Said Nursi karşıda değil yanımızda konuşuyor
O bizim karşımıza geçip konuşmuyor. Bizim yanımızdan bize konuşuyor
Haber ve Fotoğraflar: Hakan Bayraklılar
RİSALEHABER-Gaziantep Bediüzzaman'ı Anma ve Anlama Platformu tarafından düzenlenen “Şehrin Öte Yakasından Gelen Adam:Bediüzzaman” konulu konferans, Şehitkamil Konferans Salonunda, Dr. Senai Demirci tarafından gerçekleştirildi.
Remzi Asılsoy’un takdiminin ardından Kur’an Tilaveti okundu ve Senai Demirci sahneye davet edildi. Demirci konuşmasına Kur’an Tilavetinde okunan Rahman suresine değinmekle başlarken, “Kur’an’ın gelini” olarak lutfedilen bu surede tekrarlanan “Rabbinizin nimetlerinden hangi birisini inkar edersiniz?” ayetinde Allah’ın nimetlerinin inkar edilemeyeceğini, bu nankörlüğü yapmak için bile onun yarattığı nimetler olan dilin, damağın, sesin ve dudağın kullanıldığını belirtti.
Said Nursi’nin daha genç yaşlarında, henüz İstanbul’u görmemiş ve kimsenin tanımadığı bir zamanda söylemiş olduğu “Kur’an’ın sönmez ve söndürülmez manevi bir güneş olduğunu ben dünyaya ispat edeceğim” iddialı sözünü söylerken kendine değil Kur’an’a güvendiğini belirterek şu an tüm dünyanın şahitliğinde iddiasında haklı olduğunu gösterdiğini, Kur’an eksenli bir iddia varsa Kur’an’ın bizi itibarıyla onuru hatIrına mahçup etmeyeceğini vurguladı.
Risale-i Nur’la ilk olarak 21.söz – namaz bahsiyle tanıştığını anlatan Demirci, Said Nursi’nin "Namaz iyidir. Fakat her gün her gün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden usanç veriyor." sorusunu kendi nefsinde de yaşadığını ve bu sorunun cevabında sert bir yanıt beklerken yazarın kendi nefsininde aynı şeyleri söylediğini belirtmesi üzerine onun nefsine söylediklerini dikkatle dinlemesine sebep olduğunu, bu dersle ömrünü yaşadığı an olarak gördüğünü söyleyerek Said Nursi’yi o gün “O bizim karşımıza geçip konuşmuyor. Bizim yanımızdan bize konuşuyor.” sözleriyle tanıdığını belirtti.
Programın ismini aldığı “Şehrin öte yakasından bir adam koşarak geldi” ayetine değinen Demirci, Yasin suresinin 13.ayetinde “ashabel karye” ve 20.ayetinde “aksal medine” kelimelerinin meallerde “şehir” olarak geçtiğini fakat her ikisi arasında fark olduğuna dikkat çekerek, “Karye de şehir demek, medine de. Fakat medine, medenileşmiş şehir demektir, karye ise sadece fiziksel olarak bir araya getirilmiş evlerin oluşturduğu şehirdir. Karyede medeniyet yoktur, Medine’de vardır. Peygamberimiz (a.s.m) Mekke’den Yesrib’e hicret etti. O hicret edince orası Medineleşti” dedi. Hepimizin gittiğimiz her Yesrib’i Medine yapmakla zorunlu olduğunu söyleyen Demirci, “Allah tek bir kulunun hatırına o şehrin ismini değiştiriyor. Demekki üstadın bize hep söylediği gibi kendinizi asla küçük görmeyin. Vahiyle beraberseniz, aklınızı Kur’an irşad etmişse siz tek başınıza milletsiniz. O şehrin adını değiştirecek kadar çoksunuz. Azlılığınıza bakmayın, yanınızdaki azlığınıza bakın, cebinizde vahiy var mı, ihlas var mı? Hesabınızı çokluk üzerinden değil, iktidar üzerinden değil, kuvvetli ve kalabalık olmak üzerinden değil; hesabınızı muhlis olmak ve rıza-i ilahiyi gözetmek üzerinden yapınız.” şeklinde konuştu.
Yasin suresindeki şehrin öte yakasından gelen adamın çağrısına kulak asmayan ve onu taşlayarak öldüren kavmini, cennetle müjdelendiği halde “Keşke Rabbimin bana mağfiret ettiğini ve beni ikrâm edilenlerden kıldığını kavmim bilselerdi!” dediğini aktaran Demirci, Said Nursi’nin, kendisini süründüren ve mahkeme mahkeme dolaştıran, kardeşlerine hayatı zindan eden hakimlere, savcılara, iktidar sahiplerine “Yeterki imana kavuşsunlar, hakkım hepsine helal olsun” deyip beddua bile etmeyerek, ona cennetliksin buyur deseler “Bize şu mahkemede hakaret eden savcı, hakim onlar da bunu bilseydi keşke” diye feryat edeceğini, “Kardeşlerinin imanını selamette görse onun için büyük bir bayramdır” diyerek Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin de “Şehrin öte yakasından gelen adam”lardan olduğunu kaydetti.
Demirci, “Bediüzzaman Said Nursi Osmanlının en muteber alimidir. O Said Nursi kendi ana dili olmadığı halde savaş esnasında at sırtında Arapça İşaretül İ’cazı yazmış birisidir. Yine kendi anadili olmadığı halde Mesnevi-i Nuriye’yi Arapça yazmış biridir. Muhakemat, Kızıl icaz gibi son derece süper entelektüel eserler ortaya koymuş biridir. O Said Nursi, TBMM nin resmi hoşamediyle karşıladığı, herkesin itibar ettiği ve o günün makam-iktidar sahibinin dünya kadar maaşla doğu umumi vaizliği makamını teklif ettiği bilinir. Çok daha süper entelektüel kitaplar yazabilirdi. O zaman bunlar belkide börtü böcek edebiyatı diye üstadı küçümseyen akademik çevreler, ta başından Said Nursi tezleri, doktoraları yaptırırlardı. Biz garibanlara kalmazdı Said Nursi, akademisyen Saidleri olurdu. O köylülere kalmazdı. Fakat ne gariptir ki Said Nursi, Ankara’nın en kara günler diye tarif ettiği o günlerde, ta bize bugün dokunup bir iyilik için hepsini reddedip, Van’a kadar gidip Erek Dağı’nın eteklerine çekilip ‘ne yapsam’ diye düşünmüş birisidir.” diyerek insanların Kur’anla bağı koparılıp harf inkilabıyla kimsenin elif-ba okuyamaz hale geldiğini, ezanın yıllarca yasaklandığını, hepimizin şimdi görüp fark ettiği dehşetli bir kopuşu görmüş olduğunu vurguladı.
Demirci, Risale-i Nur’un Arapça bilmeyen ve din eğitimi almayan birisine Kur’anın kelimelerini aşina kıldığını, Risale-i Nur’un dilinin Kur’an kelimelerinden kurulmuş bir Türkçe kazandırdığını, bu hakikatlerin bir medeniyet dili olduğunu belirtti ve hiçbir eserde Allah’ın isimlerinin bu kadar aktüel, yerinde, anlamında ve aktif kullanılmadığını, Risale-i Nur’da üstadın “Allahu Teala” demediğini, marifetullaha erişmek için esma bağlamında Allah’a muhatap olunduğunu ve bu yüzden işlenilen konuya göre Halık-ı Rahman, Kadir-i Rahim gibi Allah’ı o isimle anmak gerektiği için kullanıldığını kaydetti.
Konuşmasının sonunda ihlas risalesindeki düsturlara değinen Demirci, en beğenilmeyen bir cemaate bile kıl kadar laf etmeyi hakkımız olmadığını, cemaatli olunmasını fakat cemaatçi olunmamasını, taraftarlık üretilmemesini, kavli leyine devam edilmesi gerektiğini belirtti.
Program sonunda Senai Demirci, okuyucularının kitaplarını imzaladı.