Said Nursi, Risale-i Nur’un sadeleştirilmesine karşı ne yaptı?
Badıllı ağabey, Bediüzzaman Hazretlerinin benzer girişimlere karşı nasıl bir tavır takındığını da hatırlattı
Risale Haber-Haber Merkezi
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebelerinden Abdülkadir Badıllı ağabey, Risale-i Nur’u sadeleştirme çalışmalarını bir kez daha reddetti. Badıllı ağabey, yazısında Bediüzzaman Hazretlerinin zamanında da yapılmak istenen benzer girişimlere karşı nasıl bir tavır takındığını da hatırlattı.
Sadeleştirmeyi yapanların Bediüzzaman’ın eserlerinin bazı yerlerini değiştirdiği için kendilerinin de değiştirdikleri şeklinde savunmalarına karşı çıkan Badıllı ağabey, şöyle cevap verdi:
1-Bir müellif kendi malı olan eserlerinde bazı değişikler yapabilir. Ama başkası, hele manalar denizi olan Nurların feyezanlı hakikatlarından çok uzak olup, Nurları basit bir kitap şeklinde addeden bir kimse o ameliyeyi yapamaz. Yapsa küstahlık yapmış olur.
2-Hazret-i Bediüzzaman kendi eski eserleri için bakınız ne diyor: “…Hem Türkçenin sarf, Nahvini bilmediğimden, ma’naya giydirdiğim üslubun döğmeleri pek karışık oluyor. Hatta “Evet, işte, şimdi, hem de, zira, olan, şu, bu” tekerrürleri sizin gibi beni de usandırıyor. Başkasının tashihine de kat’iyyen razı olamıyorum. Zira külahıma püskül takmak gibi, başkasının sözü sözlerimle hiç münasebet ve ülfet peyda etmiyor, sözlerimden tevahhüţ eder.” (Münazarat-ifade-i meram, Hamisen bölümü.)
Aynı bu manada, (eski yazılarımda kayıtlı olduğu gibi..) Av. Ahmet Hikmet Gönen için Üstadın yazdığı bir notta: “Hem vekilimiz Ahmet bey haber veriniz ki: müdafayı makine ile yazdığı vakit, sıhhatine pek çok dikkat etsin. Çünkü ifadelerim başkasına benzemiyor. Bir harfin ve bazen bir noktanın yanlışı ile bir mesele değişir, mana bozulur.” (Osmanlıca Şualar sh.738)
Şimdi, şu nasih hasiyetli mektubun içindeki incelikleri herhalde ehl-i basiret kimseler idrak etmektedirler, başka bir şey yazmaya da gerek yoktur sanırım. Mektuptaki ince hakikatleri takviye ve te’yiden hadiseleri arzediyorum.
1-1947’lerde İstanbul’da meşhur vaiz Şemseddin Yeşil, Risale-i Nurdan bazı parçaları sadeleştirerek kitapları içinde neşrettiğinde, Hazret-i Üstad şahsen değil, talebelerini devreye sokarak karşı çıkmış ve durdurmuştur. Bu hususta Emirdağ asıllarında yazılı ifadeleri vardır.
2-Aynı yıllarda Karabüklü Dr. Mustafa Ramazanoğlu (Oruç) küçük bir kitap yazdı, içine Risale-i Nurdan bazı parçalar derceyledi. Üstad hazretleri yanındaki talebeleri elleriyle Ramazan oğlunun ifadeleri olan kısımları, üstüne kağıt yapıştırarak, Nura ait kısımları bıraktı.
3-1949’da Afyon hapsinde Ahmed Feyzi Kul’un Nurlardan bazı parçaları sadeleştirerek neşrinin iznini Hazret-i Üstaddan samimane ve ısrarlı bir şekilde istediği zaman- İnebolulu merhum İbrahim Fakazlı’nın şehadet ve rivayetiyle- Hz Üstad ona: ‘Kardeşim Ahmed Feyzi ben sana yapma demiyorum, ama öyle bir şeyi yaptığın zaman, o takdirde ona ismimi koymazsın. Çünkü öylesi bir eser benim değildir’ demiştir.
4-1951’lerde, meşhur kalemşör Necip Fazıl Kısakürek Risale-i Nurdan bazı parçaları sadeleştirip Büyük Doğu mecmuasında neşrettiği zaman, Hazret-i Üstad o parçaları eski yazıya çevirtip şahsen inceledi. Risale-i Nurun Kudsî, ince manalarını muhafaza edememiş belki çoğu yerde bozmuş olduğunu gördü. Talebelerini devreye soktu ve o bir çeşit bozma hareketini durdurdu. Şu yazılan hadiselerin belgeleri yanımızda mevcuttur. İşte hal ve encan böyle. Binaenaleyh, nurları sadeleştirmeye yönelik girişimler mutlaka bir bozma, bir tahrif ve tağyir hareketi olduğuna şüphe yoktur. Saf bir niyetle dahi olsa, bu hükmü lağvetmez.
Bu münasabetle, eski yazılarımda kaydettiğim Hz. Üstad tarafından çok açık ve hiç tevilsiz bir şekilde üstünde olduğumuz mevzuu dile getiren nurdan iki parçayı da burada kaydettikten sonra, hükmü okuyuculardan basiret ehline bırakacağız. İşte Fihrist Risalesinden on birinci mektubun fihristi. (Bizzat Hz. Üstadın ifadesidir.)
“.. Bu mektup perişan görünüyor. Bu perişan mektup münasebetiyle kardeşlerime ihtar ediyorum ki: bu küçük mektuplar hususi bir surette bazı kardeşlerime yazmıştım. Büyük mektuplar meydana çıktıktan sonra küçüklerde umumun nazarına gösterilmesi lazım geldi. Halbuki tanzimsiz, müşevveş bir surette idiler. Onlar ne hal ile yazılmış ise, öyle kalması lazım geliyor. Sonradan tashih ve tanzim etmeye mezun değiliz. İşte bu on birinci mektup perişan bir surette birbirinden çok uzak dört meseleden ibarettir. Hem müşevveş, hem perişandır. Fakat şairlerin ve ehli aşkın zülf-ü perişanı sevdikleri ve istihsan ettikleri nevinden bu mektupta, zülf-ü perişan tarzında soğuk tasannu karışmadan hararet ve halavet-i asliyesini muhafaza etmek niyetiyle kendi halinde bırakılmış.”
Ve bu samimi ifadeleri takviye eden yirmibeşinci Lem’anın altıncı devası, unutularak iki defa yazıldığını sonradan gören Hz. Üstad, onun haşiyesinde şunu yazmıştır:
“Fıtrî bir surette bu Lem’a takattür ettiğinden altıncı mertebede iki deva yazılmış. Fıtriliğine ilişmemek için öylece bıraktık. Belki bir sırrı vardır diye değiştirmedik.”
Bir şey daha: bazı lahika mektuplarında: “tashih ve ıslah edebilirsiniz” tabirleri vardır. Üstad hazretleri tashih ve ıslah diyor. Bozup sadeleştirme ile tahrif ediniz üslubunu değiştiriniz demiyor.
Gelelim, 1940’larda Kastamonu’da başta Abdullah Yeğin ağabey olarak bir-iki liseli gençlerin Latin harfi olan yeni yazıya çevirip okumaları için hususî şekilde birkaç parça Nur Risalelerine mahsus vermiş olduğu izin ve “bazı kelimat-ı arabiyede tasarruf edildi” şeklinde yazdığı mektuptaki hadiseye gelelim.
Burada mezkur mektubun o bölümünü aynı metniyle aldıktan sonra, bazı noktaların anlaşılmasını sağlayan bir-iki noktayı erbab-ı ilim ve ehl-i basirete arz etmeye çalışacağım. İşte:
“Saniyen: Burada lise mektebine tesirli bir nur girdi. O da otuz ikinci sözün birinci mevkıfı, otuzuncu lemanın ism-i Adl ve Hakem Nûkteleri, Tabiat leması Hatimesine kadar; Ayetûl-Kübranın [Evet bu dünya misafirhanesine giren her bir adam…]la başlayan Birinci makamın başında –ilham ve vahy mertebeleri hariç kalıp-ta on sekizinci mertebe olan; kainatın Hûdüs hakikatı, ta İmkana kadar… yeni hurufla bir ihtar ile izin verdik. Daktilo el makinesiyle kendilerine yazdılar. Sizde bu dört parçayı birden cilt yapıp yeni hurufla ehl-i inkara on ikilik top güllesi gibi atabilirsiniz. Fakat yirmi sene evvelki Türkçe ile şimdiki Türkçenin farklı olduğundan, yeni Türkçe için bazı kelimat-ı arabiyede tasarruf edildi. Sizde öyle yapabilirsiniz. Risale-i Nur yirmi sene evvel ki Türkçe ile konuşur. O zamanı görmeyen gençlere teshilat olmak için bazı tabiratı değiştirirseniz iyi olur.” (Osmanlıca Kastamonu lahikası, teksir-sh.278)
Evvela: Erbab-ı irfana şu hususları arzederiz ki; bu mektubun yazılış sebebi, ilk olarak zuhur eden bir mühim hadise ki; liseye Risale-i Nurun girmesi ve iki-üç lise talebesinin Nurlarla alaka peyda etmesiyle beraber, Latin harfiyle yazılmasına Risale-i Nurdan üç-dört parça için manevî ihtar ile izin verilmiş olmasıdır. Bu ilk zuhûr eden hadisenin hatırı için, mektupta isimleri geçen parçalara mahsus bazı kelimat-ı arabiyede tasarruf yapılmıştır. Bu tasarrufu başkası değil, bizzat Hazreti Bediüzzaman yapmıştır. Ve o gün için yalnız o üç-dört parçada kendisinin yaptığı tasarrufun aynısını yapmaları hususunda, Isparta’daki sadık talebelerine de izin vermiştir. Tasarruf görmüş mezkur o dört parçada bilahare Asay-ı Musa kitabına aynen dercedilmiş ve o tarzda devam etmektedir.
Saniyen: Kastamonu lahikası asıllarında mevcud olan o mektup, bilahare Hazret-i müellif tarafından 1959’da tanzim edilip umumâ neşir için hazırlanan şimdiki mevcud Kastamonu lahikasında o mektubun o kısmı, (tasarruftan bahseden bölümü) çıkarılmış, daha da hiç neşredilmemiştir. Envar Neşriyat Latin harf Kastamonu lahikası sh. 197’ye bakılabilir.
Salisen: İmam-ı Azamın, “namazda Fatiha yerine onun tercümesinin okunması caizdir” fetvasının beş cihetle hususiliği gibi, bu da onun gibi hususi ve bir defaya mahsus ve sadece üç-dört parça ile alakalıdır.
Rabian: Mektuptaki tasarruf etme izninin hükmünü nesheden Hazret-i Üstadın Emirdağ lahikasındaki mektubudur. Ve bu nâsıh mektubun hükmünü teyid ve takviyeden birkaç ehemmiyetli ve Hz. Üstadın davranışını apaçık gösteren hadiseler vardır.
Kastamonu asıllarındaki mektubun hükmünü nesheden Emirdağ mektubunu aynen alıyoruz:
“Saniyen: Nurun metni izaha ihtiyacı olsa, satırın üstünde, ya kenarda haşiyecikler yazılsa daha münasiptir. Çünkü. Hem herkes senin gibi (muhatab Ahmed Feyzi Kul ağabeydir.) mühakkık, müdakkık olmaz; yanlış bir mana verir, bir kelime ilave eder. Ehemmiyetli bir hakikatı kaybetmeye sebeb olur. Tashihatında böyle zararlı ilaveleri çok gördüm. Hem benim tarz-i ifadem bu zamanın Türkçesine uygun gelmiyor; bir parça dikkat ve temenni ister. Belki bununda bir faidesi, bir hikmeti var.” (Her iki Emirdağ kitabı sh.661)
Tashih ve ıslah nedir? Bütün eski ve kamil Nur talebeleri bunu şöyle izah ederler: “Müsvedde olarak yazıldığında, kâtibin hatalı yazması, imla noktasında hatası vs. Mesela, sad ile yazılan bir kelimeyi “se” harfiyle yazılmış olabilir, siz bunları düzeltebilirsiniz. Osmanlıca imlaya göre hatalı yazılmışsa, doğrusunu yazınız” demektir.
Hülasa: 17 sene evvel bu mevzuda yazdığımız bir kitapta bir çok belgeleri konuşturarak metin içine girse, teksir edilen nüshalar ayrı ayrı olur, tashih lazım gelir. Hem su-i istimale kapı açılır, muarızlar istifade ederler; hiçbir surette sadeleştirme denilen tahrife cevaz olmadığını isbat etmiştik. Geçen sene yazdığım birkaç yazımda da yeni deliller ibraz eyledik. Bu vaziyette, sadeleştirmeciler Risale-i Nurun tağyir ve tahrifine –her şeye rağmen- devam ederlerse katiyen bileceğiz ki, işin arkasında habis kuvvetler vardır, bu şahısları şu şenaatdar, işte çalıştırmaktadır.
Biz Nurun hamiyeti, Nurun gayreti namına çok şeyler yazdık. Ve yazacağız. Bazı gizlilikleri –icap ederse- aleniyete çıkaracağız.