Said Nursi'nin Ankara hayatından az bilinen notlar: Atatürk ile kavga!
Bugün Ankara'nın başkent ilan edilişinin 99. yılı kutlanıyor. Ankara 13 Ekim 1923 tarihinde başkent oldu. Peki Bediüzzaman Said Nursi Ankara'da ne yaptı, kimlerle görüştü, neler yaşadı?
Bilâl Tunç'un yazısı
Hatırlatma
A- 1 Mart 1333 (1 Mart 1917) - 31 Kânûnievvel 1341 (31 Aralık 1925) arasında resmiyette Rûmî-Gregorien takvim kullanıldığı için mîlâdî târihlerle ay ve günler aynı olup aralarında sâdece 584 yıl farkı bulunmaktadır.1
B- Rûmî takvimden mîlâdî takvime intikāl eden bâzı ay adları (Teşrînievvel, Teşrînisânî, Kânûnievvel, Kânûnisânî) 10 Ocak 1945’de, (Ekim, Kasım, Aralık, Ocak) olarak değiştirilmiştir.2
Üstad Bedîüzzamân Said Nursi, talebelerinin başında Gönüllü Alay Kumandanı olarak Kafkas Cephesinde Birinci Harb-i Umûmî’ye katılır. Birçok talebesi şehîd olur. Kendisi de Bitlis müdâfaasında yaralanarak Ruslar’a esir düşer (19 Şubat 1331 /3 Mart 1916). Van, Culfa, Tiflis, Kologrif, Kostroma’ya sevk edilir.3
Rusya’nın içine sürüklendiği karışıklıklardan istifâde ile 1918 bahârında fîrâr eder. 2 sene, 3 ay, 15 gün süren bu ilk esâret yolculuğu İstanbul’da sona erer (18 Hazîran 1334/1918).4
25 Hazîran 1334-1918 târihli Tanîn gazetesi haberi:
“Müvâsalat
Kürdistân Ulemâsından olub talebesiyle berâber Kafkas Cebhesinde muhârebeye iştirâk eylemiş ve Ruslar’a esîr düşmüş olan Bedîüzzamân Saîd-i Kürdî Efendi âhiren şehrimize muvâsalat eylemişdir.”
Vatan müdâfaasında gösterdiği kahramanlıklar dolayısıyla kendilerine, Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyye a‘zâlığı, madalya, ikrâmiye ve mahrec pâyesi tevdî‘ edilir...5
Harb-i Umûmî’nin mağlûbiyetle netîcelenmesi ve İstanbul’un İ’tilâf Devletlerince işgali üzerine işgalciler aleyhine makaleler neşreder...
Kuvâ-yi Milliye aleyhindeki 10 Nîsan 1336/1920 târihli Şeyhülislâm Dürrizâde Abdullah Efendi fetvâsına karşı-fetvâ verir...6
Yeğeni Abdurrahmân, Târihçe-i Hayât’ın Zeyli’nde (1337/1921) o günleri şöyle yazıyor:
“… müşârün-ileyh kefenini boynuna takmış ve ölümünü göze almışdır. Ve Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyye’de demir gibi dayandı. Ecnebî te’sîrâtı Dârü’l-Hikmet’i kendine âlet etdiremedi ve o yanlış fetvâya karşı dayandı, reddetdi. İslâmiyyet’e muzır bir cereyân ortaya atıldığı vakit o cereyânı kırmak içün küçük bir eserini neşr ediyordu. Hattâ Anadolu’dan istediler, gitmedi. Demişdi:
‘Ben tehlikeli yerde mücâhede etmek istiyorum, siper arkasında mücâhede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu’dan ziyâde burayı dahâ tehlikeli görüyorum.’”
ANKARA’DA
Mükerrer dâvetler ve Ankara’ya gelişi
O’nun İstanbul’daki mücâdelesini tâkip ve takdîr eden Ankara erkânı, berâber çalışmak için müteaddid def’alar dâ‘vet ederler.. Millî Müdâfaa Vekâleti Emekli Müftülerinden Osman Nûrî, dâ‘vet sayısının 18’i geçtiğini yazmaktadır.8
Bedîüzzamân, çeşitli vesîlelerle Külliyât’ın muhtelif yerlerinde bu dâ‘vetlere ve Ankara hâtıralarına yer verir:
“Bir zaman sonra Mustafa Kemâl iki def’a şifre ile Van vilâyetinin eski vâlîsi ve benim dostum Tahsin Beyin vâsıtasıyle beni, neşredilen Hutuvât-ı Sitte’ye mükâfaten taltîf için Ankara’ya celb etdi, gitdim.”9
“O, beni taltîf etmek ve bütün Vilâyât-ı Şarkıyeye Vâiz-i Umûmî yapmak içün, Ankara’ya istedi. Ben oraya gitdim.”10
“İstiklâl Harbinde Hutuvât-ı Sitte nâmında bir makale ile İstanbul’daki efkâr-ı ulemâyı İngiliz aleyhine çevirib Harekât-ı Milliye lehinde ehemmiyetli hizmet eden ve Ayasofya’da binler adama nutkunu dinletdiren ve Ankara’daki Meclis-i Meb’ûsânın şiddetli alkışlamasıyla karşılanan (…)”11
TBMM’de Hôş-âmedî
Alkışlarla karşılanma hâdisesini I. ve II. Dönem Karahisârışarkī Meb’ûsu Ali Sürûrî Efendi, Günlüğünün 9 Teşrînisânî 1338 (9 Kasım 1922) târihli sayfasına şöyle kaydeder:
“İki gün evvel [7 Teşrînisânî 1338 / 7 Kasım 1922] Ankara’ya gelmiş olan Bedîüzzamân Saîd-i Kürdî Efendi sâmiîn locasında idi. Vilâyât-i Şarkıyye meb’uslarından ba‘zısının takrîri üzerine Meclis alkışlarla müşârü’n-ileyhe beyân-ı hôş-âmedî etdi. Kendisi de locada ayağa kalkarak ta‘zîmâtla ve birkaç kerre selâm vermek sûretiyle teşekkürde bulundu.
Bil’âhare Riyâset Odasında görüştük.. 324’de [1908-1909’da] gördüğüm Saîd-i Kürdî hiç değişmemiş ve ihtiyarlamamış!.. Fakat rûhen hasta olduğu hem meşhûd, hem mervî.. Hattâ tedkīkāt ve te’lîfât-ı İslâmiyye a‘zâlığı teklif olunmuş ise de hastalığından bahisle i‘tizâr etmiş. Yine, kâ’l-evvel[evvelki gibi] millî elbisesiyle geziyor.”12
Buradan anlaşıldığına göre; “Diyânet Riyâseti Dâiresinde, Dârü’l-Hikmet a‘zâlarıyle berâber, eski vazîfemle memnûn etmek”13 teklîfi Ankara’ya geldiği ilk iki-üç gün içerisinde yapılmış..
“Ulemâdan Bedîüzzaman Saîd Efendi Hazretleri’ne beyân-ı hôş-âmedî
Reîs:
Efendim, Bitlis Meb’ûsu Ârif Bey’le rüfekāsının takrîri var:
‘Riyâset-i Celîleye,
Vilâyât-ı Şarkıyye ulemâ-yı benâmından olub Anadolu gāzîlerini ve Meclis-i Âlî’yi ziyâret etmek üzere İstanbul’dan buraya gelerek sâmiîn locasında bulunan Bedîüzzaman Molla Saîd Efendi Hazretlerine hôş-âmedi edilmesini teklîf eyleriz.’
Bitlis-Ârif, Bitlis-Derviş, Muş-Kāsım, Muş-(okunamadı), Siird- Sâlih, Bitlis-Resûl, Ergani-Hakkı
(Alkışlar)
Râsih Efendi (Antalya): Kürsiye teşriflerini ve duâ etmelerini kendilerinden ricâ ederiz.”14
Hôş-âmedî merâsimi ve alkışlar, TBMM Hükûmeti’nin sözcüsü durumundaki ve M. Kemâl’in de makālelerinin neşredildiği Hâkimiyet-i Milliye Gazetesinde (10 Teşrînisânî 1338/1922):
“Büyük Millet Meclisi’nde
(…)
Vilâyât-i Şarkıyye ulemâ-yı benâmından olub Anadolu gāzîlerini ve Meclis-i Âlî’yi ziyâret etmek üzere İstanbul’dan buraya gelen ve sâmiîn locasında bulunan Bedîüzzaman Molla Saîd Efendi Hazretlerine beyân-ı hôş-âmedî edilmesi hakkındaki Bitlis Meb’ûsu Ârif Bey ve rüfekāsının takrîri alkışlar arasında kırâat olundu.”15
MUSTAFA KEMÂL’LE MÜNÂKAŞA
Bedîüzzamân, Ankara reîslerinde Dîne karşı gördüğü lâkaydlık üzerine gelişinin 3. haftasında M. Kemâl ve sâir erkâna mektub yazar [*] (23 Teşrînisânî 1338 / 23 Kasım 1922):
Âlem-İ İslâm Kahramânı Paşa Hazretlerine!
Ey Gāzî-i Nâmdâr. Zât-ı âlîniz hem muzaffer ordu, hem muazzam Meclis’in şahs-ı ma’nevîsinin timsâlisiniz. (…)” cümleleriyle başlayan mektub muhteviyyâtı M. Kemâl’i çok hiddetlendirir!.. Aralarında şiddetli bir münâkaşa olur..
[*]: Üstâd Bedîüzzamân, M. Kemâl’e ve diğer erkâna yazdığı mektûbu az değişikliklerle Ankara hayâtının ileriki dönemlerinde meb’uslara hitâben beyannâme olarak dağıtır (19 Kânûnisânî 1339/1923) ve Hubâb isimli eserine de derceder.16
Birinci Grub üyelerinden Ali Sürûrî Efendi, bir kısmına şâhid olduğu bu tartışmayı günlüğünün 25 Teşrînisânî 1338 (25 Kasım 1922) târihli sayfalarında kaydeder:
“Takrîben akşam namâzı sıralarında Meclis dağılırken bakdım, Dîvân-ı Riyâset Odasında Kemâl Paşa ile Bedîüzzaman Molla Saîd-i Kürdî arasında bir mübâhase var. Ben de dinledim. Bir sâat kadar imtidâd etdi.
Mübâhasenin ibtidâsı; Bedîüzzamân’ın Kemâl Paşa’ya ve dahâ ba‘zı arkadaşlara yazdığı mektubda, namaz kılmalarını tavsiye etmesinden ve Mezheb-i Şâfi‘î’de, târik-i salâtın şehâdeti kabûl edilmeyeceğine nazaran Meclisin ekseriyeti târik-i salât ise, Meclis’in hükümlerinin medhûl ve gayr-i nâfiz olması lâzım geleceğini beyân etmesinden dolayı imiş.
Kemâl Paşa, meâl-i mektûbun siyâsete derkâr olan mahâzîrinden ve hiç olmazsa yalnız kendisine yazılsa idi bu mahzûrun o kadar vârid olmayacağından bahisle Bedîüzzamân’a darıldı. Bedîüzzaman da bu mahzûru düşünemediğini i‘tirâf etdi. Bedîüzzamân da, evvelce biraz haşînce söylüyor idiyse de sonra te’vil ve tahfif etdi. Ve aralarındaki kırgınlık zâhiren zâil oldu gibi ise de her hâlde iki taraf da birbirine muğber kaldılar zan ederim.
KEMÂL PAŞA, BEDÎÜZZAMÂN’I BEĞENMEDİĞİNİ SÖYLEDİ
Kemâl Paşa, çok mühim mes’elelere temâs etdi ve hakīkaten zekâsını gösterdi.
Bedîüzzamân’ı yalnız şu mübâhasede dinleyenler, şöhretini pek de hakīkate muvâfık bulmadılar sanıyorum. Ma‘mâfih yine güzel cevablar verdi. Ve Meclis’in çok mübârek ve mübeccel olduğundan bahs etdi. O, bilhassa Kemâl Paşa’ya hitâben; ‘Siz Kur’ân’ı ve İslâm’ı kurtardınız. Kur’ân’ı omuzunuza kaldırdınız. Kur’ân ise, her sahîfesinde salât ile emr ediyor. Mâdem ki, Kur’ân’ı böyle muhâfaza etdiniz, onun emri olan salâta da beynel-Müslimîn te’mîn-i müdâvemet içün teşebbüs etmeniz lâzımdır. Ve o mektûbu size onun içün yazdım. Sizden başkalarına yazdığım doğru olmayabilir. Fakat, böyle bir teşebbüsü sizin hâtırınıza onlar da getirsin diye yazdım.’ meâlinde güzel sözler söyledi.
Bir aralık Bedîüzzamân, salona çıkmışdı. Kemâl Paşa, Bedîüzzamân’ı beğenmediğini söyledi. ‘Böyle ulemâdan Ümmet-i İslâmiyye’ye hayır gelmez.’ dedi.”17
MÜNÂKAŞANIN DİĞER BİR ŞÂHİDİ, SİVEREK MEB’ÛSU ABDÜLGANÎ BEY’İN HÂTIRASI:
“Bedîüzzamân Hazretleri İstanbul’dan Ankara’ya ilk geldiği günlerde dahâ önceleri de birbirimizi tanıdığımız için, sık sık görüşüyorduk. Ankara’ya geldikten bir müddet sonra, meb’ûsları namaza dâvet etti. Bir beyannâme yazıp neşretmişti. Bu mevzûda Atatürk ile münakaşaları esnâsında ben hâzır idim. Atatürk’ün hiddetli bağırmasına karşı, Bedîüzzaman dahâ çok şiddetli ve hiddetli bir şekilde bağırarak, ona karşı namazı ve İslâm şeâirini müdâfaa etti. Münâkaşanın tam ortasında, yânî ikisi karşılıklı sert konuşurlarken; Sultan Abdülhamîd’in meşhur müezzini Hâfız Hüseyin Efendi meclis mescidinde ‘Allâhü Ekber Allâhü Ekber’ diye Ezân-ı Muhammediyye’ye başlar başlamaz, Bedîüzzamân o şiddetli münâkaşayı dakīkasında bırakarak, namaz yerine koştu.” (Abdülkadir Badıllı’dan nakil)18
BEDÎÜZZAMÂN NE DİYOR?
Hem Ankara da, Dîvân-ı Riyâsetinde pek çok meb’ûslar varken Mustafa Kemâl şiddetli bir hiddetle Dîvân-ı Riyâsetine girip, bana karşı bağırarak: ‘Seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikir beyân edesin. Sen geldin, namaza dâir şeyler yazıp içimize ihtilâf verdin.’ Ben de onun hiddetine karşı dedim: ‘Namaz kılmayan hâindir, hâinin hükmü merduddur.’ Dehşetli bir put [*] kırdım.
Hâzır meb’ûs dostlarım telâş ettikleri ve herhâlde beni ezeceklerini tahmîn ettikleri sırada, bana karşı bir nevi tarziye verip o mecliste hiddetini geri alması, âdetâ dehşetli bir kuvveti ve hakīkati hissedip geri çekilmesi, ikinci gün [**] husûsî Riyâset Odasında, Hücûmât-ı Sitte’nin Birinci Desîse içinde bulunan “Meselâ, Ayasofya Câmîi ehl-i fazl ve kemâlden, ilâ âhir...” cümlesinden başlayan, tâ İkinci Desîseye kadar, bir sâat tamâmen ona söyledim.
Bütün hissiyâtını ve prensibini rencîde etdiğim hâlde bana ilişmemesi, hattâ taltîfime çok çalışması (…) şüphesiz ki, Risâle-i Nûr’un, ileride kahraman şâkirdlerin şahs-ı ma‘nevîsinin hârika bir kuvveti ve Risâle-i Nûr’un parlak bir kerâmetidir.”19
[*]: Bâzı nüshalarda, “pot”. [**]: 26 T.sânî 1338 (26 Kasım 1922)
“1338[1922]’de Ankara’ya gitdim. İslâm Ordusunun Yunan’a galebesinden neş’e alan ehl-i îmânın kuvvetli efkârı içinde, gâyet müdhiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek içün dessâsâne çalıştığını gördüm. ‘Eyvâh,’ dedim. ‘Bu ejderha îmânın erkânına ilişecek!’ O vakit, şu âyet-i kerîme bedâhet derecesinde vücûd ve vahdâniyeti ifhâm ettiği cihetle, ondan istimdâd edib, o zındıkanın başını dağıtacak derecede Kur’ân-ı Hakîmden alınan kuvvetli bir bürhânı, Nûr’un Arabî risâlesinde [Zeyl-üz Zeyl]20 yazdım. Ankara’da, Yeni Gün Matbaasında tab‘ etdirmişdim. Fakat maatteessüf Arabî bilen az ve ehemmiyetle bakanlar da nâdir olmakla berâber, gâyet muhtasar ve mücmel bir sûrette o kuvvetli bürhan te’sîrini göstermedi. Maatteessüf, o dinsizlik fikri hem inkişâf etdi, hem kuvvet buldu.” (Lem’alar, YAN, 1999, s.239) (www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=Lemalar&Page=181)
“Şeyh Sinûsî Kürdce lisânı bilmediğinden, beni onun yerinde üçyüz lira maâşla Vilâyât-ı Şarkıye Vâiz-i Umûmîsi, hem meb’ûs, hem Diyânet Riyâseti dâiresinde, Dârü’l-Hikmet a‘zâlarıyle berâber, eski vazîfemle memnûn etmek21 ve benim Van’da temelini atdığım Medresetü’z-Zehrâ ve şark dârülfünûnuma Sultan Reşâd’ın verdiği ondokuzbin altun lira, ikiyüz meb’ûs içinde yüzaltmışüç meb’ûsun imzâsıyla yüzellibin banknota iblâğ edilerek kabûl edildiği hâlde, ben Beşinci Şuâ‘ aslının verdiği haberin bir kısmını, orada bir adamda gördüm. Mecbûriyetle o çok ehemmiyetli vazîfeleri bıraktım. Ve ‘Bu adamla başa çıkılmaz, mukâbele edilmez’ diye, dünyâyı ve siyâseti ve hayât-ı ictimâiyeyi terk edip yalnız îmânı kurtarmak yolunda vaktimi sarf etdim.” (Şuâ’lar, YAN, 1994, s.314)
“Bundan oniki sene evvel Ankara reîsleri, İngilizlere karşı Hutuvât-ı Sitte nâmındaki mücâhedâtımı takdîr edib, beni oraya istediler. Gitdim. Gidişâtları, benim ihtiyarlık hissiyâtıma uygun gelmedi.
‘Bizimle çalış’ dediler.
Dedim:
‘Yeni Saîd öteki dünyâya çalışmak istiyor, sizinle çalışamaz; fakat size de ilişmez.’
Evet, ilişmedim ve ilişenlere de iştirâk etmedim. Çünki, an’anât-ı milliyye-i İslâmiyye lehinde isti‘mâl edilebilir bir dehâ-i askerîyi, an’ane aleyhine çevirmeye maatteessüf bir vesîle oldu. Evet, ben, Ankara reîslerinde, husûsan Reîsicumhur’da bir dehâ hissetdim ve dedim:
‘Bu dehâyı, kuş kondurmakla 22 an’anât aleyhine çevirmek câiz değildir. Onun içün, ne kadar elimden gelmişse dünyâlarından çekindim, karışmadım.” (Târihçe-i Hayât, YAN, 1998, s.194, 195)
“Kırk sene evvel, bir başkumandan beni bir parça dünyâya alıştırmak içün ba‘zı kumandanları, hattâ hocaları benim yanıma gönderdi. Onlar dediler:
‘Biz şimdi mecbûruz’ kâidesiyle, Avrupa’nın ba‘zı usullerini medeniyetin îcablarını taklîde mecbûruz’ dediler.
Ben de dedim:
‘Çok aldanmışsınız. Zarûret sû-i ihtiyârdan gelse, kat’iyyen doğru değildir; harâmı helâl etmez. Sû-i ihtiyârdan gelmezse, ya‘nî zarûret harâm yoluyla olmamışsa zararı yok. Meselâ; Bir adam sû-i ihtiyârıyla harâm bir tarzda kendini sarhoş etse ve sarhoşlukla bir cinâyet yapsa, hüküm aleyhine cârî olur, ma‘zûr sayılmaz, cezâ görür. Çünki, sû-i ihtiyârıyla bu zarûret meydana gelmişdir. Fakat bir meczub çocuk cezbe hâlinde birisini vursa, ma‘zûrdur. Cezâ görmez. Çünki ihtiyârı dâhilinde değildir.’
İşte, ben o kumandana ve hocalara dedim: ‘Ekmek yemek, yaşamak gibi zarûrî ihtiyaçlar hâricinde başka hangi zarûret var? Sû-i ihtiyârdan, gayr-ı meşrû‘ meyillerden ve harâm muâmelelerden tevellüd eden hareketler harâmı helâl etmeye medâr olamazlar. Sinema, tiyatro, dans gibi şeylerde tiryâkî olmuşsa, mutlak zarûret olmadığı ve sû-i ihtiyârdan geldiği içün, harâmı helâl etmeye sebeb olamaz. Kânûn-i beşerî de bu noktaları nazara almış ki, ihtiyâr hâricinde zarûret-i kat’iyye ile, sû-i ihtiyârdan neş’et eden hükümleri ayırmışdır. Kânûn-i İlâhî’de ise, dahâ esâslı ve muhkem bir şekilde bu esâslar tefrîk edilmiş.’” (Emirdağ Lâhikası, YAN, 1998, s. 456)
İLK ZEHİRLENME Mİ?
“Yirmi sene evvel beni Ankara’da aşıladılar. Şimdiye kadar o aşı yeri ara sıra işliyor, rahatsızlık veriyor.” (Şuâ’lar, YAN, 1994, s.272)
Medresetü’z-Zehrâ çalışmaları
“Bedîüzzamân, Ankara’da bulunduğu müddetçe, en birinci maksadı olan, Şark dârülfünûnunun te’sîsi için uğraşmaktan kat’iyen geri durmadı. Birgün me’bûslar hey’etine der: ‘Bütün hayâtımda bu dârülfünûnu ta‘kîb ediyorum. Sultan Reşâd ve İttihâdcılar, yirmibin altun lira verdiler. Siz de o kadar ilâve ediniz.’
O zaman, yüzellibin banknot vermeye karar verdiler. Bunun üzerine, ‘Bunu meb’ûslar imzâ etmelidirler’ der.
Bu hakīkatli ma‘rûzât üzerine, muhâlifler dışarı çıkıp, yüzaltmışüç meb’ûs o karârı imzâ ederler.” (Târihçe-i Hayât, YAN, 1998, s.128, 129)
“TBMM Riyâset-i Celîlesine
Harb-i Umîmî’den evvel Kosova Medresesi’ne tahsîs olunan yirmibin altun liradan onyedibin altun Van’da yapılacak Medrese-tüz- Zehrâ ismiyle müsemmâ bir Dâr-ül-Ulûm-i İslâmiyye’ye tahsîs edilmişdi. Van Vâlîsi Tahsin Bey’in ve aşâîrin teşebbüsleriyle temeli atıldı. Aşâir taahhüd etdiler ki, zekâtın bir kısmını Medreseye tahsîs edeceğiz. Hattâ zekâtın zekâtıyle ikibine yakın leylî talebe idâre edilecekdi. Hem de Mâliyye’in tasarrufunda olan oranın evkâfı da mühim bir yekûn teşkil eder. Şimdi ise oraların Ermeni ihtilâl komite menba‘ları olan münderis kiliseleri de oranın evkafına mâl olmuş. O vakitde öyle bir müessesenin vücûduna esbâb-ı mûcibe bir ise şimdi ondur. Çünki, o zaman yalnız bir hasm-ı dînî var idi. Şimdi cenûbdan, şimâlden, şark’dan hem de cehâlet-i dâhilî ile berâber ahlâk ve esâsât-ı dîniyyeyi ifsâd eden esbâb taaddüd edüb halkı kavgaya sevk ediyor. O nâzik mevki‘de ve öyle bir kavimde ki, her şey din nokta-i nazarından muhâkeme eder. Esâsât-ı dîniyyeyi i‘lâ ve takviye eden böyle bir müesseseden başka hiçbir tedbir ciddî semere vermez, verse de muvakkatdır. Binâenaleyh böyle bir müesese-i âliyye-i ilmiyyenin o havâlî halkının tahsîl-i ilm ve irfânına tahsîsi Vilâyât-ı Şarkıyyede Devlet’in âsâyîşinde, iktisâdiyyâtında, ahlâkıyyâtında müessir-i hayr ve şükran tevlîd edeceğinden v-el-hâlâtü hâzihî bir altun liranın mukâbili yedi lira ve levâzım-ı inşâiyye ve sâirenin fiyâtca eskisine nisbetle birkaç misli tezâyüd etmiş olduğundan bugünkü paranın kıymeti nazar-ı dikkate alınarak bu zîrdeki mevadd-i kânûniyyenin kabûliyle bu emr-i hayrın bir an evvel kuvveden fi‘le ısdârı mülk ve milletin selâmet ve saâdetini gâye-i emel tanıyan Meclis-i Âlî-i Millî’ye arz ve teklîf eyleriz. 17 Şubat sene 339 [17 Şubat 1923]
Van’da Medrese-tüz- Zehrâ nâmıyle bir dâr-ül-ulûm-i İslâmiyye inşâ ve küşâdı kabûl edilmişdir.
Masârîf-i inşâiyye içün 339 [1923] senesi Şer’iyye ve Evkâf büdcelerine yüzellibin lira idhâl edilmişdir.
İşbu kânun târîh-i neşrinden i‘tibâren mer’î olacakdır.
İşbu kânûnun icrâ-yı ahkâmına Şer’iyye ve Evkâf vekâleti me’mûrdur.
[167 İMZÂ]
M. Kemâl ve İsmet Paşalar da teklîfi imzâlayanlar arasındadır. (ABIBZSNİŞ-I, s.856)
Kayseri Meb’ûsu Âlim Efendi, Van Meb’ûsu Haydar Bey ve arkadaşları tarafından verilen 17 Şubat 1339 (1923) târihli kânun teklîfi, 19 Şubat’da Meclis Başkanlığına arz edilir, 21 Şubat’da Meclis’de görüşülerek Lâyiha (Kânun Teklifleri) Encümenine havâle edilir.
DİPNOTLAR:
1-www.risaletashih.com/index.php/ihzariye/58-rumi-takvim-ve-tarihler.html
2-https://www.nvi.gov.tr/Files/File/Mevzuat/Nufus_Mevzuati/Kanun/pdf/bazi_ay_adlarinin_degistirilmesi_hakkinda_kanun.pdf
3-https://www.risaletashih.com/index.php/musahhah-metinler/830-bediuezzamanin-tarhce-hayati.html
4-https://www.risaletashih.com/index.php/siir-kosesi/657-esaret-guezergahib-tunc.html
5-https://www.risaletashih.com/index.php/tashih-cesitlemeleri/136-bediuezzamanin-hayatindan-tesbtler.html
6-(ABIBSNİŞ[*]-II , s. 256, 257, 259); (Eski Saîd Dönemi Eserleri, YAN; 2009, Tulûat, s. 573
*: Arşiv Belgeleri Işığında Bedîüzzamân Saîd Nursî ve İlmî Şahsiyeti, Prof. Dr. A. Akgündüz.
7-https://tarihvemedeniyet.org/2009/10/ankara-vilayeti/
8-Târihçe-i Hayât, YAN, 1998, s. 559; https://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Kulliyat&Book=TarihceiHayat&Page=559
9- Şuâ‘lar, YAN, 1994, s. 314.
10- Emirdağ lâhikası, YAN, 1998, s. 248.
11- Şuâ‘lar, YAN, 1994, s. 393.
12- https://www.risaletashih.com/index.php/tashih-cesitlemeleri/762-br-aciklama
13- Şuâ’lar, YAN, 1994, s. 314.
14- https://www.yeniasya.com.tr/haber_detay2.asp?id=1580
15- https://www.risaletashih.com/index.php/tashih-cesitlemeleri/136-bediuezzamanin-hayatindan-tesbtler.html
16- https://www.risaletashih.com/index.php/ihzariye/758-bediuezzaman-m-kemal-goeruemesinin-90-yldoenuemue.html
17- https://www.risaletashih.com/index.php/siir-kosesi/645-bir-bediuezzamanm-kemal-goeruemesi-belges
18- https://www.yeniasya.com.tr/yazi_detay.asp?id=284
19- (Emirdağ Lâhikası, YAN, 1998, s.214)
20- www.risaletashih.com/index.php/tashih-cesitlemeleri/805-hubab-m-zeyluezz-zeyl-mi.html
21- İlgi: “Hattâ tedkîkât ve te’lîfât-ı İslâmiyye a‘zâlığı teklîf olunmuş ise de hastalığından bahisle i‘tizâr etmiş.” (A. Sürûrî Tönük’ün Günlüğü, 9 T.sânî 1338 / 9 Kasım 1922 târihli sayfa.)
22- Bâzı nüshalarda, “kuşkulandırmakla”.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.