Said Nursi ile Atatürk’ün ihtilaf neydi?

Said Nursi ile Atatürk’ün ihtilaf neydi?

CHP’li Ali Topuz “Said Nursi ile Atatürk arasındaki ihtilaf neydi, bilmiyorum?” demişti

Mahmut Arif’in haberi:

RİSALEHABER-Geçtiğimiz günlerde bir dergiye verdiği röportajda Said Nursi ile görüşmesini anlatan eski CHP’li Ali Topuz “Said Nursi ile Atatürk arasındaki ihtilaf neydi, bilmiyorum?” demişti. Her ne kadar ihtilaf kelimesi yetersiz olsa da bu ifadenin Ali Topuz’dan gelmesi, çok manidar olduğu ve üzerinde durulması gerektiği kanaatindeyim.

Bediüzzaman ve Atatürk TC tarihinde üzerinde en çok tartışılan en çok yanlış tanınan tanıtılan iki önemli isim. İsimlerinin yanyanılığı dahi heyecan veren ve çok manidar iki şahsiyet.
İkisinin yolunun kesiştiği yer Ankara ve TBMM, zaman 22 Kasım 1922, şartlar olağan üstü... Osmanlı’nın bitişi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu... Müthiş bir yıkılışın ardından, yeni bir “kuruluşun” ilk adımları... Bu adımlara eşlik edecek yeni simalara olan ihtiyaç, Bediüzzaman’ın Bizzat Atatürk tarafından ısrarla Ankara’ya davetini zorunlu kılmıştır. Bu ısrarın arkasındaki asıl niyet, Kürtlerin Türklerden ayrılmamasını sağlamak, yeni düzenin Şark ayağı olacak, Şarkta sözü geçen birini bulmak…

Davete icabet eden Bediüzzaman alkışlarla karşılanmış. Hoşamedi yapılmış.
Ne yazık ki ümit ettiği muhiti bulamamış, meclisin dine karşı lakaytlığı ve garplılaşma bahanesi altında, şeair-i islamiyeye karşı bir soğukluk görmüştür. O gün Ankara’daki havayı şöyle dile getirecektir; “1338’de Ankara’ya gittim. İslam ordusunun Yunan’a galebesinden neşe alan ehl-i imanın kuvvetli efkarı içinde, gayet müthiş bir zıdıka fikri içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessasane çalıştığını gördüm,”eyvah” dedim. Bu ejderha imanın erkanına ilişecek.”

Meclisteki bu vaziyet, O’nu ziyadesiyle üzmüştü. Milletvekillerini aydınlatma ve uyarma mahiyetinde, namaza ilgisizliklerini, dinde lakaytlıklarını, dinin bu millet için değerini, özden uzaklaşmanın bedelini ve vahim neticelerini ortaya koyan on maddelik bir beyanname neşretmiştir.
Bu beyanname K. Karabekir tarafından M. Kemal’e okunmuş, adeta bir şok etkisi yapmıştır.
Bir gün M. Kemal ve Bediüzzaman Divan-ı Riyasette elli altmış mebus içinde karşılıklı fikir teatisinde, M. Kemal “sizin gibi kahraman bir hoca bize lazımdır. Sizi yüksek fikirlerinizden istifade etmek için buraya çağırdık. Geldiniz en evvel namaza dair şeyler yazdınız, aramıza ihtilaf verdiniz” der.
Bu söz üzerine Bediüzzaman, hiddetle iki parmağını ileri sürerek,”Paşa, Paşa! Namaz kılmayan haindir, hainin hükmü merduttur” karşılığını verir.

Bu karşılaşmada Bediüzzaman ihbar-ı Nebevinin tahakkukunu görmüş, Alem-i islamı alakadar eden ve bin üçyüz yıllık ümmetin dehşetli tehlikesinden Allah’a sığındığı bir zaman’ın ve fitneyi ateşlendireceklerin kimler olduğunu anlamıştır.
Yine de bir şeyler yapmak adına, M. Kemal’e gidişatın getireceği felaketleri nazara vermek için, riyaset odasında iki saatlik görüşmesinde; “İslam ve Türk düşmanlarının arasında nam kazanmak emeliyle, Şeairi İslamiyeyi tahrip etmenin bu millet ve vatan ve Alem-i İslam hakkında büyük zaralar doğuracağı, eğer bir inkılap yapmak icap ediyorsa, doğrudan doğruya Kur’an’ın kudsi kanun-ı esasisi noktasında yapmak lazım geldiğini” ihtarda bulunur.

Fakat M. Kemal verilmiş hükmün gereği olarak itiraz eder. Bediüzzaman’ı kendine taraf etmek için, mebusluk, Darül hikmet’te azalık, şark umum vaizliği, köşk tahsisi teklifini yapar.
Bu teklifler Bediüzzaman’a ihanetin kurşunları kadar ağır gelir.
Vaziyet net olarak anlaşılmıştır.
Projede görevli yeni kadronun, rivayetlerde ihbar edilen “eşhas-ı ahirzaman olduğu, Alem-i İslamiyet’te zuhur ettiği” ortaya çıkmıştır.
Ve yine rivayetlerde belirtildiği gibi, onlarla siyaseten mübareze edilemeyeceği kararına varılmıştır.

Bu kararın gereği Van yeni bir dönemin başlangıcı olur. Erek dağında bir mağara yeni hayatın ilk meskenidir.
Artık muhalefet Bediüzzaman’ların hayatınadır.