Said Nursi’nin ahirete teşrifi üzerine taziyename

Said Nursi’nin ahirete teşrifi üzerine taziyename

Mehmet Kırkıncı Hocaefendi, yazılarıyla Risale Haber’de. İşte ilk yazısı

Risale Haber-Haber Merkezi

Mehmet Kırkıncı Hocaefendi, yazılarıyla Risale Haber’de. Kırkıncı Hocaefendi ilk yazısında bugün Urfa’da düzenlenecek olan Bediüzzaman Mevlidi münasebetiyle Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin vefat anı ve sonrasındaki gözlemlerini kaleme aldı.

Üstadın ahirete teşrifi münasebetiyle yazılan taziyename

O yıl Ramazan-ı Şerif Mart ayına denk gelmişti. Son Hocam olan Erzurum Müftüsü Sadık Efendi her ramazan ayında olduğu gibi, o yıl da Darağaç Camii’nde vaaz vermemi istemişti. 23 Mart 1960 günü idi. Yine vaaz vermeye giderken üzüntüsü her hâlinden belli olan bir kişi ile karşılaştım. Ben onu tanımıyordum, fakat o cami cemaatinden olduğu için beni tanıyormuş. Bana; “Hocam nereye gidiyorsun?” dedi. Ben de; “Vaaz vermeğe gidiyorum.” dedim. Bunun üzerine; “Hocam sen duymadın mı? Üstad vefat etmiş” dedi. Bu haber karşısında âdeta şok oldum ve ona; “Sus! O nasıl söz” diyerek tepki gösterdim. Sonra kendimi toparladım ve “Sen Üstadın vefat ettiğini nereden duydun” diye sordum. O da radyodan duyduğunu söyledi.

HEMEN YOLA ÇIKTIK

Vaaza gitmekten vazgeçtim ve hemen babamın mahalle başındaki oteline gittim. Olanları babama da anlattım. O da çok üzüldü ve ağladı. Üstad’ın vefat haberi doğrulandı. Üstadımın beklemediğim bu ani vefatı beni son derece sarsmıştı. Urfa’ya gitmek üzere hemen bir plan yaptık. Astsubay İbrahim Okur, Astsubay Mehmet Şanlı, Hasan Efendi, Kamil Sirkeci, Vahdettin Hızıroğlu ve Şercil Ağabey’le birlikte bir minibüs tuttuk ve yola çıktık. Arabanın içinde bir hüzün havası vardı, hiç kimse konuşmuyordu. Kardeşlerimizin kimisi Kur’an, kimisi de Cevşen okuyordu.

Böylece Tercan’a kadar geldik. Yatsı vaktiydi. Henüz orucumuzu açmamıştık. Yola çıkarken üzüntümüzden hiç kimsenin aklına yiyecek bir şeyler almak gelmemişti. Çarşıdan ekmek, zeytin, peynir alıp yolda iftar etmeyi uygun gördük. Çarşıya indik, fakat herkes teravih namazında olduğu için hiçbir dükkân açık değildi. Sadece bir terzi dükkânı açıktı. İçerden bir genç çıktı ve bize ne aradığımızı sordu. Bizim iftar açmak için ekmek aradığımızı öğrenince, “Siz dükkâna buyurun, ben şimdi gelirim”  dedi. Biraz sonra ekmek ve yiyecekle döndü ve bize çay ikram etti. İftarımızı o dükkânda açtık. Hâlimizdeki perişanlık ve üzüntü onun da dikkatini çekmiş olacak ki, “Sizi çok üzüntülü gördüm. Siz de bir hâl var. Hayırdır!” dedi. Biz de olanları anlattık. “Ha!” dedi, bir daha konuşmadı. İsminin Ümit olduğunu öğrendiğimiz o gençle sonraki yıllarda da irtibatımız sıkı bir şekilde devam etti.

CADDELER, SOKAKLAR NUR TALEBELERİ İLE DOLUP TAŞMIŞTI

İftar ettikten hemen sonra yola çıktık. Yol boyunca sürekli kar yağdı, hava da fırtınalıydı. Sabah namazı vaktinde Diyarbakır’a indik, namazımızı eda ettikten sonra yolumuza devam ettik. O sırada kar yağışı da durmuştu. Saat dokuz sularında Urfa’ya ulaştık. Cuma namazını Dergâhtaki camide kıldık. Urfa’ya sanki bir insan seli akmıştı. Caddeler, sokaklar Nur Talebeleri ile dolup taşmıştı. Namazı müteakip medreseye gittik. Sungur Ağabey’i, Ceylan Ağabey’i, Zübeyir Ağabey’i ve Tahiri Ağabey’i medresedeydiler.

ZÜBEYİR AĞABEY CEMAATE ÜSTAD SONRASINI ANLATTI

Zübeyir Ağabey üstadın son dakikalarını ve vefatını cemaate şu cümlelerle anlatıyordu.
“Üstad’ın hastalığı çok ilerlemişti. Ateşi çok şiddetliydi. Üstad bir ara rahatladı ve uykuya daldı. Biz kendi aramızda sessizce konuşurken Elazığ müftüsü Ömer Efendi içeri girdi ve Üstad’ı görür görmez, “İnna Lillah ve inna ileyhi raciûn.” dedi. Biz ona doğru dönüp:
“Ne oldu?” diye sorduk.
“Üstad dünyasını değişti.” diye karşılık verdi. Biz telaşla ve itiraz ederek:
“Hayır! Üstad yaşıyor.” dedik. Fakat Üstad’a dikkatli bakınca vefat ettiğini anladık.

Sonra üstadın vefatı anında aldıkları tedbirleri anlattı:
“Üstadın vefat ettiğini öğrenince Ömer Efendi’ye vefatın gizli tutulmasını söyledik. Hemen Üstad’ın özel eşyalarını muhafaza altına aldık. Daha sonra savcıyı çağırdık ve gereken resmi işlemler başladı.”

Zübeyir Ağabeyi orada hazır bulunan cemaate cesaret vermek için şunları söyledi:
“Artık Üstadımız gitti. Bu hizmet bizim boynumuzda kaldı. Ölünceye kadar bu hizmeti devam ettireceğiz. Üstadımız vefat etti diye durmayacağız. Peygamberimiz (asm) vefat edince İslamiyet’i yayma vazifesi durmadı; bu vazifeyi sahabeler üstlendiler. Şimdi biz de bu hizmet uğrunda önümüze çıkan bütün engelleri aşacağız. Engeller ne kadar büyük olursa olsun, bizdeki himmet, şeamet, celadet, cesaret ondan daha büyüktür. Bu hasiyetlerin karşısına hangi engel çıksa küçüktür.”  dedi.

O MEZARIN SAHİBİ GELECEK

Anlatılanlar bizim için büyük bir şevk oldu. Sadece benim değil, orada bulunan Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelmiş bütün nur talebelerinin içini rahatlattı. Böylece bir teselli bulmuş olduk. Medresede, dergâhın imamı cemaate şunları anlattı:
“Dergâhın benden önceki imamı, hem büyük bir âlim hem de evliyadan bir zattı. Üstadımızı defnettiğimiz türbeyi o yaptırdı. Herkes bunu kendisi için yaptırdığını zannediyorlardı. Vefatına yakın “Sakın beni oraya koymayın, dergâhın yanındaki kabristana defnedin. Oranın sahibi gelecek” dedi. Üstad vefat edince imamın ihbarı tam tahakkuk etmiş oldu.

Yavuz Sultan Selim ahrete teşrif edince ünlü bir din âlimi ve aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin dokuzuncu Şeyhülislam’ı olan Kemal Paşa-Zade Ahmed Şemsettin Efendi, şu mersiyeyi kaleme almıştı:
Şems-i asr-idi asırda şemsin,
Zılli memdûd olur zamanı kasîr.

Şair Yahya Kemal de Yavuz Sultan Selim’in vefatını anlatan şu şiiri yazmıştı:
Bir gün çalındı nevbet-i takdir rıhlete,
Ukbâda yol göründü Hudâ’dan bu dâvete
Doldukça doldu gözleri eşk-i firâk ile
Kudretlü pâdişâh vedâ etti millete…

Tevhît maksadıyla geçirmişti ömrünü
Ref’etti armanını dergâh-ı vahdete
Dîdâr-ı fahr-i âlemi görmekti gâyesi
Gark-ı huşû çıktı huzûr-u risalete.

Evet bu ifadeler Üstadımız için de geçerlidir dense sezadır, becadır.
Allah dostlarının vefatından dolayı, yerler, gökler, sema, dağlar, bağlar, denizdeki balıklar, zaman ve mekân, hâsılı bütün mahlûkat ağlar ve yas tutarlar. Ehl-i küfrün ölümünü ifade eden bir ayette mealen şöyle buyrulur: “Ne gök ne yer onların üstüne ağlamadı.” (1)

Bu ayetin mefhum-i muhalifinden şöyle bir mana anlaşılır ki, “Ehl-i imanın Dünya’dan gitmesiyle, semâvât ve zemin, onların üstünde ağlıyor.”  “… Semâvât ve zemin, ağlar gibi ehl-i  îmânın zevâline mahzun oluyorlar.” (2)

Peygamber Efendimiz (s.a.v), “Arş’ın Sa’d İbn Muaz’ın (ra) vefatıyla sarsıldığını” ifade buyurmuşlardır.
İmam-ı Şarani’nin Tabakat adlı eserinde Bağdat’ta vefat eden Ahmet İbn-i Hanbel Hazretlerinin evinin etrafına binlerce yabani hayvanın toplandığı ve cenazesine altmış binden fazla kişinin katıldığı anlatılmaktadır.

İbrahim Ethem vefat ettiği gün; "Yeryüzünün âmânı ölmüştür." diye gizliden bir ses duyuldu. Bu sesi herkes işitti. Fakat manasını anlayamadılar. Acaba ne olacak diye merak ettiler. Ne zaman ki İbrahim bin Edhem'in vefat haberi duyuldu, o zaman herkes bu sözün İbrahim bin Edhem için olduğunu anladılar.

Üstad Hazretleri de bu fani dünyadan baki âleme teşrif edince, bütün muhipleri ve âşıkları özelikle de Nur talebeleri siyah matemlere büründüler, hüzne ve kedere gark oldular ve gözyaşlarına boğuldular. Onun ardından ne kadar yaş dökülse ve ne kara matem tutulsa sezadır, yerindedir. Nasıl yaşlar akmasın ki, ilim ve irfan, ihlâs ve sadakat, hamiyet ve mürüvvet, sabır ve metanet, edep ve hayâ, şecaat ve celadet, nezahet ve tevazu âleminin timsal-i mücessemi ve melek suretini temsil eden bir cismi ulvi olan o büyük nimetten mahrum kaldılar.

Bir ehl-i kalbin dediği gibi;
“Sille-i daru’ş-şifadır; sanmayın gök gürlüyor.
Bu yağan yağmur değil; asuman ağlar bana.”

Evet, evliyaların sonuncusu olan hatemül evliya Üstad Bediüzzaman Hazretleri de ahrete hicret edince asuman ağladı, melekler ağladı, bulutlar ağladı. Madem sema ağlıyor elbette bizim de ağlamamız daha elyaktır. Biz de o ağlayanlara karışıp ağlayalım. Zaten herkes ağlıyordu. Çağlayan misal bu ağlamalara mukabil ben de; “Ağlayın ağlayın! Ağlamanın yeri ve zamanı bugün.” dedim.

AĞLA GÖZÜM AĞLA

Ağla gözüm ağla, asıl ağlanacak gündür bugün. Ağlayalım zira ilim, irfan ve marifette bir emsali olmayan bir mütefekkirin, bir marifet sultanının bu fani dünyadan âlem-i ebediyete, huzur-u kibriyaya teşrif ettiği gündür bugün.
Ağla gözüm ağla ki, “Kuran güneşinin sönmeyen nurları ve ebedi lem’aları olan Nur şualarıyla cehalet ve dalalet karanlıklarını izale ederek milyonlar kalpleri o Nurla nurlandıran” Bediüzzaman’ın aramızdan ayrıldığı gündür bugün.

Ağla Gözüm ağla ki;
“Çekilip nûr-u hidayet yine zindan olacak;
Yine firkat, yine hasret, yine hüsran olacak.
Yine sen, yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm;
Çünkü hicran dolu kalbim yine hicran olacak.”

Ağla gözüm ağla ki,  Hakk’ın sadık bir dostu, Hz. Peygamber (sav.)’in gerçek bir varisi, evliyaların piri olan zat-ı kerimin peygamberler diyarına ve evliyalar yurduna uğurlandığı gündür bugün.
Ağla gözüm ağla ki, manevi güzelliklerle müzeyyen yekta bir âlim,  fazilet âleminin yegâne bir ferdi, bir vucud-u münevveri olan zatın aramızdan ayrılıp ebediyet âlemine ve âlem-i nura gittiği gündür bugün.

Ağla gözüm ağla ki, ilim ve marifet sahasında bir çığır açan, manevi cihat sahasında eşsiz bir inkılap yapan zatın Rabbine gittiği gündür bugün.
Ağla gözüm ağla ki, âşıkların maşuku, şevk ehlinin kaynağı, âlimlerin ve abitlerin önderi, zahitlerin mükerremi ve irfan âleminin yıldızı olan Bediüzzaman’ın cennet-i cinana gittiği gündür bugün.

Ağla gözüm ağla ki, imana ait ulvi hakikatler sahasında altı bin sahifelik bir marifet hazinesi olan eşsiz bir eserin müellifi, emsalsiz bir âlim, hayatı akarsular gibi berrak ve duru olan ve döküldüğü her yerde nice çiçekler açtıran, eşsiz bir mütefekkirin, ilim, irfan, şefkat ve muhabbet timsalinin ve asrın mebusunun âlem-i nura gittiği gündür bugün.
Ağla gözüm ağla ki “… en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdi, hem mürşid, hem kutb-u a’zam” olan zat-ı müstesnanın ebedi istirahgâhına gittiği gündür bugün.

Ağla gözüm ağla ki, zulüm, cebir ve istibdat karanlığında, istikbal güneşinin müjdeleyen, imanı muhkem, vicdanı berrak ve muhabbet-i ilahîyeye mazhar olan Üstad’ımız Bediüzzaman Hazretlerinin rüyet-i cemaliyeye, dostun dosta kavuştuğu gündür bugün.
Ağla gözüm ağla ki;  “Mele-i âlânın arzda medar-ı süruru, sekene-i arzın mele-i âlâda medar-ı iftiharı, habibullahın medar-ı nazarı, Müslümanlığın sertacı, tarikatların şahı, hakikatlerin imamı, allame-i asır, zulmetin nuru, mehdi-i azam” olan Bediüzzaman Hazretleri’nin bostan-ı cinana gittiği gündür bugün.

Ayrılıklar ağlatır. Nasıl ki sevdiğinden ayrılan bir âşık ağlamış ve demiş ki;
"Ağlamaktan gözümün yaşını pür hun eyledin
Birini aynı Aras birini Ceyhun eyledin.”

AĞLAMAK PEYGAMBER EFENDİMİZ (SAV)’İN SÜNNETİDİR

Evet, ağlamak şefkat ve merhamet hissinin bir tezahürüdür. Gözyaşı; İlâhî rahmetin gözlerden süzülmesidir. Gözyaşı; firak ve hicranla yanan bir ruhun içten içe sızlanışıdır.

Gözyaşı; hasret dolu sinelere gayr-i ihtiyari olarak dökülen ıstırap damlalarıdır.
“Ağla gözüm ağla gülmezem gayri
Gönül dosta gider gelmezem gayri.”

Ağlamak Peygamber Efendimiz (sav)’in sünnetidir. Hz. Peygamber (sav.) muhterem validesi Hz. Amine’nin ve ciğerparesi İbrahim’in vefatından dolayı gözyaşı dökmüştür. Aynı şekilde Uhud Harbinde şehit düşen amcası Hz. Hamza’nın her şehit ile beraber namazını kıldırmıştır ve; “Hamza’nın niye ağlayanları yok.” buyurmuştur. Bunu duyan sahabeler önce Hamza için sonra kendi şehitleri için ağlamaya başlamışlardır.

Ey aziz ve muhterem üstadım! Lisanım faziletinizi, irfanınızı ve büyüklüğünüzü takdir ve tebcil ettiği gibi, kalbim de şule-i muhabbetinizden hiçbir zaman hali kalmamış ve inşallah kalmayacaktır da. Peygamberler müstesna, bu topraklar senin gibi bir mürşidi bağrına basmakla ve ayağını öpmekle şereflenmiştir.  Sizin gibi bir mürşidin meziyetlerini ve nam-ı celilini ifadeden acizim.

“Bu vatan ve bu millet bu tarih ve bu toprak sizin bu hizmetinizi bu fedakârlığınızı hiçbir zaman unutmayacaktır.  Ebediyet âlemine göç eylediğinizde sizin bu hizmetiniz bir çekirdek oldu. Ondan fışkıran Şecereyi Aliye her tarafı kapladı ve o nur ağacının etrafına toplanan büyük cemaatler ve Risale-i Nurun yükselen ebedi şuaları iman hizmetinizi ilelebet daha şaşalı devam edecektir.
Üstadım siz Risale-i Nurun Tercüman-ı Haysiyetiyle ve bu iman hizmetinizin insanlık ve İslam ufuklarında parlaması cihetiyle bu asrın bir hidayet serdarısınız.”

Sizi bir kez daha rahmetle yâd ederek şefaatinize mazhar olmayı rahmet-i ilahiden niyaz ederim. Felek çarklarını durduruncaya kadar Allah’ın rahmeti yağmurlar gibi üzerine yağsın! Cenab-ı Hak sizi ummadığınız makamlara vasıl eylesin. Âmin!

Üstad’ın defin merasiminin ardından Erzurum’a döndük. Urfalılar Türkiye’nin her yanından gelen insanlara çok iyi bir misafirperverlik ettiler, herkesi iftarda evlerde ağırladılar.

ERZURUM HALKI GÜNLERCE BİZE TAZİYEYE GELDİLER

Erzurum halkı günlerce bize taziyeye geldiler. O sırada Müftü Solakzade Sadık Efendi hayatta idi. Hocalar, “Üstad’ın ruhuna 400 hatim okuyalım” dediler. Kadana Camii imamı İdris Hoca hatimlerin kendi camiinde okunmasını teklif etti.  Biz de kabul ettik. Kadana Camii kırk gün boyunca dolup taştı. İmamlar, müezzinler, nur talebeleri ve birçok insan yatsı namazını kıldıktan hemen sonra Kadana Camiine gelip hatim okumaya başlıyordu. Biz 400 hatim diye başladık, ama 400 hatmi çok geçti.

Aziz Üstad’ım!; “Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sada İslâm’ın sadası olacaktır!...” (3)
“Ben rahmet-i İlâhîden ümit ederim ki, mevtim, hayatımdan ziyade dine hizmet edecek….” (4)  Verdiğiniz müjdeleriniz her geçen gün tahakkuk etmektedir.

Kur’an’ın manevi bir tefsiri olan Risale-i Nurdaki ulvi hakikatler, iman, marifet, ahlak, edep ve irfan sahasında büyük fütuhat yapmış, başta Arapça ve İngilizce olmak üzere kırktan fazla dile çevrilmiş ve hamiyetli ve gayretli insanlar tarafından Avrupa, Amerika, Afrika ve Asya kıtalarına kadar ulaştırılmıştır. Risale-i Nur’lar, ihtiva ettiği ulvi hakikatler ve derin mevzuları ile bütün dünyada büyük bir şevk ve zevkle okunmaktadır. Artık zaman,  devr-i Said ve devr-i nurdur; dense yerindedir. Bugün dünyada en güzel ve en tesirli konuşan insan  Bediüzzaman’dır. Şimdi Şark’tan, Garp’tan ve dünyanın her tarafından gelen ses, onun sesidir.

Osman Yüksel Serdengeçti’nin ifadesiyle; “Yıllardır mukaddesatları çiğnenmiş vatan çocukları, mahvedilen nesiller, imana susayanlar; onun yoluna, onun nuruna koştular. Üstadın Nur risaleleri elden ele, dilden dile, ilden ile ulaştı, dolaştı. Genç - ihtiyar, cahil - münevver, sekizinden seksenine kadar herkes ondan bir şey aldı, onun nuruyla nurlandı.” (5)

DİPNOTLAR:
1-Duhân Suresi 44/29
2-Nursî, B.S Sözler
3-Nursî, B.S Tarihçe-i Hayat
4-Nursî, B.S Mektubat
5-Nursî, B.S Tarihçe-i Hayat (Tahliller)

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.