Said Nursi'nin hayatı 1600 dakikaya sığmaz
Sabah yazarı Atilla Dorsay'ın Hür Adam filmiyle ilgili değerlendirmeleri...
Atilla Dorsay'ın yazısı
Sorular sordurtan, tartışmalar açan film
İşte 160 dakikalık, seyri zor, kolay kolay bitmeyen bir 'tez filmi'. Daha doğrusu bir avuç teze yaslanmış bir biyografi. Tümüyle yadsıyıp küçümsemek mümkün değil ama beğenip övmek de zor. Bu konuların uzmanı da değilim. Ama her zamanki gibi akılcı biçimde ve hakkaniyetle yaklaşmaya çalışacağım. Film, benim kuşağımın uzaktan uzağa izlediği, yaşlılığına gazete haberlerinden tanık olduğu, çok da ilgi duymadığı bir kişiliğin öyküsü. Bediüzzaman Said Nursi (bizler Said-i Nursi diye bilirdik). 1876'da Bitlis'in bir köyünde doğmuş, 1960'da 84 yaşında Urfa'da vefat etmiş bir din adamı. Hayatını İslam'a adamış, Allah adını ağzından eksik etmemiş, en zor koşullarda bile inancı bir yana kılık, kıyafet ve tavrından da taviz vermemiş ("Bu sarık ancak bu kelleyle birlikte gider!"), hep kendine ve ilkelerine sadık 'hür bir adam' olmayı seçmiş biri. Bir yobaz değil. Fen ve sanatın öneminden dem vuran, İslam medeniyetlerinin içine girdiği duraklama ve giderek iniş dönemine karşı Batı'nın yükselişinden alınacak dersler olduğunu düşünen biri.
Bir inanç ve ideal adamı, çağdaş bir Kuran tefsircisi, bir ölçüde de denge ve diyalog yanlısı. Ve yıllar boyu tüm düşündüklerini en imkansız hallerde bile kağıda dökmeyi başarmış, ünlü Nur Risaleleri'ni yazmış, 6 bin sayfaya ulaşmış kitapları olan bir yazar. Ama öylesine dolu dolu yaşanmış uzun bir hayatı olmuş ki... Bırakınız 160 dakikayı, 1.600 dakikaya bile sığmaz. Bu yüzden, hikâyeyi kaçınılmaz biçimde özetlemişler, kısaltmışlar. Yine de çok akıcı olmayan statik bir yapısı var. Ama temel bir erdemi var: Hakkında hemen hiçbir şey bilmediğimiz, bizden saklanmış, bize yasaklanmış önemli bir adamı iyi-kötü tanıyoruz. Hem de bir dram filminin görece sürükleyiciliğiyle. Bunu bir kenara not edelim.
Film, sakin biçimde akan bir nehir gibi. Doğayı ve kimi mekanları iyi kullanmış, kurgusu rahat, müziği tam dozunda. Kadınlar hemen hiç ortada yokken, erkek oyuncular da genelde iyi. Ama yine de kimi temel aksaklıklar var. Öncelikle Said Nursi öyküsünün birçok düğüm noktası çabucak geçiştiriliyor. En başta da Mustafa Kemal'le karşılaşması. 1922 yılında olduğu ileri sürülen bu karşılaşmada, ikisi de kendi alanlarında bilgili, inatçı, ilke sahibi bu iki ilginç adamın söz düellosu, çok çabuk geçiyor. Kemal'in Nursi'yi davasının yanına çekme girişimi, dünya işleriyle ilgisi olmayan Nursi tarafından kâle bile alınmıyor. Hele söz nedense içkiden açılınca, tavrı sertleşiyor. Mustafa Kemal'in çatık kaşları ise giderek daha da çatılıyor. Bense hayal ediyorum; bu büyük devrimciyle bu inanç adamı birleşebilseydi, Kemal onu yanına alabilseydi... Acaba ne olurdu? Olacak şey değildi belki, ama hayal de edilemez mi? Ayrıca, kimi özetlemeler veya zamansal sıçramalar da şaşırtıyor. Örneğin Said'i ünlü 'şeriatçı' 31 Mart 1909 olaylarının da zanlısı olarak gösteren bölüm, gerçeğin öyle olduğunu bilmeyenlerce bir alegori sanılıyor. Aynı biçimde, onun Şeyh Said isyanındaki rolü de tam belirmiyor. Hele o 40'ların karışık Türkiyesi'nde, kapalı kapılar ardında toplanan, yabancı aksanlarıyla irkilten yeminli Nursi düşmanları kim? Bu 'ajan kılıklı' kişilerin Said'le ne alıp veremediği olabilir? Nursi onlar için 'zındıka komitesi' dermiş. Sahiden de kim bunlar, neyi temsil ediyorlar? Böyle birçok sahne müsamere, birçok karakter de karikatür düzeyinde kalıyor.
Öte yandan, fikriyatı ne olursa olsun, sonuç olarak eyleme başvurmayı reddetmiş, hep bir inanç ve düşünce adamı olarak kalmış birinin, uzun hayatı boyunca hep ezilmiş, kovalanmış, hapsedilmiş olması da insanın yüreğini dağlıyor. Elbette tek parti dönemi sudan çıkmış kaşık değildi, çok hatalar yapıldı. Bunlardan bir bölümü de, Cumhuriyet'i red bile etmemiş gözüken Said Nursi için yapılmış. Kendi adıma, bunu kabul edebilirim. Yine de bu iddialı film, çabucak geçerken, Şeyh Said isyanından Menemen olayına, Cumhuriyet tarihinin ortak vicdanında mahkum edilmiş ve kanayan bir yaraya dönüşmüş hemen tüm olayları da aklamaya sıvanmasaydı. En azından asıl amacına daha iyi hizmet etmiş olur ve sanırım umduğu diyalog havasını daha iyi yaratabilirdi. Bu haliyle, zor...
Sabah