Said Nursi'nin fotoğrafını nesillere aktardı

Said Nursi'nin fotoğrafını nesillere aktardı

Canan, fotoğrafa olan ilgisi ile Bediüzzaman'dan önemli bir hatıranın günümüze ulaşmasına vesile olur

Cihan Yenilmez'in haberi:

Tarihler 14 Ekim 2009'u gösteriyor. Günün ilk saatlerinde haber ajansları, İstanbul Sultanbeyli'de bir otobüs firmasının terminalinde meydana gelen trafik kazasını abonelerine duyurur: "Buzlanan yolda ayağı kayan bir vatandaş midibüsün altında kalarak can verdi." Çok sürmeden kazada hayatını kaybeden kişinin Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Canan olduğu ortaya çıkar. Acı haber yavaş yavaş yayılmaya başlar. Kara haberi alan dostlarının aklına gelen ilk şey belki de “Âlimin ölümü âlemin ölümüdür.” hadis-i şerifi olur. Çünkü o, ömrünü Kur'an ve sünnet ekseninde yaşayan ve yaşadıklarını cilt cilt kitaplarla insanlığa aktaran büyük bir hadis âlimiydi. 69 yıllık yürüyüşünde tek gayesi İslâm'a hizmet olan Canan, nefes aldığı her anı öğrenmek ve öğretmek için harcayan bir isimdi. Paneller, konferanslar, sempozyumların aranan ismiydi aynı zamanda. Onun yokluğunda sadece dostları ve ailesi değil birçok kişi bunu idrak etti.

1940 yılında Karaman'ın Ermenek ilçesi Küçükkarapınar köyünde dünyaya gelir İbrahim Canan. İlim aşkı küçük yaşlardan itibaren hep içerisinde yer alır. Yaşadığı zorluklara rağmen eğitimini de bu aşkla sürdürür. İlköğretim ve liseyi Ermenek ve Konya'da tamamlar. Çalışkanlığı ve ilme olan ilgisi ile okulda ün salar.

Liseden sonra üniversite okumak için yolu Ankara'ya düşer. Hayatının dönüm noktalarından birini de bu yıllarda yaşar. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde okuduğu yıllarda Bediüzzaman Said Nursî ile tanışır. Ondan çok etkilenen Canan, Üstad Hazretleri'nin “Onu Zübeyr'in yerine kabul edip dua ediyorum.” iltifatına mazhar olur. Risale-i Nur'ların tanıtılması ve basılmasında aktif hizmet eder. Birçok nur talebesinin başına gelenleri o da yaşar. Kaldıkları ev basılır, göz altına alınır, yargılanır ve hapse atılır.

Canan, fotoğrafa olan ilgisi ile Bediüzzaman'dan önemli bir hatıranın günümüze ulaşmasına vesile olur. Zira ondan günümüze kalan az sayıdaki fotoğraflardan birini Canan çekmiştir. Üstad'ı 1959'da Ankara Beyrut Palas Otel'den çıkarken çekerek gelecek nesillere onu tanıtan fotoğraflardan birini aktarır.

Öğretme heyecanıyla önce Kayseri ve Akşehir'de orta dereceli okullarda öğretmenlik yapar. Ancak merakı akademik çalışmalardadır. Doktorasını Fransa'da yapar. Uzun yıllar Paris'te eğitim gören Prof. Dr. Canan'ın 'Peygamber Efendimiz'in Tebliğ Metodu' konulu doktora tezi büyük beğeni toplar. Türkiye'ye döndüğünde Erzurum'da Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak göreve başlar. Bu yıllarda Fethullah Gülen Hocaefendi ile tanışır. Uzun yıllar sürecek dostlukları böyle filizlenir. Canan'ın ilim yolunda bir sonraki durağı Şanlıurfa olur. Ardından hicret yolculuğuna katılanlara eşlik ederek Azerbaycan Kafkas Üniversitesi'nin rektörlüğünü yapar. 1998'den sonra ise son nefesine kadar hizmet vereceği Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde göreve başlar.

Prof. Dr. İbrahim Canan, bilimsel çalışmalarını genellikle hadis üzerine yapar. Hadisi sadece ilim yönü ile ele almaz. Onu hayatına tatbik eder. Hadislerin sosyal hayata uygulanabileceğini de bu şekilde gösterir. Hadisle öyle bir bütünleşir ki hayatın her alanı ile ilgili söyleyeceği bir hadis vardır. Bu ilmin en temel kaynağı olarak kabul edilen 'Kütüb-ü Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi' onun en büyük eserlerinden biri olur. Zaman tanzimi Canan'ın önem verdiği konuların başında gelir. İlim ve ibadet dışında harcadığı her an için hayıflanır. Ailesi onu ya odasının bir köşesinde serili duran seccadesinde huşu ile namaz kılarken ya da kitap ile meşgul olurken görür. "Cilt cilt kitaplar yazdınız, bunları okumaya ömür yetmez. Siz nasıl yazdınız?" diye soranlara da "Allah zaman içinde zaman verdi ki bunları yazabildim." yanıtını verir. Kızı Hale Canan babasının bu özelliğini şöyle anlatıyor: “Babam çok planlı bir insandı. Sabah namazından sonra kalkılıp güne erken başlanması gerektiğini ısrarla söylerdi. Küçükken kerahat vaktinde bizi uyutmamak için sohbet yapardı. Yarı uykulu yarı uyanık dinlerdik. O zamanlar farkında değildik ama yaptırdığı her şey Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) sünnet-i seniyyesinden hayat standartlarıydı. Hayatında bu günü değil, sonraki günleri de kapsayan projeler vardı.”

İbrahim Canan, aile yaşantısına büyük önem verir. Aile içi eğitime dikkat çekerken, bu birimde kadın-erkek-çocuk her ferde görevler düştüğünü belirtir. Son zamanlarda en büyük arzusu da aile kurumunu tamir etmek ve yükseltmek amacıyla 'aile okulu' kurmaktır. Sertifika veren resmî bir okul niteliğinde olmasını planladığı projesini yazdığı kitaplarda dile getirmekle kalmaz, müfredatına kadar ortaya koyar. O, ideal aile yaşantısının en iyi örneklerinden birini de kendisi yaşar. Eşi Zarife Hanım ve 7 çocuğu ile kurdukları ailesi bir akademi gibidir adeta. Sünnet ekseninde bir aile yaşantısı ortaya koymaya büyük önem verir. Zarife Canan onun çocuklarına bakışının şöyle dile getiriyor: “Bazen ‘Çok fazla çocuğumuz var, sürekli uğraşıyorum' diye hayıflanırdım. Bana derdi ki; ‘Çocuklarıma laf söyleme, onlar bizim cennetimiz, onlarla açacağız cennetin kapısını. Bak ne güzel namazlarını kılıyorlar. Yaptıkları tüm ibadetlerden biz hissedar olacağız."

İlminin zektını vermek için her fırsatı değerlendiren İbrahim Canan, üniversitede hocalık yapmakla yetinmez; vaazlar, sohbetler, paneller, sempozyumlar, televizyon ve radyo programlarını da değerlendirir. Vefatından 4 ay önce, günde üç-dört konferansa gidecek kadar yoğun bir program uygular. Babasının çok yorulduğunu düşünen Esranur Canan'ın, “Baba ara ver biraz, yollarda öleceksin, kötü haberin gelecek.” demesi üzerine "Yolda ölmeyeyim de nerede öleyim? Bana sohbetleri bırak evde otur dersen benim için bunlar beddua niyetine geçer. Öleceksem de yollarda öleyim, ne mutlu bana.” karşılığını verir. Ve dediği gibi olur, kısa bir süre sonra yine bir konferans dönüşü vefat eder.

Prof. Canan'a bir yerde hizmet varsa söylemek yeterlidir. Yalova'ya dostları tarafından konferansa davet edilince hemen kabul eder. Dönüşte yola çıkmadan önce eşini arar: “Yatsı namazını kılma, cemaatle kılarız.” Zira cemaatle namaz kılmaya büyük önem verir. Eşi o gece namazı beraber kılmak için onu bekler. Onun sözüne çok sadık olduğunu bilir. Ancak o gün eşine verdiği sözü tutamaz. Yatsı namazı o gece onsuz kılınır. Ertesi gün, uzun yıllar görev yaptığı Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii'nden Türkiye'nin dört bir tarafından otobüslerle gelen sevenleri tarafından ebediyete uğurlanır Canan. Cami öyle bir dolar ki izdiham sebebiyle cenaze caminin içerisine alınarak, namaz içeride kılınır. Cenaze daha sonra Eyüp Mezarlığı'na defnedilir.

Ömrünü Kur'an ve sünnete hizmete adayan Prof. Dr. İbrahim Canan, dünyaya ilim yapmaya gelmiş gibi yaşadı. İnsan nasıl yaşarsa öyle ölür dedirtircesine de yine bir konferans dönüşü ayrıldı aramızdan. Örnek bir hayat yaşayan Canan, geride bıraktığı eserleri ile insanlığa hizmet etmeye devam ediyor.

Yeni Bahar