Said Nursi, Eşref Edip’le de teselli buluyordu
Eşref Edib Fergan, vefatının 40. yılında dostları ve sevenleri tarafından rahmetle anıldı
Abdurrahman Iraz’ın haberi:
RİSALEHABER-Cumhuriyet tarihimizin mümtaz gazeteci, yazar ve fikir adamı Eşref Edib Fergan, vefatının 40. yılında dostları ve sevenleri tarafından rahmetle anıldı. ESKADER’in Cağaloğlu’nda düzenlediği toplantıya büyük bir ilgi vardı.
Açılış konuşmasını yapan ESKADER Başkanı Mehmet Nuri Yardım, Eşref Edib Fergan’ın unutulmaması gereken değerli bir gazeteci, yazar, fikir ve inanç adamı olduğunu belirterek, “Sabah, Eşref Edib’in Edirnekapı Sakızağacı Mezarlığı’ndaki kabrini ziyaret ettik. Genç nesiller ne yazık ki bu efsane adamı tanımıyor, eserlerinden ise haberleri yok. Bize düşen büyük hizmetleri gerçekleştirmiş, ülkemizin en zor dönemlerinde Mehmed Âkif Ersoy ve Bediüzzaman Hazretleri ile birlikte ülkemizdeki ve İslâm âlemindeki insanları uyandırmış olan Eşref Edib Fergan’ı bugün de tanıtmak ve yaptığı büyük hizmetleri minnet ve şükranla anmaktır” dedi.
Daha sonra konuşan davetliler de şunları dile getirdiler.
MEHMET FIRINCI:
1952’den sonra Eşref Edip beyle tanıştık. Almanya’da şu anda hayatta Muhsin abi var, Edebiyat fakültesinin felsefe bölümünde okurlardı. Muhsin abi daha çok Eşref Edip bey ile ilgileniyordu. 1950’den daha evvel Üstadın yeğeni Abdurrahman abi yazmış. Reşadiye otelinde Üstadın elinde eski yazı bir kitap üstünde resimler vardı. Karşıdan görüyordum. “Sen bunu gördün mü” diye bana seslendi. “Görmedim Üstadım” dedim. “Bu Eşref Edip bey işte” dedi. Böyle tanışmıştık.
EŞREF EDİP: BEN BEDİÜZZAMAN’IN HİÇ KERAMETİNİ GÖRMEDİM
Çok böyle mücahidane Risale-i Nuru ve Bediüzzaman hazretlerini müdafaa etti. Eşref Edip bey, Emirgan’da Fuat Şemsi bey orta tedrisat umum müdürüydü. Osmanlılar zamanında onun evinde toplantılar oluyordu. Perşembe günleri derdi, “Üstad sağ olsaydı o da bu toplantılara katılacaktı, sizden biriniz katılın” diye beni zorla götürürdü. Bir gün oraya giderken otobüste, o gün için araba imkanı yok bana dedi ki “biz Bediüzzaman ile arkadaştık, onunla bütün ilmi çalışmalarımız hep beraberdi. Siz onun kerametlerinden filan olduğundan bahsediyorsunuz. E biz arkadaştık ben hiç keramatini filan görmedim. Sen bunu nasıl izah edersin” diye bana söyledi. Otobüsten indik o esnada yavaş yavaş çıkıyoruz. O yaşlı. Ben o zaman 35-37 yaşlarındayım. O da 80 yaşlarında. Kol kola girdik bana dayanıyordu, dizleri biraz rahatsızdı. Giderken, “hocam elbette Bediüzzaman hazretleri böyle sizler gibi aynı vasıfta büyük zatlar olarak herhangi bir şeyde bulunsa izharı fazilet olurki bu yakışık almaz ama benim gibi köyden gelmiş bir çobana bir iltifat eder getirir sana arkadaş yapar bundan başka keramet mi istiyorsun” dedim. Çok güldü.
HAKİKATEN İSLAMİ HİZMETTE ÇOK BÜYÜK GAYRETİ VAR
Osmanlıda iki cereyan var son dönemde. Birisi diyor ki “biz dine saplandık kaldık, bu yüzden geri kaldık, Avrupa bizi geçti.” Diğerleri de diyor ki işte Eşref Edip bey Mehmet Akif merhum, Bediüzzaman, Naim beyler “hayır bizler dinden elimizi gevşettik onun için geri kaldık, dini hakiki manada yaşasak terakki edeceğiz.” Bu iki cereyan bu eserlerde görülüyor. Eşref Edip beyin bu babta çok büyük hizmeti olmuş Allah razı olsun. Hakikaten İslami hizmette çok büyük gayreti var.
EŞREF EDİP NURCULAR İÇİNDE BULUNMASI İLE BÜYÜK BİR TESELLİ BULUYORUM
Üstadın ona hitaben yazdığı Muhsin ve Ziya ağabeylerin bir yazısını okuyayım:
“Aziz sıddık kardeşlerim Ziya ve Abdulmuhsin. Üstadımız diyor ki Eşref Edip 40 seneden beri iman hizmetinde benim arkadaşım ve Sebilürreşat’ta makale yazan ve şimdi vefat eden çok kıymetli kardeşlerimin mümessili ve hakiki İslamiyet mücahidlerinden bir kardeşimdir ve Nur’un bir hamisidir yani Risale-i Nurların. Ben vefat etsem de Eşref Edip Nurcular içinde bulunması ile büyük bir teselli buluyorum fakat Nur risalelerinin ve nurcuların siyasette alakaları yok ve Risale-i Nur rızayı ilahiden başka hiçbir şeye alet edilmediğinden mümkün olduğu kadar Risale-i Nurun mensupları içtimai ve siyasi cereyanlara karışmak istemiyorlar. Yalnız Sebilürreşat, Doğu gibi mücahidler iman hakikatlerini ehli dalaletin tecavüzatından muhafazaya çalışacakları için ruh ve canımızla onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz” diye devam ediyor. Mütareke yıllarında İngiliz işgali esnasında Hutuvat-ı Sitte eseri neşrettik bunu Eşref Edip’in gayretiyle bastık ve Tevfik Uzunoğlu defterdar ziyaretinde anlatmıştı. Eşref Edip bey bunu bastırdı Üstad yazdı. Biz de bunu gizli gizli dağıtıyoruz. Eminönü’nde o kalabalıkta geçerken yüzüne bakıyoruz münasip gördüğümüzün cebine sokuyoruz. Elhasıl böyle o zamanki çetin şartlarda hatta Üstadı “vur emri” verilmiş öyle vaziyetteyken Eşref Edip bey o hizmeti yapmış Allah razı olsun.
BİR DE KİTAP GİBİ ADAMLAR VARDIR
DURSUN GÜRLEK:
Eşref Edip beyi olduğu gibi bütün büyüklerimizi iki türlü tanıyoruz. Bir gıyaben birde vicahen. Ben Eşref Edip beyi hem gıyaben hem vicahen tanıdım. Tokat İmam Hatip lisesinde okuyorum. O günün dergilerini, gazetelerini takip ediyorum. İstanbul’a gelmeden önce Eşref Edip beyi Yeni İstiklal gazetesindeki yazılarıyla, Bugün gazetesindeki yazılarıyla, Sebilürreşad dergisiyle ve daha bir takım eserleriyle tanıdım. İstanbul’a üniversite imtihanlarına girmek için gelmiştim ama daha önce de Tokat imam hatip lisesinde okurken yaz tatillerinde gelirdim ve buradaki büyük zatları ziyaret etmeye çalışırdım. Eşref Edip beyi ziyaret etmek için evvela adresini aradım buldum. Yanlış hatırlamıyorsam Cağaloğlu’nda Yeşilay İşhanı 3. Kat.
Büyük bir heyecanla çıktım. Bir çömez, İstanbul’a daha yeni gelmiş, liseyi bile bitirmemiş gıyaben çok tanıyor bu zatı ve ilk defa karşılaşacak. Bendeki heyecanı tarif edemem. Şimdi bu cümleleri söylerken aynı halet-i ruhiyeyi yaşıyorum ve aynı heyecanı duyuyorum. Sene 1969. Kapıyı çaldım, içeri girdim, kendimi tanıttım. Esselamu aleyküm ve rahmetullah. Rahmetli böyle bir çocuk değil de akranı, ahbabı gelmiş gibi alaka gösterdi. Böyle kalın bir koltuk vardı ona oturttu, çay söyledi. Ben de o zaman küllü cahilun cesurun fehvasınca bir eser karalamıştım. O yıllarda çok okunan bir kitap vardı “Karanlık Gecelerin Nurlu Sabahı.” Sami Arslan, Denizli müftüsü, bizim köyün hocası o kitaptan vaaz ediyordu bize. O kadar dikkatimi çekti ki “hocam ne olur şu kitabı bana ver” dedim. “Tabi yavrum veririm” dedi. Osman amca halen hayatta kitabı sabaha kadar okudum. O kadar heyecanlandım ki daha imam hatip 6. sınıftayım ben de onun benzeri ona nazire olmak üzere bir kitap yazdım ismi de ona benziyordu.
Eşref Edip bey ile tanışır tanışmaz bu kitabımın, bu şahane eserimin yayımlanmasını rica ettim. Eşref Edip bey müsveddeyi aldı, inceledi baktı. Sayfaları çevirdi. Hiç beni rencide etmeden tebrik etti ancak kitap yazmak için erken olduğunu, çok okumam gerektiğini, “bana sık sık gel” dedi. Çeşitli kitaplar verdi böyle rencide etmeden beni ikaz etti. İki tane kitap hediye etti.
Risale-i Nur muarızı yazarların isnadları hakkında ilmi bir tahlil. Onun hatırasıdır bu kitap. Bir diğer kitap “Mehmet Akif hayatı, eserleri ve 70 muharririn yazıları.” İki cilttir. Akif merhum hakkında yazılmış en kıymetli yegane kaynaktır. Yazık ki yıllardır yeni baskısı yapılmamış. Beyan yayınları tarafından şimdi yapıldı. İkisi bir araya getirilmek suretiyle kaliteli bir şekilde geç kalınmış bir hizmettir. Bir hatırasında anlatıyor: “Bizim Sebilürreşad bürosunda toplanırdık. Mehmet Akifler, Bediüzzaman Said Nursiler, İzmirli İsmail Hakkılar sabahlara kadar sohbet ederdik. Ahmet Naim bey ve bir takım kıymetli zat keşke ben şimdi o dönemde yaşasaydım o sohbetlerde bulunsaydım hepsini kaydederdim size naklederdim ama biz bu zatlara tabiri caizse iskelede yetiştik. Mamafih ben yine de istifade etmeye çalıştım. Bizim nesil bu bakımdan karlıdır bu türlü insanlara son döneminde de olsa yetişti, istifade edebildiğimiz kadar ettik. Onlar canlı, ayaklı kütüphaneydi. İlim sadece bildiğimiz bu kitaplardan öğrenilmez evet ilmin kaynağı kitaplardır ama bir de kitap gibi adamlar vardır. Kitap gibi insanlar Mehmet Akif öyleydi, Babanzade öyleydi, Bediüzzaman Said Nursi öyleydi. Bunların bizatihi kendisi kitaptı. Akif tek satır yazmasaydı Safahat diye bir eseri olmasaydı dahi karakter ve ahlak abidesiydi, kitaptı.”
Biz bu zatların büyüklüğünü, eserlerini, hizmetlerini Eşref Edip gibi insanların kaleminden tanıdık. Bu kitapları ben defalarca okudum burada 1952’de Bediüzzaman’ın mahkemesi oluyor Gençlik Rehberi davası. O mahkeme safahatına avukatların savunmasını anlatıyor. Bediüzzaman hazretleri ile nasıl mülakat yaptığını anlatıyor. Üstadın çok güzel söze başlayışı vardır “Bana ızdırap veren yalnız İslamın maruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi onun için mukavemet kolaydı şimdi tehlike dahilden geliyor korkarım ki cemiyetin bünyesi buna dayanamaz.” Çok heyecanlıydık biz o zaman okuya okuya hafızamıza nakşedilmiş, gençlere tavsiyem çok kitap okumaktansa kıymetli kitapları çok okusunlar.
Büyüklerimizin dediği gibi insanların iki ömrü vardır birisi tabii ömür biriside ömrü sanii dediğimiz ikinci ömürdür. Tabii ömrümüz belli 30-40-50-100 sene. Ömr-ü sanii eser bırakanların ömrüdür Eşref Edip bey, Akif bey, Bediüzzaman ve diğer büyüklerimiz eser bıraktı. Bu eserler okunduğu sürece onlar ömr-ü saniilerini ikinci ömürlerini yaşıyorlar. Cenab-ı Hak bize de ikinci ömrü nasip etsin. Büyük insanların anıldığı meclislere nur yağarmış şu anda buraya da nur yağdığını ben şahsen görüyorum.
HER MÜSLÜMAN AYNI ZAMANDA BU MANADA NURCUDUR
MEHMET ŞEVKET EYGİ
İstanbul’da yatılı okulda okuyorum, liseye geçtim. Teknik üniversitede okuyan Muhsin Alev diye bir ağabey ile tanıştım. Bu abi Bediüzzaman hazretlerinin has talebelerindendi. Hatta Gençlik Rehberini de sanırım o bastırmıştı. O beni bir cumartesi günü hafta tatili o zmanlarda cumartesi saat 1’de başlardı. Cuma akşamı başlamazdı. Beni Eşref Edip beye götürdü. Ankara caddesinde şimdiki İnkılap Kitapevinin olduğu yerde bir binanın 2. katındaydı öylece tanışmış oldum.
1958-1959’da yedek subaylık yaptım. O zamanlar Eşref Edip Üstadla mektuplaşıyoruz hatta benden Osmanlıca yazmamı istedi. Benim Osmanlıcam da kuvvetli değil hattata gitmemişim başını gözünü yarıyorum ama öyle emretmişti. Askerden döndükten sonra birlikte Sebilürreşat’ı çıkaracaktık fakat o masraf taraftarı değil. Ben kapak geçirilmesini istiyorum daha pahalı matbaalarda basılmasını istiyorum. O hususta herhangi kırıcı birşey olmadı anlaşamadık. Fakat vefat edinceye kadar ücretsiz olarak makale yazmaya devam etmiştir. Kendisi için para bakımından çok tutumlu derler fakat hizmet bakımından öyle paracı değildi. Hatta bir gün rahmetli Bekir Berk beyin çarşı kapıdaki yazıhanesine gitmiş oradaki bir takım kardeşleri bulmuş uzun birşey yazdıracak. Bu Risale-i Nurları müdafaa saadedinde onlar biraz yorulmuş bağırmış. Yav ben bu yaşta çalışıyorum size ne oluyor demiş bırakmamış onları. Kendisinin hizmetlerine bakan bir zat vardı en son ben Avrupa’dan döndükten sonra onu gördüm. Dedi ki rahmetlinin hastanede öldüğü yatağın başında bir etajer vardı. O etajerde son makalesinin müsveddeleri duruyordu. Ne oldu bilmiyorum. Onları Bugün gazetesinde yazdı. Bendeniz 1969 yılında yurtdışına çıkmak veya normal yollardan kaçmak zorunda kaldım. Vefatında bulunamadım fakat duyduğuma göre cenazesi de çok kalabalık olmamış ona da üzüldüm. Eşref Edip kadar bu dine, bu imana, bu şeriata hizmet eden bir kimsenin cenazesinde 1 milyon insan olmalıydı.
Bediüzzaman hazretlerini çok destekledi. Risale-i Nur hizmetine onun çok hizmeti dokundu dolaylı olarak. Çünkü Risale-i Nur hizmeti bir iman, İslam, Kur’an hizmetidir. Risale-i Nur bir vasıtadır. Üstadın bir metodudur. Esas olan iman, İslam, Kur’an ve Resulullah Efendimizin sünnetine hizmet etmektir. Onun için her Müslüman aynı zamanda bu manada Nurcudur. Ben 50-60’lı yıllarda Müslümanların içinden bazılarının çıkıp da Üstadı ve Risale-i Nuru tenkit edebileceklerini tahayyül bile edemezdim ama bunda tabi Risale-i Nuru yorumlarken hata yapmış olabilecek kimselerin de tesiri vardı. Ama yine onların ötesinde bu hizmetin aslını görmek lazım. Eşref Edip bey buna hizmet etti. Onun ben canlı şahidiyim. Allah kendisine rahmetiyle muamele etsin. Ben has bir nur talebesi değilim ama ben nurcuyum kardeşim. Çünkü nurculuk bir imani, İslami, Kur’ani harekettir. Binaenaleyh her müslümanın buna sempati duyması lazımdır. Elinden geldiği kadar iktidarı nispetinde desteklemesi lazımdır.
BENİM NURCULUĞUM SİCİLLİ VE MUSADDAKTIR
27 Mayıstan sonra zulüm karabulutları üzerimize çöktü sadece o darbe değil mesela Talat Aydemir’in iki teşebbüsü oldu. Birincisinde affettiler ikincisinde astılar. Her darbede sıkı yönetim ilan ediliyor başımız derde giriyor. Rahmetli Bekir Berk o hakiki bir hizmet insanıydı, parasız pulsuz ayda bazen 15-20 gün uçaklara binerek paralarını zor bulup, hapishanelere atılmış Risale-i Nur talebelerinin müdafaasına koşardı. Bana müdafaalarını verirdi o zaman. Bugünkü matbaacılık yoktu 6 punto bastırırdık o kadar uzundu ki onlar neydi efendim Risale-i Nur talebeleri bir mahkemede daha beraat ettiler ama zalim idare 1000 beraat kararı olsa hepsi kaziye-i muhkeme yani kesinleşmiş karar olsa 1001.sini açmakta hiç tereddüt etmezlerdi. Bendeniz onları yayınlayarak çok naçiz bir hizmet ettim.
Bir de şu var benim nurculuğum sicilli ve musaddaktır. Bediüzzaman hazretlerini ziyaret etmeye gittiğimde üç kişi gitmiştik. Külüstür bir sirkeci otelinin üst katında tavan arası odası bizimle sohbet etti. Hatta bizimle sohbet etti. Hatta Van şivesiyle konuştuğu için bazı kelimeleri anlamakta zorlanmış olduğumu hala hatırlıyorum. Ayrılıp elini öperken bize dedi ki “bu sohbetimiz bir ders mahiyetinde oldu siz Risale-i Nur talebesi oldunuz.” Size tavsiye ediyorum Nurculuğu yanlış yorumlamaya teşebbüs edenler olursa onlara kulak asmayın fakat nurculuğa karşı kalbinizde daima muhabbet olsun çünkü o bir iman, İslam, Kur’an hizmetidir.
SAİD NURSİ’Yİ BİZ EŞREF EDİPTEN ÖĞRENİYORUZ
FAHRETTİN GÜN
Bediüzzaman Said Nursi’yi biz Eşref Edipten öğreniyoruz çünkü Mehmet Fırıncı abinin de gösterdiği o kitap 1952 yılında yayımlanmış. İlk latince biyografidir ve 1950 Hazirandan başlıyor, Sebilürreşad’da 14 bölüm halinde de tefrika ediyor. Eşref Edip 1952 yılının Mayıs ayında Üstad Bediüzzaman ile görüşüyor o meşhur makalesini yayımlıyor. Yayımladıktan sonra bunları kitaplaştırıyor ve Üstada takdim ediyor. Hatta Bediüzzaman Said Nursi 1958 yılında Tarihçe-i Hayat zorluktan dolayı yayımlanmayınca “hiç önemli değil” diyor “çünkü bizimle ilgili noktaları Eşref Edip bu kitabında yayımladı, dolayısıyla bizim Tarihçe-i Hayat yayımlanmasa da olur” diyor. Bu kitabın diğer bir özelliği ilk tarihçe-i hayattır daha sonra küçük tarihçe-i hayat olmuştur. Dolayısıyla Eşref Edip dolu dolu yaşayan bir gazeteci bir yazar bir münevverdir.
MEHMET CEMAL ÇİFTÇİGÜZELİ
Memleketimde hafız hocamızdan Sebilürreşat’ı tanıdım. gözleri görmezdi hocamızın Sebilürreşat’a aboneydi. Her geldiğinde bize okuturdu. O zamanlar Risale-i Nurlar da hızlı büyüyordu. Risale-i Nur okumaya başlamıştık ve büyük şiddetli baskıya maruz kaldık, evlerimiz basıldı. Benim yaşım küçük olduğu için tutuklanmadım öbür arkadaşlarımız tutuklandı ben de kalktım geldim. Bekir bey benim 15 yaşında avukatımdı. Bekir bey ve arkadaşları Nur talebelerinin bir özelliği vardı özellikle bayramlarda bir minibüse dolardık. Bekir beyin başkanlığında Şevket Eygi’nin ziyaretine gideriz. Rahmetli Ali Fuat Başgil’in, Nurullah Topçu’nun ve bu çerçevede Eşref Edip’in de ziyaretine giderdik. Karşıda otururdu. O zaman Eşref Edip beyi bu vesile ile Bekir beyin bizi bu götürdüğü ziyaretlerinde tanıdım. Bediüzzaman ile ilgili olarak Risale-i Nur müellifi Bediüzzaman diye kitap yazınca daha da fazla sevdik. Risale-i Nur’un Türkçesi ile Eşref Edip’in Türkçesi biraz farklı, yaşayan Türkçeydi.