Zaman zaman yapılan farklı yorumlar insanları tefekküre sevk etmektedir. Bir saatlik tefekkürün bir yıl / 60 yıl / 70 yıllık nafile ibadetten hayırlı olduğu, kahır ekseriyetin bu tefekkürü tek başına gerçekleştiremeyeceği malumdur. Böylesi eylemler insanların düşünme ve yorumlama kabiliyetleri gelişmektedir. Ayrıca farz namazların cemaatle kılınması gereği genellikle müekket bir sünnet olarak kabul edilmektedir. Burada maksadın ne olduğu sorgulanmalıdır. Cami, cemaat kelimeleri cem’ mastarından gelmektedir.  Konunun sünnet boyutu bir tarafa bırakılırsa istenen şeyin Müslümanların bir araya gelmesi olduğu açıktır.

 

RİSALE-İ NUR’DA SADELEŞTİRME CEMAAT ŞUURUNU YOK EDECEKTİR

 

Tartışılan konulardan biri Risale-i Nurların sadeleştirilmesi hadisesidir. Oysa sadeleştirilmiş Risale-i Nur metinleri, birlikte okumayı, beraberce düşünmeyi ortadan kaldıracak, kısaca cemaat şuurunu yok edecektir. İster istemez şairin “Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.” mısraı hatıra gelmektedir.

Risale-i Nurlarda kullanılan dilin servet-i fünun ve fecr-i ati dilinden daha anlaşılır olduğunu söyleyebiliriz. Bir farkla ki Risale-i Nurlar dinî kitaplar olduğu için bunların içinde pek çok dinî terim ve tabir vardır. Problem, bu terim ve tabirlerin bilinmemesinden ve dilimizde son yüz yılda yaşanan değişimden kaynaklanmaktadır. Yüz yıl önceki dil kısmen de korunabilseydi gençlerimiz yüz, iki yüz kelime ile konuşuyorlar diye yakınılmazdı. Aynı ve sınırlı kelimelerle yazılan kitaplar kelime hazinesinin genişlemesini engellemekte hatta daralmasına yol açmaktadır. Risale-i Nurlarla bu boşluğu dolduran bir akım vücuda gelmişken sadeleştirme hastalığının bunlara bulaştırılması vahim ve önemli bir hadisedir.

 

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin üslubu incelendiğinde her bir cümlenin birkaç satır, hatta paragraf ölçeğinde olduğu görülür. Bazen bu uzunluk neredeyse sayfa boyutuna ulaşır. Ömer Seyfettin’le birlikte kısa cümleler revaç kazandı. Oysa kısa cümle insanı düşünmeden uzaklaştırır. Uzun cümlelerde ise cümlenin başı ile sonu arasındaki irtibatı kaçırmamak gerekir. Hele hele uzun cümlelerden kurulu felsefi ve hikemi metinler insanın mantık yürütme yeteneğini geliştirir. Risale-i Nurlarda yer alan pek çok uzun cümle bu amacı da yerine getirmektedir. Sadeleştirme sırasında bu cümle yapılarına da dokunulmak zorunda kalınacak yani insanımızın düşünme yeteneğine de ked vurulmuş olacaktır.

 

RİSALE-İ NUR MÜTALAALARI “İHVAN/KARDEŞLİK” KÜLTÜRÜ OLUŞMAKTADIR

 

Risale-i Nur kültüründe programlı okumalar yer almaktadır. Pek çok kimse günde yarım saat veya 5-30 sayfa kadar Risale-i Nur okumaktadır. Bunun dışında evlerde veya yurtlarda kalan öğrenciler sabah ve akşam vakitlerinde yarım saatle bir saat arasında Risale-i Nur okumaktadır. Bu okumalarda herkes bir sayfa kadar sesli okuma yaparken diğerleri ellerindeki kitaplardan okunan metni takip etmektedirler. Ayrıca dönem sonlarında bir kısım öğrenciler 5-20 gün kadar farklı şehirlerde düzenlenen Risale-i Nur okuma programlarına katılmaktadırlar. Bu programlarda her bir öğrenci yüzlerce hatta binlerce sayfa kitap okumaktadır. Ayrıca bazı akşamları okunan metinler bir saat kadar mütalaa edilmektedir. Risale-i Nurların sadeleştirilmesi hâlinde bütün bu programların iptali söz konusu olacak, insanların beraberce gerçekleştirdikleri okuma eylemlerindeki otokontrol ortadan kaldırılacaktır. Toplu Risale-i Nur okuma ve mütalaalarında ırkı ve milliyeti ne olursa olsun insanlar yan yana ve kardeşlik ortamı içinde bulunmakta ve bir “ihvan/kardeşlik” kültürü oluşmaktadır. Sadeleştirilmiş metinler bir arada bulunmayı ortadan kaldıracağı için kardeşlik ortamının oluşmasını da engelleyici bir durum oluşturacak hatta daha ileri bir söylemle memleketimizin bazı yöre veya kesimlerinde teessüs etmiş olan birlik beraberlik ortamını dinamitleyecektir, diye bir düşünce de ileri sürülebilir. (6)

 

Eskiden beraberce Mevlit (Vesiletü’n-necat), Muhammediye, Ahmediye, Envarü’l-âşıkin, Kara Davut, Mesnevi gibi kitapları okunurdu. Bugün ise bunların yerini Risale-i Nurlar almıştır denilebilir. Günümüzde hemen hemen hiçbir kitap veya külliyat beraberce okunmamakta ve hiçbir şahsiyet için uluslararası boyutta sempozyum düzenlenmemektedir. Birkaçı yurt dışında olmak üzere Risale-i Nurlar için iki yılda bir olmak üzere bugüne kadar on adet uluslararası sempozyum düzenlenmiştir. Risale-i Nurları sadeleştirme sevdası bu önemli aksiyonları da engelleyici bir hareket olacaktır.

 

TÜRKÇE OLİMPİYATLARI VE RİSALE-İ NUR

 

Bu aksiyonun önemli bir uzantısı da bu yıl onuncusu düzenlenecek olan Türkçe olimpiyatlarıdır. 130’dan fazla ülkenin katılımıyla gerçekleştirilen bu organizasyonda hedef 180 ülkeden fazlasının katılımını sağlamaktır. Bu yönüyle olimpiyatlar Birleşmiş Milletlerden sonra pek çok milletin bir arada bulunduğu harika bir organizasyondur. Ülkelerinde yüzlerce, bazı yerlerde binlerce kişi arasından seçilen öğrenciler öğretmenleriyle birlikte ülkemizdeki bu etkinliğe katılmaktadır. Olimpiyat yayınları pek çok ülke tarafından canlı olarak yayınlanmakta, kendi öğrencilerinin aldığı dereceler basın yayın organlarında manşetlere taşınmaktadır. Risale-i Nur kültürüyle yetişmiş vatanına, milletine ve dinine bağlı öğretmenler dış ülkelerde öğrencilerini bu organizasyon için hazırlıyor, yüzlerce kişi arasından eleme sonucu organizasyona katılacak öğrencileri belirliyor ve onlarla birlikte Olimpiyatlarda yarışmalara giriyorlar. Öğrenciler kompozisyon, şiir, müzik, resim dallarında yarışıyor, memleketleriyle ilgili stantlar açıyor, ülkelerini tanıtıyor, ülkemizi tanıyorlar. 23 Nisan Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramlarında dış ülkelerden gelen çocukları ağırlamamız en alt seviyeden en üst seviyeye kadar hepimizi nasıl gururlandırıyorsa Türkçe Olimpiyatları faaliyetleri de nispette gururlandırmalıdır.

 

Bunlarla birlikte telif haklarına da riayet edilmesi gerekir. Her ne kadar bu konuda telif hakkı fazla söz konusu olmasa da müellifin düşünceleri önemlidir. Halit Ziya Uşaklıgil (1866 - 1945), Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889 - 1974) gibi servet-i fünun döneminin önemli şahsiyetleri eserlerinin sadeleştirilmesinden veya sade dilden yana bir tavır takınmışlarsa da aynı dönemin insanı olmasına rağmen Said Nursi Hazretleri (1878 - 1960)  bu yola gitmemiştir. Belki burada düşünülecek şey eserlere müdahale edilmeksizin bilinmeyen kelimelerin ve hadislerin anlamları, ayet meallerinin dipnota konulması olabilir. Zaten piyasada bu şekilde pek çok Risale-i Nur Külliyatı baskısı da vardır.

 

Burada Risale-i Nurların başka dillere çevrilmesi dile getirilebilirse de sadeleştirme çabaları 60-100 yıl önceki Türkçenin tekrar Türkçeye çevrilmesi gibi faydasız, anlamsız, insanımızın kabiliyetini köreltici, birlik beraberliğini aksatıcı abesle iştigal edilen bir iş olacaktır.

Bütün bunların dışında Risale-i Nurun pek çok metninin sadeleştirilmesi zorun ötesinde bir iştir. Bu işi kendini ancak Bediüzzaman gibi gören bir insan yapabilir. Bir beyti açıklamak bile bazen saatler alabilirken müellifinin bile “Ben bu risaleyi iki yüz kere okudum, git oku gel.” diye önemli bir talebesini ikaz ettiği (Hekimoğlu İsmail’in konuşmasından nakil) ifadelerin sadeleştirilmesi dinî ve vicdani hassasiyetleri tedirgin eder.

 

DÖRT CÜMLEYİ EDEBÎ OLARAK GÖZDEN GEÇİRELİM

 

Konuya açıklık getirmek için Risale-i Nurun belki de en önemli eseri sayılabilecek Sözler adlı eserin Birinci Söz’ünün sonunda yer alan Ondördüncü Lem'anın İkinci Makamı’ndaki dört cümleyi edebî olarak gözden geçirelim:

Birinci sır:  “Bismillahirrahmanirrahîm”in bir cilvesini şöyle gördüm ki: Kâinat sîmasında, arz sîmasında ve insan sîmasında birbiri içinde birbirinin nümunesini gösteren üç sikke-i rububiyet var. Biri: Kâinatın heyet-i mecmuasındaki teavün, tesanüd, teanuk, tecavübden tezahür eden sikke-i kübra-i uluhiyettir ki, "Bismillah" ona bakıyor. İkincisi: Küre-i Arz sîmasında nebatat ve hayvanatın tedbir ve terbiye ve idaresindeki teşabüh, tenasüb, intizam, insicam, lütuf ve merhametten tezahür eden sikke-i kübra-i Rahmaniyettir ki, "Bismillahirrahman" ona bakıyor. Sonra insanın mahiyet-i câmiasının sîmasındaki letaif-i re'fet ve dekaik-ı şefkat ve şuaat-ı merhamet-i İlahiyeden tezahür eden sikke-i ulya-i Rahîmiyettir ki, "Bismillahirrahmanirrahîm"deki "Errahîm" ona bakıyor.

 

Yukarıdaki ibareyi cümle yapısını bozmadan günümüz Türkçesi ile ifade ettiğimizde şöyle bir anlam ortaya çıkar:

Bismillahirrahim’in (farklı) bir yönünü şöyle gördüm. Evrende, yeryüzünde ve insan yüzünde birbiri içinde birbirinin örneğini oluşturan üç terbiye mührü vardır. Biri, evrenin tamamında yardımlaşma, dayanışma, kucaklaşma, karşılıklı cevaplaşmadan ortaya çıkan en büyük ilahlık damgası ki, “Bismillah” ona bakıyor. İkincisi: Yeryüzünde bitki ve hayvanların önlem, terbiye ve idaresindeki benzerlik, uygunluk, düzen, uyum, incelik ve acımadan ortaya çıkan en büyük merhamet damgasıdır ki “Bismillahirrahman” ona bakıyor. Sonra insanın pek çok vasfa sahip olan özelliğine ait yüzündeki acıma inceliği, şefkat inceliği ve ilahî acıma ışıtılarından ortaya çıkan en büyük merhamet damgasıdır ki "Bismillahirrahmanirrahîm"deki "Errahîm" ona bakıyor.

 

Yukarıdaki çeviride ortaya çıkan problemler:

ki”li cümle yapıları Türkçeye aykırıdır. Bunlara müdahale ettiğimizde âdeta işin içinden çıkılmaz bir durum meydana geliyor. “ki”li ilk ifade olan “gördüm ki” sözünü alıntının en sonuna almamız gerekir. Bu durumda anlamakta zorlandığımız kavramlarla dolu sözlerin sonunda ne olacak, cümleler nasıl bir yüklemle bitecek diye bir soru ortaya çıkar. Uzun sayılabilecek bir söylemin bitiminde gelen “gördüm” sözü, ifadenin yeniden okunmasını gerektirir. Orijinal söyleme dokunmadığımızda “gördüm ki” sözü dikkatimizi tamamen uyanık hâle getirir. İfade “Bizi şunları, şunları gördüm.” diye bir sonuca götürür. Buradaki “gördüm ki” sözü “Tanık oldum.” anlamına gelmektedir. Uyarıcı mahiyettedir. “Siz de bunlara tanık olacaksınız.” anlamı taşır.

 

Gördüm ki” sözünden sonra art arda gelen üç adet “sîmasında” sözü orijinal ifadede kulak tırmalamazken çeviride bunların üç kez kullanılması günümüzde kelime tekrarı kabul edilmektedir. Halbûki kelime nüans ihtiva eden kelime tekrarları anlamı pekiştirici mahiyettedir. Mesela Göktürk Kitabeleri’ndeki “Sabımın edgüti eşidgil, katıgdı tıngla. (Sözümü iyice işit, adamakıllı dinle.)” sözündeki edgüti ve katıgdı kelimeleri ile eşidgil ve katıgdı kelimeleri hemen hemen aynı anlamdadır. Yine aynı eserdeki “Arkış tirkiş ısar ilte neng yok (Kervan kafile gönderirsen ilde sıkıntı olmaz.).” sözünde arkış ve tirkiş kelimeleri aynı anlamdadır. İfadeler “Sözümü dinle!”, “Kervan gönderirsen ilde sıkıntı olmaz.” şeklinde söylenseydiler, son derece yalın etkisiz söylemler olurdu. Günümüzde bu tip tekrarlar anlatım bozukluğu olarak nitelendiriliyor. Tabiatıyla insanlar hem daha etkisiz hem de daha az kelime dağarcığı ile kendilerini ifade etme mahkûm ediliyorlar.

 

Orijinal metindeki “Kâinat sîmasında” sözü hem aşağıdan yukarıya doğru gözlem tarzını hem de yukarıdan aşağıya doğru bir üst bakışı ifade etmektedir. Sözün karşılığı olan “evrende” kelimesi çok zayıf kalmaktadır. “arz sîmasında”nın karşılığı “yeryüzü”, “insan sîmasında”nın karşılığı ise “insan yüzü”dür. Yazıma dikkat edildiğinde iki çevirinin birinde “yüz” kelimesi bitişik yazılırken, ikincisinde bu kelime ayrı yazılmaktadır. Yani ilkinde yüz kelimesi yan anlam, ikincisinde temel anlam konumundadır. Kısacası ilk cümlede üç kez kullanılan “sîma” kelimesinin her biri az veya çok farklı yapılar içermektedir.

 

Rububiyet” “Rabb” kelimesinden gelmektedir. Kelime terbiye eden ve sahip anlamlarını taşır. Rab, Cenab-ı Hakk’ın özel bir ismidir. Çeviri, kelimeyi aslî anlamından uzaklaştırır. “Kâinatın heyet-i mecmuası” sözü “evrenin tamamı” diye çevrilebilir. Lakin “mecmua” “cemi” kelimesinden türemedir. Yani mecmua parçaların birleşerek bütünü oluşturmasıdır. Evrenin tamamı sözünde bu parçacıkları hissetmemiz mümkün değildir. Nitekim hemen ardından gelen “teavün, tesanüd, teanuk, tecavüb” kelimeleri parçacıkların birbirine karşı olan durumunu anlatmaktadır.

 

Bu dört kelime hemen hemen aynı anlamdadır. Günümüz Türkçesinde bunlara tam olarak karşılık bulmamız pek mümkün görünmemektedir. Mesela “teanuk” “birbirinin boynuna sarılma, kucaklaşma” anlamındadır. Kâinattaki her şeyin kol kola, iç içe, yan yana, kucak kucağa olduğu anlamını vurgulamaktadır. Çoğunluğunu cansızların oluşturduğu kâinattaki unsurların birbirine karşı yardım, dayanışma, kucaklaşma ve cevaplaşmaları izaha ve yoruma muhtaç ifadelerdir. Ya cemaat içindeki tartışmalarla veya birinin anlatımıyla anlaşılabilir. Bu dört kelime kâinatın, yeryüzünün ve insan bedeninin her bir unsurunun birbirine karşı olan durumunu en iyi şekilde ifade etmektedir. Mesela makro âlemde var olan itme ve çekme kuvveti kâinatın dengesini sağlamaktadır. Burada müthiş bir dayanışma vardır ve hiçbir şey diğerinin hukukuna tecavüz etmemektedir. Her bir unsur kendisine takdir edildiği ölçüde bir güce, döngüye ve yörüngeye sahiptir. Mikro âlemde mesela bakterilerin sütü yoğurda dönüştürmesi, insana yardımdır; akyuvarların mikroplara karşı tedbiri bedenin ihtiyacı doğrultusundadır. Misaller bu manada çoğaltılabilir. Böyle bir düzen düzenleyicisiz “nâzımsız” olamaz. “Düzen” ve “düzenleyici” kelimeleri eski şekilleriyle kullanıldığında şöyle veciz bir cümle ortaya çıkar: “Nizam nâzımsız olamaz.” Bundan hareketle kâinattaki her bir “teavün, tesanüd, teanuk, tecavüb” bir Rabb-i rahim’in eseridir, sonucuna varılır.

 

Sikke-i kübra-i uluhiyet” tamlamasının karşılığı “en büyük ilahlık damgası”dır. Buradaki en büyük sözü uluhiyet sikkesinin sıfatıdır. İfadenin çevirisi yapıldığında “en büyük uluhiyet” gibi bir anlam ortaya çıkar ki bu da bize büyük uluhiyet, küçük uluhiyet, en küçük uluhiyet gibi saçma anlamları çağrıştırır. Yani bu tamlamayı net bir şekilde çevirmemiz pek doğru olmaz.

İkincisi” diye başlayan kısımdaki “tedbir ve idare” kelimeleri kısmen aynı anlama gelmekle beraber tedbirin ihtiyat ve önlem anlamları da vardır. Bunlarla ilgili olan “teşabüh, tenasüb, intizam, insicam” kelimeleri Cenab-ı Hakk’ın müdebbir, mürebbi, Rab… isimlerine; “lütuf ve merhamet” kelimeleri latif, rahim, Rahman… isimlerine bakmaktadır. Ayrıca Cenab-ı Hakk’ın her bir isminin “teşabüh, tenasüb, intizam, insicam, lütuf ve merhamet” eylemlerine bakan bir yönü vardır. Bunların izahı için cemaat mütalaası veya birinin anlatımı gereklidir. Kısa bir örnek olarak pek çok hayvanın göz yapısı, organlarının birbirine benzemesi; bitki ve hayvan şekillerinin benzerliği; her bir canlının dünyayı istila etme kabiliyeti varken belli ölçüde kalmaları verilebilir.

 

Sikke-i kübra-i Rahmaniyet” tamlaması da “en büyük merhamet damgası” anlamına gelir. Buradaki en büyük sözü Rahmaniyet sikkesinin sıfatıdır. İfadenin çevirisi yapıldığında “en büyük Rahmaniyet” gibi bir anlam ortaya çıkar ki bu da bize en büyük Rahmaniyet, küçük Rahmaniyet, en küçük Rahmaniyet gibi saçma anlamları çağrıştırır. Yani bu tamlamayı net bir şekilde çevirmemiz pek doğru olmaz. Ayrıca “Bismillahirrahmanirrahîm”de Cenab-ı Hakk’ın “rahim” ve “Rahman” isimleri birlikte geçmektedir. Aynı anlama gelen bu iki kelime birlikte kullanıldığına ve Kur’an-ı Kerim’de “Bismillahirrahmanirrahîm”in 114 kez kullanıldığına dikkat edildiğinde “rahim” ve “Rahman” isimlerinin birbirinden farklı anlamlara geldiğini görürüz. Oysa biz bu kelimeleri sadece “merhamet sahibi” diye çevirebiliriz. Müfessirlerin bildirdiğine göre “rahim” ismi daha çok ahirete bakarken, “Rahman” ismi daha çok dünyaya (Cenab-ı Hakk’ın bu dünyadaki merhameti mümin, kâfir ve her bir canlının üzerinedir.) bakmaktadır.

 

Mahiyet-i câmiasının sîmasındaki” sözü “çok vasıflı özelliğinin yüzündeki” şeklinde çevrilebilirse de bunun bizim zihnimizde oluşturabileceği bir kavram yoktur diyebiliriz. Keza “letaif-i re'fet ve dekaik-ı şefkat ve şuaat-ı merhamet-i İlahiye” ifadelerinin “acıma inceliği, şefkat inceliği ve ilahî acıma ışıtıları” şeklindeki çevirisi de anlamı sınırlamakta ve kısırlaştırmaktadır. “Letaif-i re'fet” tamlamasındaki “letaif” kelimesi “latifeler, incelikler” anlamına gelmekle beraber insanda bulunan “vicdan, âsap, his, akıl, heva, kuvve-i şehiviye, kuvve-i gadabiye, kalp, ruh, sır, sırru’s-sır, hafi, ahfa, saika, şaika, hiss-i kable’l-vuku” gibi eskilerin letaif-i aşere, havas-ı hamse-i zahire ve havas-ı hamse-i batına gibi duyuları da içermektedir. “Refet” kelimesi de “merhamet, acıma, yüce” anlamlarına gelmektedir. Bu iki kelimelik bir tamlamaya karşılık bulmakta herhâlde herkes acziyet içerisinde olacaktır.

 

Sikke-i ulya-i Rahîmiyet” tamlaması da “en büyük merhamet damgası” anlamına gelir. “Sikke-i kübra-i Rahmaniyet” tamlamasının anlamı ile örtüşüyor görünse de yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda bunlar aynı anlama gelmemektedir.

Sıralamaların diğer bir örneği de besmele de görülmektedir: Bismillah kâinata, Bismillahirrahman nebatat ve hayvanata bakarken Allah (cc.), rahim ve Rahman isimlerinden oluşan Bismillahirrahmanirrahîm insana bakmaktadır.

 

Bundan sonraki iki sayfanın yerine son iki sayfayı düşünelim.

Orijnal metnin 94 harften oluşan ilk 13 kelimesinde 9’ar adet n, s; 7’şer adet m, r; 16 adet i, 14 adet a harfi bulunmaktadır. 94 harfin 59’u 7 harften oluşmaktadır (% 63). Konuyu paragraf ölçeğinde ele aldığımızda ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır: Örnek olarak aldığımız dört cümledeki 640 harfin 278’i ünlü, 362’si ünsüzdür.  Bunların 96’sı i, 75’i a, 62’si e olmak üzere üç harf 278 ünlünün 233’ünü (% 84); 51’i n, 47’si r, 35’i t, 32’si s, 29’u m, yine 29’u k olmak üzere altı harf 362 ünsüzün 223’ünü (% 62) oluşturmaktadır. Yani 640 harfin 456’sını (%71) dokuz harf geri kalanını (17 harf), başka bir deyişle harflerin 2/3’ünü 1/3’ü, 1/3’ünü de 2/3’ü oluşturmaktadır (ğ, j, p harfleri kullanılmamış). Vermiş olduğumuz istatistiki bilgi üstat Bediüzzaman Said Nursi’nin sesleri kullanmada ne kadar mahir olduğunu göstermektedir.

 

Art arda gelen iki üç kelimenin ilk harflerine dikkat ettiğimizde aşağıdaki tablo ortaya çıkmaktadır:

“b” ile başlayan 12 kelimenin 9’u birbirine çok yakın kullanılmış (Birinci Sır: Bismillahirrahmanirrahîm’in bir / birbiri içinde birbirinin / Bismillah ona bakıyor / Bismillahirrahmanirrahîm’deki Errahîm ona bakıyor).

“i” ile başlayan 6 kelimenin 5’i birbirine çok yakın kullanılmış (insan sîmasında birbiri içinde / idaresindeki teşabüh tenasüb intizam insicam).

“k” ile başlayan 3 kelimenin 6’sı birbirine çok yakın kullanılmış (ki Kâinat / kübra-i uluhiyettir ki / kübra-i Rahmaniyettir ki).

“s” ile başlayan 12 kelimenin 3’ü birbirine çok yakın kullanılmış (sîmasında arz sîmasında ve insan sîmasında), ayrıca 36 harften oluşan bu kelimelerin içinde 7 adet s harfi bulunmaktadır.

“ş” ile başlayan 3 kelimenin 2’si birbirine çok yakın kullanılmış (şefkat ve şuaat).

“t” ile başlayan 11 kelimenin 9’u birbirine çok yakın kullanılmış (teavün, tesanüd, teanuk, tecavübden tezahür / tedbir ve terbiye ve idaresindeki teşabüh, tenasüb).

“v” ile başlayan 1 kelimenin 5’i birbirine çok yakın kullanılmış (ve terbiye ve idaresindeki / ve dekaik-ı şefkat ve).

 

Art arda gelen iki üç kelimenin son harflerine dikkat ettiğimizde aşağıdaki tablo ortaya çıkmaktadır:

“a” ile sonlanan 7 kelimenin 4’ü birbirine çok yakın kullanılmış (sîmasında ve insan sîmasında / ona bakıyor. Sonra).

“e” ile sonlanan 10 kelimenin 6’sı birbirine çok yakın kullanılmış (ve insan sîmasında birbiri içinde / ve hayvanatın tedbir ve terbiye ve / ve dekaik-ı şefkat ve).

“i” ile sonlanan 20 kelimenin 10’u birbirine çok yakın kullanılmış (cilvesini şöyle gördüm ki / birbiri içinde birbirinin nümunesini / Biri Kâinatın heyet mecmuasındaki / kübra-i uluhiyettir ki / ki Bismillahirrahmanirrahîm’deki).

“m” ile sonlanan 10 kelimenin 6’sı birbirine çok yakın kullanılmış (Bismillahirrahmanirrahîm’in bir cilvesini şöyle gördüm / intizam insicam / Bismillahirrahmanirrahîm’deki Errahîm).

“n” ile sonlanan 7 kelimenin 13’ü birbirine çok yakın kullanılmış (insan sîmasında birbiri içinde birbirinin nümunesini gösteren / Kâinatın heyet mecmuasındaki teavün tesanüd teanuk tecavübden tezahür eden / merhametten tezahür eden / insanın mahiyet-i câmiasının / İlahiyeden tezahür eden).

“r” ile sonlanan 9 kelimenin 8’i birbirine çok yakın kullanılmış (r Bismillahirrahmanirrahîm’in bir / tezahür eden sikke kübra-i uluhiyettir / tezahür eden sikke kübra-i Rahmaniyettir / tezahür eden sikke ulya-i Rahîmiyettir).

“t” ile sonlanan 6 kelimenin 4’ü birbirine çok yakın kullanılmış (nebatat ve hayvanatın / re'fet ve dekaik-ı şefkat).

 

Konuyu kelime ölçeğinde ele aldığımızda aşağıdaki tablo ortaya çıkmaktadır:

93 kelimelik dört cümledeki kelime kullanım adetleri şu şekildedir: ve 7; bir, sîma 5; Bismillah / Bismillahirrahmanirrahîm, ki, sikke 4; bak-, et-, o, tezahür 3; arz, insan, kâinat, kübra, merhamet 2, diğerleri bir kez. Dolayısıyla 51 kelime mükerreren 42 kelime ise bir kez kullanılmıştır.

Genel olarak Arapça kelimelerin aynı vezinde olanlarının kullanımı ile dikkati çekecek ölçüde bir ahenk oluşturulmuştur. Cilve, sikke fi’let vezninde; re'fet, şefkat fa’let vezninde; kübra, ulya fu’la vezninde müennes ism-i tafdil; insicam, intizam infial vezninde; tedbir, terbiye tef’il vezninde; tenasüb, teşabüh, tezahür tefaül vezninde; Rahîmiyet, Rahmaniyet, rububiyet, mahiyet, ilahiye, uluhiyet mec’ul mastar; dekaik, letaif feail vezninde mükesser cemilerden; hayvanat, nebatat, şuaat müennes salim cemilerden olmak üzere 24 kelime ayrı ayrı vezin itibarıyla birbiriyle ilgili olarak kullanılmış olup Bismillahirrahmanirrahîm, errahîm, merhamet, rahîmiyet, Rahmaniyet kelimeleri rahm; câmia, mecmua kelimeleri cemi; kökünü ihtiva ediyor (müştak/türev).

Arz, kâinat, küre; nebatat, hayvanat, insan; cilve, tezahür, idare, tedbir; kübra, ulya; bir, ikinci, üç; nümune, teşabüh; teanuk, teavün, tecavüb, tesanüd; insicam, intizam, tenasüb; dekaik, letaif; cilve, tezahür; rububiyet, terbiye; ki, ve; Bismillahirrahmanirrahîm, errahîm, letaif, lütuf, merhamet,  rahîmiyet, Rahmaniyet, re'fet, şefkat kelimeleri birbiriyle ilgili; Bismillahirrahmanirrahîm, errahîm, ilahiye, rahîmiyet. Rahmaniyet, rububiyet, uluhiyet kelimeleri ise Cenab-ı Hakk’a ait isimlerdir. Dolayısıyla pek azı mükerrer olmakla birlikte 93 kelimeden 56’sı birbiriyle ilgilidir.

 

Bitki ve hayvanlardaki rahmanî sikkeden sonra insandaki rahimiyet sikkesine geçiliyor. Bitki ve hayvanların idaresi, terbiyesi, bunların birbirine benzemesi, bunlar arasındaki uyum, düzen, ardışıklık, pürüzsüzlük ve Cenab-ı Hakk’ın bunlara karşı lütuf ve merhameti dikkatlere sunulduktan sonra bir ileri merhalede pek çok özelliğe sahip mahiyetteki acıma ve merhamet sonucu onlara verilen ince duyular ile ilahî merhametin parıltılarının belirtilerine geçiliyor.

 

Diğer taraftan büyükten küçüğe doğru sıralama ile önce kâinat ve arz sonra da insanda tecelli eden rububiyete geçiliyor. Bismillah’la ilintili olarak uluhiyetin kâinata, Bismillahirrahman’la ilgili olarak Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve merhametinin nebatat ve hayvanata, Bismillahirrahmanirrahîm’deki Errahîm’le ilgili olarak ilahî merhamet parıltılarının insana teveccühü sıralanıyor.

Buraya aldığımız metinde olduğu gibi edebiyatımızda leff ü neşir (söz simetrisi), tenasüp, akis, taksim, tekrir, telmih, tezat dediğimiz sanatların harika örnekleri Risale-i Nurların hemen hemen tamamında en güzel şekilde görülmektedir.

 

TÜRKÇEYİ KISIRLAŞTIRMA YOLUNDA ATILMIŞ BİR ADIM


SONUÇ

 

Özleştirme çabaları sonucu Türkçeden atılan Arapça ve Farsça kelimeler söz varlığımızı çok olumsuz yönde etkilemiş, birçok kavram artık bilinemez duruma girmiş, atılan kelimelerin yerine yenileri konulamamış, sonraki düzenlemelerde söz varlığımıza eklenen yeni kelimelerle her ne kadar eski kavramları dilimize tekrar kazandırılamamışsa da söz varlığı yönünden Türkçemiz oldukça iyi bir duruma gelebilmiştir. Daha önce kullanılan kelimeler, özellikle kavram kelimeleri atılmamış olsaydı bugün Türkçemiz çok daha iyi bir sözlüğe sahip olacak, insanımız kendini daha rahat ifade edebilecekti. Dilimize Arapça ve Farsçadan geçmiş düzeltme işaretli (Günümüzde bu işaretler yazımda bazı durumlarda kullanılmaktadır.) kelimelerdeki uzun ve ince ünlülerin konuşma diline yansımaması bu kelimelerin kullanıldığı cümleleri zevksiz bir konuşma dili hâline getirmiştir. Risale-i Nur okumaları bu durumu engelleyici bir rol üstlenmiştir. Bu kültüre vâkıf insanlar kelimeleri hem daha düzgün telaffuz edebiliyor hem cümlelerin vurgusuna daha çok dikkat edebiliyor hem kendilerini daha rahat ifade edebili yor hem de, yüklü bir kelime hazinesine sahip oldukları için, daha iyi muhakeme etme kabiliyetine erişebiliyorlar. En popüler yazarlarımızın bile beş altı bin kelime ile kalem oynattıkları bir dönemde Risale-i Nurların söz varlığının ortaya çıkarılması tarzında çalışmalara ihtiyaç varken sadeleştirme gayretkeşlikleri Türkçeyi kısırlaştırma yolunda atılmış bir adım olarak telakki edilebilir.

 

Birlikte yapılan okuma programları ülkemizde ve dünyadaki kardeşlik havasına etki edici mahiyettedir. Farklı dilden, farklı dinden, farklı kültürden pek çok insanın Risale-i Nur sempozyumlarında, Türkçe Olimpiyatlarında bir araya gelmesi bunun en güzel delilidir.

Yazarın hayatta iken rıza göstermediği sadeleştirme eyleminin başkaları tarafından yapılması etik açıdan uygun değildir. Sadeleştirme çabaları insanımızın zekâ seviyesini hafife almak ve onların kabiliyetlerinin gelişmesine imkân tanımamak gibi bir anlama gelebilir.

Bir beytin bile nesre çevrilmesi başka bir metin ortaya koymak olarak kabul edilirken Risale-i Nurların sadeleştirilmesinin zorluğu, bazı metinlerde imkânsızlığı, Risale-i Nur müntesiplerinin bir çoğunun bu işe karşı çıkması birlik beraberliğimizi zedeleyici bir durum olarak nitelendirilebilir.

 

Orijnal metnin 94 harften oluşan ilk 13 kelimesinde

9’ar adet

n, s;

 

16 adet

i,

7’şer adet

m, r;

 

14 adet

a

harfi bulunmaktadır. 94 harfin 59’u 7 harften oluşmaktadır (% 63). Konuyu paragraf ölçeğinde ele aldığımızda ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır: Örnek olarak aldığımız dört cümledeki 640 harfin 278’i ünlü, 362’si ünsüzdür.  Bunların

96’sı

i,

 

62’si e

75’i

a,

 

 

olmak üzere üç harf 278 ünlünün 233’ünü (% 84);

51’i

n,

 

32’si

s,

47’si

r,

 

29’u

m,

35’i

t,

 

29’u

k

olmak üzere altı harf 362 ünsüzün 223’ünü (% 62) oluşturmaktadır. Yani 640 harfin 456’sını (%71) dokuz harf geri kalanını (17 harf), başka bir deyişle harflerin 2/3’ünü 1/3’ü, 1/3’ünü de 2/3’ü oluşturmaktadır (ğ, j, p harfleri kullanılmamış). Vermiş olduğumuz istatistiki bilgi üstat Bediüzzaman Said Nursi’nin sesleri kullanmada ne kadar mahir olduğunu göstermektedir.

 

Art arda gelen iki üç kelimenin ilk harflerine dikkat ettiğimizde aşağıdaki tablo ortaya çıkmaktadır:

“b”

ile başlayan

12 başlayan

9’u birbirine çok yakın kullanılmış

(Birinci Sır: Bismillahirrahmanirrahîm’in bir /

birbiri içinde birbirinin /

Bismillah ona bakıyor /

Bismillahirrahmanirrahîm’deki Errahîm ona bakıyor).

“i”

ile başlayan

6 kelimenin

5’i birbirine çok yakın kullanılmış

(insan sîmasında birbiri içinde /

idaresindeki teşabüh tenasüb intizam insicam).

“k”

ile başlayan

3 kelimenin

6’sı birbirine çok yakın kullanılmış

(ki Kâinat /

kübra-i uluhiyettir ki /

kübra-i Rahmaniyettir ki).

“s”

ile başlayan

12 kelimenin

3’ü birbirine çok yakın kullanılmış

(sîmasında arz sîmasında ve insan sîmasında), ayrıca 36 harften oluşan bu kelimelerin içinde 7 adet s harfi bulunmaktadır.

“ş”

ile başlayan

3 kelimenin

2’si birbirine çok yakın kullanılmış

(şefkat ve şuaat).

“t”

ile başlayan

11 kelimenin

9’u birbirine çok yakın kullanılmış

(teavün, tesanüd, teanuk, tecavübden tezahür /

tedbir ve terbiye ve idaresindeki teşabüh, tenasüb).

“v”

ile başlayan

1 kelimenin

5’i birbirine çok yakın kullanılmış

(ve terbiye ve idaresindeki /

ve dekaik-ı şefkat ve).

 

Art arda gelen iki üç başlayan     son harflerine dikkat ettiğimizde aşağıdaki tablo ortaya çıkmaktadır:

“a”

ile sonlanan

7 kelimenin

4’ü birbirine çok yakın kullanılmış

(sîmasında ve insan sîmasında /

ona bakıyor. Sonra).

“e”

ile sonlanan

10 kelimenin

6’sı birbirine çok yakın kullanılmış

(ve insan sîmasında birbiri içinde /

ve hayvanatın tedbir ve terbiye ve /

ve dekaik-ı şefkat ve).

“i”

ile sonlanan

20 kelimenin

10’u birbirine çok yakın kullanılmış

(cilvesini şöyle gördüm ki /

birbiri içinde birbirinin nümunesini /

Biri Kâinatın heyet mecmuasındaki /

kübra-i uluhiyettir ki /

ki Bismillahirrahmanirrahîm’deki).

“m”

ile sonlanan

10 kelimenin

6’sı birbirine çok yakın kullanılmış

(Bismillahirrahmanirrahîm’in bir cilvesini şöyle gördüm /

intizam insicam /

Bismillahirrahmanirrahîm’deki Errahîm).

“n”

ile sonlanan

7 kelimenin

13’ü birbirine çok yakın kullanılmış

(insan sîmasında birbiri içinde birbirinin nümunesini gösteren /

Kâinatın heyet mecmuasındaki teavün tesanüd teanuk tecavübden tezahür eden /

merhametten tezahür eden /

insanın mahiyet-i câmiasının /

İlahiyeden tezahür eden).

“r”

ile sonlanan

9 kelimenin

8’i birbirine çok yakın kullanılmış

(r Bismillahirrahmanirrahîm’in bir /

tezahür eden sikke kübra-i uluhiyettir /

tezahür eden sikke kübra-i Rahmaniyettir /

tezahür eden sikke ulya-i Rahîmiyettir).

“t”

ile sonlanan

6 kelimenin

4’ü birbirine çok yakın kullanılmış

(nebatat ve hayvanatın /

re'fet ve dekaik-ı şefkat).

 

Konuyu kelime ölçeğinde ele aldığımızda aşağıdaki tablo ortaya çıkmaktadır:

93 kelimelik dört cümledeki kelime kullanım adetleri şu şekildedir: ve 7; bir, sîma 5; Bismillah / Bismillahirrahmanirrahîm, ki, sikke 4; bak-, et-, o, tezahür 3; arz, insan, kâinat, kübra, merhamet 2, diğerleri bir kez. Dolayısıyla 51 kelime mükerreren 42 kelime ise bir kez kullanılmıştır.

ve

7:

bir, sîma

5;

Bismillah / Bismillahirrahmanirrahîm, ki, sikke

4;

bak-, et-, o, tezahür

3;

arz, insan, kâinat, kübra, merhamet

2,

diğerleri bir kez. Dolayısıyla 51 kelime mükerreren 42 kelime ise bir kez kullanılmıştır.

Genel olarak Arapça kelimelerin aynı vezinde olanlarının kullanımı ile dikkati çekecek ölçüde bir ahenk oluşturulmuştur.

cilve,sikke

fi’let vezninde;

re'fet, şefkat

fa’let vezninde;

kübra, ulya

fu’la vezninde müennes ism-i tafdil;

insicam, intizam

infial vezninde;

tedbir, terbiye

tef’il vezninde;

tenasüb, teşabüh, tezahür

tefaül vezninde;

Rahîmiyet, Rahmaniyet, rububiyet, mahiyet, ilahiye, uluhiyet

mec’ul mastar;

dekaik, letaif

feail vezninde mükesser cemilerden;

hayvanat, nebatat, şuaat

müennes salim cemilerden

olmak üzere 24 kelime ayrı ayrı vezin itibarıyla birbiriyle ilgili olarak kullanılmış olup

 

Bismillahirrahmanirrahîm, errahîm, merhamet, rahîmiyet, Rahmaniyet kelimeleri

rahm;

câmia, mecmua kelimeleri

cemi;

ökünü ihtiva ediyor (müştak/türev).

 

Arz, kâinat, küre;

 

nebatat, hayvanat, insan;

kübra, ulya;

 

bir, ikinci, üç;

cilve, tezahür,

 

idare, tedbir;

nümune, teşabüh;

 

teanuk, teavün, tecavüb, tesanüd;

insicam, intizam, tenasüb;

 

dekaik, letaif;

cilve, tezahür;

 

rububiyet, terbiye;

ki, ve;

 

 

 

Bismillahirrahmanirrahîm, errahîm, letaif, lütuf, merhamet,  rahîmiyet, Rahmaniyet, re'fet, şefkat kelimeleri birbiriyle ilgili; Bismillahirrahmanirrahîm, errahîm, ilahiye, rahîmiyet. Rahmaniyet, rububiyet, uluhiyet kelimeleri ise Cenab-ı Hakk’a ait isimlerdir. Dolayısıyla pek azı mükerrer olmakla birlikte 93 kelimeden 56’sı birbiriyle ilgilidir.

 

DİPNOTLAR:

1-Eserin ilk baskısı 47.000 İngilizce kelime ve Türkçe karşılığı ile 1861 yılında,  90.000 kelimelik ikinci baskısı 1890’da yapılmıştır. Çağrı Yay., İst. 1978 (1890 baskısının tıpkıbasımı), XVI+2224 s.

2-44.000 madde başı, 18.000 madde içi olmak üzere toplam 62.000 söz bulunmaktadır.

3-60.000 madde başı, 14.600 madde içi olmak üzere toplam 75.000 söz bulunmaktadır.

4-63.818 madde başı, 13.589 madde ilçi olmak üzere toplam 77.407 söz bulunmaktadır. Terim, söz, deyim, ek ve anlamdan oluşan 104.481 söz varlığına sahiptir. Türkçe Sözlük, 10. Baskı, TDK, 2005, Ank., XX+2244

5-Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat (eski ve yeni harflerle), Aydın Kitabevi Yay. Ank. 2000, XIX+1195 s.

6-Nitekim 4 Şubat 2011 tarihinde vefat eden cemaat önderlerinden birinin hanımının defni sırasında % 90’ı Türk asıllı olmak üzere yüze yakın araçla yüzlerce kişi kabristanda hazır bulundu. Burada Risale-i Nur okumalarında bir arada bulunan kişilerin din kardeşliğinden öte hiçbir bağlantısı olmadığı kesindir.