Fahri GÜVEN
Said Nursî'nin 1940 sonrasında gördüğü zulüm ve işkenceler...
Said Nursî'nin 1940 sonrasında gördüğü zulüm ve işkenceler...
Said Nursî, hakkında 700'e yakın dava açılmış bir münevverimizdir. 1925'den başlayarak vefatına kadar "rejim aleyhtarı" olmak, "gizli cemiyet kurmak" gibi suçlamalara maruz kalır. En çok da 1950 sonrasında Türk Ceza Kanunu'nun 163. maddesine göre "devletin temel nizamını dini esaslara uydurmakla" suçlanır. Hatta bu minvalde "tehlikeli bulunarak" sürekli takip edilir. Kendisinin de eserlerinde belirttiği üzere pek çok kez zehirlenme teşebbüsünde bulunulur. 1925'den sonra ömrünün geri kalan bölümü sürekli sürgünlerde ve hapishanelerde geçtiği için evlenme imkânı bulamaz. Özellikle de 1923 yılında Ankara'dan ayrılıp Doğu'ya hareket ettikten sonra onun sürgün günleri başlamıştır. Nitekim 1940 sonrasında yaşadığı zulüm ve işkenceleri Eşref Edib merhum şöyle anlatmıştır:
Bediüzzaman Denizli Mahkemesi'nde, beraat ettiği hâlde Afyon'un Emirdağ Kazası'nda ikamete memur edildi [1944]. Orada münzevî bir hayat yaşarken, ibadet ve tâat ile meşgul olurken, Risâle-i Nur külliyatına yeni eser hazırlarken farmasonlar ve komünistler yine aleyhinde tahrikatta bulundular. Kim bilir hangi hain muhbirin ihbarı ile aleyhine yine isnadlarda bulundular. Yine aynı nakarat:
- Gizli cemiyet kuruyor. Halkı hükümet aleyhine çeviriyor. İhtiyarladıkça artan enerjisi ile rejimi yıkmaya çalışıyor. Şuna buna çatıyor.
Böyle asılsız bir sürü bahanelerle Risâle-i Nur talebesinden 51 kişi ile birlikte Afyon Ağır Ceza Mahkemesi'ne verildi ve zindana atıldı.
Yapılan uzun tetkikat ve muhakemat neticesinde hiçbir suç delili bile bulunamadı. Fakat ne olduysa oldu, ne yaptılarsa yaptılar. Kat'î bir delil ortaya konulamamakla beraber "vicdanî kanaatle" Üstad yirmi aya, bir âlim arkadaşı 18 aya, 24 kişiden birkaçı müstesna, diğerleri de altışar aya mahkûm oldular. 25 kadarı da "Bunlar Bediüzzaman'ı büyük bir mürşid olarak tanımışlar. İçlerindeki derunî boşluğu doldurmak için Risâle-i Nur'u okumuşlar." diye beraat etmişlerdir. Mahkûm olanlar Bediüzzaman'ın kurduğu cemiyete (mevhum cemiyete) yardım etmişler diye cezalandırılmışlardır.
Hüküm temyiz edilmiş, Yüksek Temyiz Mahkemesi' az bir zamanda tetkikatını bitirerek "Mademki Bediüzzaman Denizli Mahkemesi'nde aynı suçtan beraat etmiştir ve bu beraat kararı Temyizce tasdik olunmuş ve kat'iyet kesbetmiştir. Temyizin tasdikine iktiran eden bir dâvadan dolayı tekrar muhakeme icra edilemez." diye kararı esasından bozmuştur.
Bunun üzerine tekrar muhakeme başlıyor. Mevhum suç sanıklılarından ne istedikleri sorulur. Karara uyulmasını isterler. Üstad da şöyle bir istekte bulunur:
- Ben kardeşlerimin nâmına Temyiz'in kararına uyulmasının, kendimin de cezalandırılmasını istiyorum.
Afyon Mahkemesi Temyizin kararına uyup uymamak hususunda bir türlü karar veremiyor. Uzun uzadıya düşünüyor. Nihayet uymaktan başka bir çare bulamıyor. Fakat Temyiz Mahkemesi'nin gösterdiği noksanları ikmal için çalışmaya başlıyor. Bu çalışmalar bir türlü bitmiyor. Mütemadiyen muhakeme ta'lik ediliyor, geciktiriliyor.
Üstad ve talebeleri hüküm kat'iyet kesbetmeden verilen cezaları hapishanede kalarak çekmiş bulunuyorlar ve nihayet bilmecburiye tahliye ediliyorlar [1949].
Muhakeme üç seneye yakın bir zaman devam ediyor. Bu üç sene zarfında Üstad o kadar şiddetli zulümlere, o kadar emsalsiz işkenceler mâruz kalmıştır ki tarihte hiçbir ilim adamına bu kadar cefa yapılmamıştır. Denizli'de bir ayda çektiği sıkıntıyı Afyon Hapishanesi'nde bir günde çekmiştir. Kendisine büsbütün kanunsuz muamele yapılmıştır. Hapishanede tam yirmi ay büyük bir koğuşun içinde yalnız bırakılarak mutlak bir tecrid içinde mahvolmasına intizar olunmuştur.
Kışın en şiddetli günlerinde hapishane pencerelerinin iki milim buz tuttuğu zamanlarda zehirlenmiştir. İhtiyar hâliyle aylarca ıztırab çektirilmiştir. Yatağında bir taraftan bir tarafa dönemeyecek bir hâle geldiği zamanlarda bile hizmeti için bir talebesine olsun müsaade edilmemiştir. O korkunç şerâit altında kendi kendine ölüp gitmesi beklenmiştir. Böyle ölüm döşeğinde iken fırsat bulup ziyaretine gidebilen bir talebesine şöyle demiştir:
- Kardeşlerim! Belki hayatta kalamayacağım. Bütün mevcudiyetim vatan ve millet, gençliğinin, âlem-i İslâm ve beşeriyetin ebedî refah ve saadeti uğrunda feda olsun. Ölürsem dostlarım intikamımı almasınlar. Bu hususa son derece dikkat edilsin.
Üstad'ın hapishaneye gelmesiyle çok müstefid olan mahpuslardan birisi pencereden Üstad'a selâm verdiği için o mâsum şahsa:
- Sen Bediüzzaman'a niçin selâm verdin? Neden onun penceresine bakıyorsun? diye dayak atılmıştır.
Üstadlarının hasta ve çok elim vaziyette olduğu bir zamanda fırsat bulup görüşmeye çalışan talebeleri falakalara yatırılmıştır. Gerek hapishane dâhilinde gerek haricinde hizmetini yaptırmamak için elden geleni yapmaktan çekinmemişlerdir. Dünyada hiç kimseye yapılmayan zulüm ve işkence ona yapılmıştır. Nihayet Halk Partisi'nin can çekiştiği devirde, 20 Eylül 1949 günü hüküm verilmeden ceza müddetini hapishanede tamamlamış bulunduğu için tahliye edilmiştir.
Bütün hapishanelerde mahpuslar resmî mesaî saatlerinde tahliye edilirken, Afyon'da tahliye zamanı bermutad saat 10.00'da iken, Üstad'ı fevkalâde bir tezahürle karşılamaya hazırlanan halkın istikbâline mâni olmak için şafak vaktiyle sabah namazı arasında hapishaneden tahliye etmişlerdir.
Hapishaneden çıktıktan sonra Afyon'da mütevazı bir evde yerleşmiştir. Verilen cezayı hükmünden evvel tamamıyla çekmişken mahkûmiyet kararını Temyiz Mahkemesi tamamıyla lehine olarak bozduğu hâlde, üç polis kapısı önünde geceli gündüzlü nöbet beklemiş, hapisten çıktığına kendisini pişman etmişlerdir.
İki senelik ezici ve kahredici bir zindandan kurtulduğu hâlde, geçmiş olsun demek için yanına gelenlere müsaade edilmemiştir, "Tarihçe-i Hayat"ında görüldüğü gibi, Rusya'da Rus kumandanı ona serbesti verdiği hâlde, öz vatanında bayramda ziyaretine gelen kimseler dahi Halk Partisi'nin idarecileri tarafından kovulmuş, ziyaretten men edilmiştir. Hatta millete korku ve evham vermek için hizmetçisiyle konuşanlar görülünce "Bediüzzaman'ın hizmetçisiyle konuşuyorsun" diye takibata mâruz kalmıştır.
Fakat bütün bu kanunsuzluklar, bu işkenceler, halkı bir kat daha Üstad'a yaklaştırmış, eserlerini arayıp bulmak hususunda bir kamçı vazifesini görmüş, buna mukabil zulüm ve işkence yapanlardan uzaklaştırmıştır.
Ammenin teveccühü kırılmaya çalışıldıkça millet ve gençliğin hürmet ve merbutiyetini arttırmıştır. Üstad aleyhinde bulunuldukça bu irtibat ve muhabbet perçinlenmiştir. Serbest seçimde [14 Mayıs 1950] Halk Partisi'nin yıkılmasında bu zulüm ve işkencelerin ne büyük tesiri olduğunu kendileri de anladılar.
Üstad aleyhinde böyle menfi propagandadan maksat ne idi? Milletin ona karşı teveccühünü kırarak şahsını çürütmek, bu sûretle Risâle-i Nur'un geniş mikyastaki intişarını durdurmak. Fakat Risâle-i Nur, müellifin şahsıyla alâkadar değildir. Risâle-i Nur başka eserlere benzemez. Risâle-i Nur bambaşka hüccet ve buhran hazinesidir. Risâle-i Nur'u okuyan müellifinin şahsına bakmaz. Eserin içindeki muazzam burhan ve delillere bakar. Bunun içindir ki Üstad'ın aleyhinde yapılan bütün propagandalar akim kalmaya mahkûmdur.
Bütün Müslümanların gönülleri, vatan ve millete bu derece büyük istifadeler temin eden, Kur'an ve iman hizmetini yapan bu büyük İslâm âliminin, İslâm mütefekkirinin bu derece mahkemelerde sürüklendirildiğine müteessir ve müteessiftir...
* Geniş bilgi için bkz. Eşref Edib, Risale-i Nur Müellifi Said Nur: Hayatı, Eserleri, Mesleği, 3. Baskı, İstanbul 1958.
Milli Gazete
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.