Said Nursi, sadeleştirmeyi biliyor muydu?

Said Nursi, sadeleştirmeyi biliyor muydu?

Yazar Abdurreşid Şahin, sadeleştirme çalışmalarını eleştirdi

Risale Haber-Haber Merkezi

Yazar Abdurreşid Şahin, sadeleştirme çalışmalarını eleştirdi. Karakalem.net sitesinde "Lem’alar’ı sadeleştirme ya da meseleyi sadeleştirelim!" başlıklı yazısında Şahin, "Eğer niyetiniz geniş kitlelere Lem’alar’ı ulaştırmaksa bunu zaten Bediuzzaman ismi yapıyor; sadeleştirmek değil. Ama maksat Risaleleri daha geniş kitlenin anlamasını sağlamaksa bunu sadeleştirilmiş metin yapamaz, sadeleştirilmiş metin sadece kendinin (sadeleştirilmiş şeklinin) anlaşılmasını sağlar, Risale’nin değil" dedi.

İşte o yazı:

Evet meseleyi sade ve daha anlaşılır bir hâle getirelim. Bu konuyu daha farklı bir açıdan ele almaya çalışacağım. Maksadım sadeleştirmeyi yapan kardeşleri incitmek ya da “sadeleşmesin” diyenleri desteklemek değil. Kimin ne niyetle yaptığını ya da karşı çıktığını Allah bilir. İtiraz eden kendi konumunu tehlikede gördüğü için itiraz ediyor olabilir de olmayabilir de. Onaylayan da yeni bir rant peşinde olabilir de olmayabilir de. Bunu belirlemenin mercii biz değiliz, yargı makamı Allah’tır. Durumu daha sade daha anlaşılır kılmaya çalışacağım.

Ben sadeleşmiş olanı yeni gördüm. Kapağında yine “Risale-i Nur Küliyatı’ndan Lem’alar - Bediüzzaman Said Nursi” yazıyordu ama “sadeleştirilmiş” yazmıyordu. Bu durum beni düşündürdü. Bu kardeşlere soruyorum: O kitabın müellifi olarak “Bediuzzaman” yerine sadeleştirmeyi yapanın ismi yazılsaydı o kitabı basar mıydınız? Veya daha farklı açıdan sorayım: Kitap sadeleştirilmiş hâliyle başka isimle yayımlansa o kitabı kaç kişi okur?

Siz aynı sayıda basar mıydınız o zaman. Demem şu ki kitabı okutan yazarının kendisidir. Yazar değişse o kitabın yüzüne kimse bakmaz ya da yazara olan teveccüh nispetinde kitaba ilgi olur. Eğer niyetiniz geniş kitlelere Lem’alar’ı ulaştırmaksa bunu zaten Bediuzzaman ismi yapıyor; sadeleştirmek değil. Ama maksat Risaleleri daha geniş kitlenin anlamasını sağlamaksa bunu sadeleştirilmiş metin yapamaz, sadeleştirilmiş metin sadece kendinin (sadeleştirilmiş şeklinin) anlaşılmasını sağlar, Risale’nin değil. Siz de çok iyi biliyorsunuz ki Risale’nin anlaşılamaması onun dilinin ağırlığından kaynaklanmıyor. Ona bakan nazarların niyetinden kaynaklanıyor. Risale imani bir derstir. Bu da çaba ve halis niyet gerektirir. Kelimelerin daha da Türkçeleştirilmesi/sadeleştirilmesi imani hakikatin anlaşılmasını sağlamaz, o hakikate ulaşmak bir tavır meselesidir.

Şunu söylemek istiyorum: Risale daha sadeleştirilmeden onun manası tam anlaşılmadığı hâlde mübarek bir kitap okunuyor ve sevap kazanılıyor ümidiyle binlerce dinleyeni ve okuyanı var. Onu hiç anlamadan Bediüzzaman’a ve Risalelere yüklenen kutsiyetten faydalanmak için okuyan binlerce insan var. Siz sadeleştirmekle bu sayıyı çoğaltmaya mı çalışıyorsunuz? Eğer durum böyleyse diğerlerinin size kızmaya hakkı yok. Fakat Risale’nin her kelimesinin bir kasıtla seçildiğini ve anlaşılması gereken bir kitap olduğunu düşünen bizlerin söyleyecek çok şeyi var ki bunlar da değişik zeminlerde yazılıp çizilmekte. Sadeleştirme işi o kelimenin oraya konuluş hikmetinin anlaşılmadığının göstergesidir. Risalelerin Müellifi Bediüzzaman’ın tasarrufu üzerinde kendini “yetkili görme” çabasıdır. İtirazım özellikle bu noktadadır. Israrla sadeleştirmek istiyorsanız kendi isminizi koyun öyle basın, bakalım geniş kitlelere ulaşacak mı?

Hatta Risale-i Nur’dan da demeyin. Zira onun da me’hazinde kutsiyet var, o kutsiyet okutuyor. “Lem’alar” da demeyin. Parıltılar veya başka bir şey deyin bakalım ne olacak.

“Risalelerin de anlaşılır bir dille yeniden ifade edilmesi elbette makul karşılanabilir.” açıklaması Risalelerin müellifininin, “eserlerini anlaşılır bir dille” yazmadı anlamını da içeriyor.

Bediüzzaman herhangi bir müellif değildir. O, “İ’caz-ı Kur’an’ı” Rabbinin izniyle “beyan eden” Risale-i Nurların müellifitir. O, “Bir zaman, Eskişehir Hapishanesinin penceresinde, bir Cumhuriyet Bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raksediyorlardı. Birden, mânevî bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki…” diyen bir müelliftir. Öğrencilerin” mânevî bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri”ni Allah’ın izniyle gören bir müellif, vefatından sonra eserlerinin gençler tarafından anlaşılıp anlaşılmayacağını da görür.

Sadeleştirmek problemi çözer mi? Yoksa daha da derinleştirir mi? Siz önce Hoca Efendinin kitaplarını sadeleştirin. O kitaplar Risaleyi anlamaya sebep olabilir. Zira Hoca Efendinin hem namı hem ihlâsı var. Hem de o hakikatlerin yabancısı değil. Onun vesilesiyle bazıları hakikate muhatap olabilirler. Ya da illa ki sadeleştirme yapacaksanız asıl metnin yanına ayrıca belirterek yapın.

Efendim Kur’an bile sadeleşti/meali var eleştirilerine gelince… Ben size şunu soruyorum: Kur’an’ın aslını birçok Arap, Arapça bilen anlamıyor. O’nun kutsiyetine binaen hürmet ediyor fakat anlamıyor. Zira Kur’an’ı anlamak için Arapça bilmenin ötenside daha önemli bir çaba gerekir. Her şeyden önce tevazu ve hakikati incitmeme cabası gelir. Öyle olmasaydı oryantalistlerin çoğu ve Ebucehil misali insanlar imana gelirdi. Demek ki mesele dille alakalı değil. Niyet ve tavırla alakalı.

Size soruyorum: Bildiğiniz bir Arapça sadeleştirilmiş Kur’an var mı? Üzerinde “Kur’an” yazılı olup içerisinde Araplara da yabancı olan kelimelerin orijinalleri olmaksızın yazılan bir metin ya da bir hadis metni var mı? Kendi yaptığınız sadeleştirmeyle kıyaslayacaksanız Kur’an’ı bu şekilde kıyaslayın. Zira tercüme ayrıdır, sadeleştirme ayrıdır. Tercüme bir zorunluluktur ve yetersizliği aşikârdır. Zaten tavsiye edilen bir şey de değildir. Onun yerine tefsir önerilir. Ve bütün tercümelerin üzerinde “tercüme” olduğu yazılıdır. Kaldı ki Risalelerin dili zaten Türkçedir. Üstad, Arapça, Farsça ve Kürtçeye hâkim olduğu hâlde Türkçe yazmış. Siz de eğer yapacaksanız şerhini, izahını, tefsirini yapın. O vesile ile Risalelere geçiş sağlayın. Orijinal metnin kapağını aynen alıp içini değiştirerek değil. Ama siz de çok iyi biliyorsunuz ki şerhi de yapıldığı hâlde aslına olan rağbetin yerini tutmadı. Risale-i Nur’un daha fazla satılması için bir sürü atraksiyonlar yapıldı, mealler konuldu, kelimeler, indeksler içine kondu vs. bunların bir kısmı “yeniden satmak “ için yapıldı zannını benzeri çalışmalar üzerinden atamadı. Zira bir kısım insanlar evlerinde asıl metinler olduğu hâlde yenilerini satın aldılar. Ve Risale basımı bir sektör hâline dönüştü. Bu da sektörler çatışmasına dönmesin.

“Öteden beri Kur’an-ı Kerim’in tercümelerinin yapılıyor olması ve bu tercümelerin, orijinal metin olmadan da basılabiliyor olmasıdır. Kur’an’ın ne tercümesi ne de orijinal metinsiz haliyle basılmasına herhangi bir tepki gösterilmediği yerde…” ifadesi de bir çelişkiyi barındırıyor. Kur’an’ı aslından anlayamıyoruz bırakın da İ’caz-ı Kur’an’ı beyan eden Risale-i Nurlar’ı aslından okuyarak Kur’an’a sâlim, mustakim bir yol bulalım. (“Bir büyük infilak olacak. O infilak ve inkılâptan sonra Kur'an etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur'an kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur'an'a hücum edilecek; i'cazı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i'cazın bir nevini şu zamanda izharına, haddimin fevkınde olarak, benim gibi bir adam namzed olacak ve namzed olduğumu anladım.” Said Nursi)

Risalelerin daha geniş kitlelere ulaşmasını istiyorsanız nazarları Risalelere çekecek şerh ve izahlar yapın. Siz saf bir ayna olursanız orda olan hakikatlere o hakikatler muhtaç nazarları kendine celbeder. Sorumluluktan kaçıp sorumluluğunuzu kitaba atmaya çalışmayın. Zira sadeleştirilmişi bile olsa o hakikat şerh ve izaha daha çok ihtiyaç duyar, çünkü metin başka bir anlam kazanmıştır, sadeleştirenin zihin elbisesini giymiştir bir kere. Bu girişim rant şüphesini de üzerinden atamaz.

Burada maksadımı daha belirginleştimek için Risale’de olan bir bahsi sadeleştirmeden şerhhedeyim. Özetle Üstad Kur’an’ın kutsiyetine dayanıp hakikati insanlara Kur’an böyle diyor, diye dayatmamak gerektiğini söyler. Hakikati Kur’an’dan alıp kişiyi hakikatle muhatap ettikten ve kabulüne vesile olduktan sonra kaynağına işaret babından “Bu, Kur’an’ın hakikatidir.” demeli diyor. Yani kendi sözlerimizi Kur’an ile yüceltmek yerine Kur’an’ın yüce manasına insanları ulaştırmaya çalışmak olmalı çabamız. Bu da sadeleştirmekle olmaz, kendi lisanınızla hakikati yeniden dillendirmekle olur.

Yargılamak Âdil-i Mutlak olan Allah düşer. Ben bu çabanın niyetini sorgulayamam fakat bu kardeşlere uyarı kabilinden sormak isterim: Maksadınız ne? Bunu önce kendinize izah edin, gerisi önemli değil. Gerçekten insanları hakikate muhatap etmek ise mesele yok. Ama bir de şu açıdan sorun kendinize: Problem sade olmama problemi midir? Sadeleştirmek problemi çözer mi? Yoksa “belirlediğiniz problemi” daha da derinleştirir mi? İlle sadeleştirme yapacaksanız asıl metnin yanına koyarak yapın. Ya da en azından kitabın başına sadeleştirilmiş metin/ sadeleştirenler diye yazılsın. En azından okuyucu neye muhatap olduğunu bilir. Zira insanların çoğu kapağına bakarak ve yazarına bakarak kitabı alır.

“Muazzam emek sarf eden” ve Lem’alar’ı sadeleştirerek bir operasyona imza atan “bu iki genç adamın” asıl metindeki hangi kelimelerin yerini değiştirdiği, göçe zorladığı ehlince tesbit edilir yakın bir zamanda.

Risaleleri anlamak isteyen niyeti nisbetinde anlar; “anlayamıyorum” diyenlerin bir kısmının elbette mazeretleri vardır, yabancı dil öğrenmek, kariyer yapmak, zaman bulamamak gibi! (Yazının sahibi dil öğrenmeye vs. karşı değildir.) Anlamayanların bir kısmı ise bir yolunu bulur anlar, Risale sohbetlerine katılarak, bilenlerle konuşarak, Risale forumlarına katılarak, lügatlara başvurarak…

Rabbim niyetimizi halis kılsın. Hayırda yarışan kullardan eylesin. Rekabet illetinden bizi kurtarıp ihlâsa ulaştırsın. Âmin.