Said Nursi, ışınlanmayı anlatan Kur'an ayetini günümüz için açıkladı
Kur'an-ı Kerim'de hangi ayet ışınlanmaya işaret ediyor? Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur'da bu ayeti nasıl tefsir ediyor?
Teknoloji başdöndürücü bir hızla gelişiyor. Her gün bir yenilik hayatımıza giriyor. En çok merak edilen ise ışınlanmanın ne zaman gerçekleşeceği.
Peki, filmlere konu olan ışınlanma hadisesi Kur'an'da nasıl geçiyor?
IŞINLANMA VE HZ. SÜLEYMAN'IN GETİRTTİĞİ TAHT
Ayetler, Hz. Süleyman (as)'ın birçok mucizesinden bahseder. Bunlardan bazıları cinleri istihdamı (hizmet ettirmesi); karınca dahil, hayvanların dilinden anlaması ve onlara emirler vermesi; iki aylık yolu havada uçarak bir günde kat etmesi; Sebe melikesi Belkıs'ın tahtını göz açıp kapama anında Kudüs'e celp etmesi; içeri girdiği zaman havuza giriyormuş zannını verdirerek, Belkıs'a eteklerini toplatacak camdan bir saraya sahip olmasıdır.
Bu kadar mucizeye mazhar olan Hz Süleyman (as)'ın müstesna bir ilme sahip olduğu, yukarıda kaydedilen mucizeleri açıklayan ayetlerden önce belirtilir: "Gerçekten biz, Davud'a ve Süleyman'a bir ilim verdik de onlar şöyle dediler: 'Hamd olsun o Allah'a ki bizi, mü'min kullarından çoğu üzerine üstün kıldı." (Neml, 27/15).
BEDİÜZZAMAN'IN RİSALE-İ NUR'DA TEFSİR ETTİĞİ AYET
Hz. Süleyman'ın (as) Belkıs'ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar Kudüs'e getirmesi günümüzdeki ışınlanma olayına bir hedef olarak gösteriliyor. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri de Risale-i Nur külliyatından Sözler adlı eserinde ilgili ayeti tefsir ederken bir nevi ışınlanma olayının gerçekleşebileceğini ayet ile açıklıyor. Bediüzzaman, ayetin işaretiyle "uzak mesafelerden eşyayı aynen veya sureten ihzar etmek (hazır etmek) mümkündür" ifadesini kullanıyor:
HADİSE-İ HARİKAYA İŞARET EDEN AYET
Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm taht-ı Belkıs’ı yanına celb etmek (çekmek, getirmek) için vezirlerinden bir âlim-i ilm-i celp (eşyayı çekip yanına getirme ilmine sahip âlim) dedi, “Gözünüzü açıp kapayıncaya kadar sizin yanınızda o tahtı hazır ederim” olan hadise-i harikaya delâlet eden şu âyet:
قَالَ الَّذِى عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ اْلكِتَابِ اَنَا اٰتِيكَ بِهِ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِرًّا عِنْدَهُ ( “Semâvî kitapların esrarına vakıf bir âlim, ‘Sen daha gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm’ dedi.” Neml Sûresi, 27:40.)
ilh., işaret ediyor ki, uzak mesafelerden eşyayı aynen veya sureten ihzar etmek (hazır etmek) mümkündür. Hem vakidir ki, risaletiyle (peygamberlik) beraber saltanatla müşerref olan Hazreti Süleyman Aleyhisselâm, hem mâsumiyetine, hem de adaletine medar olmak için pek geniş olan aktâr-ı memleketine (ülkenin her yanı) bizzat zahmetsiz muttali olmak (haberdar olmak) ve raiyetinin (halk) ahvâlini (haller) görmek ve dertlerini işitmek, bir mu’cize suretinde Cenâb-ı Hak ihsan etmiştir.
Demek Cenâb-ı Hakka itimat edip Süleyman Aleyhisselâmın lisan-ı ismetiyle (günahsızlık dili) istediği gibi, o da lisan-ı istidadıyla (kabiliyet dili) Cenâb-ı Haktan istese ve kavânîn-i âdetine ve inâyetine ( Allah’ın kâinata koyduğu tabiat kanunları) tevfik-i hareket (uygun davranmak) etse, ona dünya bir şehir hükmüne geçebilir. Demek taht-ı Belkıs Yemen’de iken, Şam’da aynıyla veyahut suretiyle hazır olmuştur, görülmüştür. Elbette taht etrafındaki adamların suretleriyle beraber sesleri de işitilmiştir.
UZAK MESAFEDEN IŞINLANMA İŞARET EDİYOR Kİ
İşte, uzak mesafede celb-i surete ve savta (görüntü ve sesi nakletmek) haşmetli bir surette işaret ediyor ve mânen diyor: Ey ehl-i saltanat! Adalet-i tamme (tam ve eksiksiz adalet) yapmak isterseniz, Süleymanvâri, rû-yi zemini (yeryüzü) etrafıyla görmeye ve anlamaya çalışınız. Çünkü, bir hâkim-i adaletpîşe (adaletli hükümdar), bir padişah-ı raiyetperver (halkını düşünen padişah), aktâr-ı memleketine her istediği vakit muttali olmak (haberdar olmak) derecesine çıkmakla mes’uliyet-i mâneviyeden kurtulur veya tam adalet yapabilir.
Cenâb-ı Hak şu âyetin lisan-ı remziyle, mânen diyor ki: “Ey benî Âdem! Madem bir abdime geniş bir mülk ve o geniş mülkünde adalet-i tamme yapmak için ahval ve vukuat-ı zemine bizzat ıttıla veriyorum. Ve madem herbir insana, fıtraten, zemine bir halife olmak kabiliyetini vermişim. Elbette, o kabiliyete göre rû-yi zemini görecek ve bakacak, anlayacak istidadını dahi vermesini hikmetim iktiza ettiğinden, vermişim. Şahsen o noktaya yetişmezse de nev’en yetişebilir. Maddeten erişemezse de, ehl-i velâyet misillü, mânen erişebilir. Öyle ise, şu azîm nimetten istifade edebilirsiniz. Haydi, göreyim sizi, vazife-i ubûdiyetinizi unutmamak şartıyla öyle çalışınız ki, rû-yi zemini, her tarafı herbirinize görülen ve her köşesindeki sesleri size işittiren bir bahçeye çeviriniz.
هُوَ الَّذِى جَعَلَ لَكُمُ اْلاَرْضَ ذَلُولاً فَامْشُوا فِى مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِهِ وَاِلَيْهِ النُّشُورُ ( “Üzerinde gezin ve Allah’ın verdiği rızıktan yiyin diye, yeryüzünü sizin emrinize veren O'dur. Sonra dönüşünüz yine O'nadır.” Mülk Sûresi, 67:15.) deki ferman-ı Rahmânîyi dinleyiniz.”
İşte, beşerin nazik san’atlarından olan celb-i suret ve savtların çok ilerisindeki nihayât hududunu, şu âyet remzen gösteriyor ve teşviki işmam (hissetirme) ediyor.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.