Said Nursi'nin Hz. Ali yorumu
Bugün Gazetesi yazarı Mehmet Paksu, "Üstadın anlattıklarını tam anlayamadım" şeklindeki bir soruyu böyle cevapladı
Mehmet Paksu'nun yazısı:
Hz. Ali'nin dördüncü halife olmasının hikmeti neydi?
Hocam, Mektubat'ta şöyle bir sual yer alıyor. Deniliyor ki: "Hazret-i Ali, o derece hilâfete liyakati olduğu ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma karabeti (yakınlığı) ve harikulâde cesaret ve ilmiyle beraber, neden hilâfette tekaddüm ettirilmedi (öne geçirilmedi)? Ve neden onun hilâfeti zamanında İslâm çok keşmekeşe mazhar oldu?"
"Elcevap: Al-i Beytten bir kutb-u âzam demiş ki: "Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret- i Ali'nin (r.a.) hilâfetini arzu etmiş. Fakat gaipten ona bildirilmiş ki, murad-ı İlâhî başkadır. O da arzusunu bırakıp murad-ı İlâhîye tâbi olmuş."
"Murad-ı İlâhînin hikmetlerinden birisi şu olmak gerektir ki: Vefat-ı Nebevîden sonra, en ziyade ittifak ve ittihada gelmeye muhtaç olan Sahabeler, eğer Hazret-i Ali başa geçseydi, Hazret-i Ali'nin hilâfeti zamanında zuhura gelen hâdisâtın şehadetiyle ve Hazret-i Ali'nin mümâşatsız, pervâsız, zâhidâne, kahramanâne, müstağniyâne tavrı ve şöhretgir-i âlem şecaati itibarıyla, çok zatlarda ve kabilelerde rekabet damarını harekete getirip tefrikaya sebep olmak kaviyen muhtemeldi."
Hocam, yukarıdaki Üstadın anlattıklarını tam anlayamadım. Yani burada sanki "Hazret-i Ali'nin tavizsizliği ve diplomatsızlığından dolayı, durumuna göre uygun değil" gibi geliyor. Nasıl doğru anlamamız lazım?
Yani Sahabilere saygıyı muhafaza ederek nasıl anlaşılmalı? (Falak-Sidney) Hazret-i Ali, olayların, siyasi gelişmelerin ve İslam toplumundaki değişimlerin bir gereği sonucu hak olarak gördüğü bir konuda adaletten ve hakkaniyetten hiçbir şekilde ayrılmaz, hakkın küçüğüne, büyüğüne bakmaz, doğru olan ne ise ona göre hareket ederdi.
Yukarıdaki nakilde belirtildiği gibi, Hz. Ali takva sahibi, hiç kimseden çekinmeyen, kahraman, cesur, dünyevi beklentiler gözetmeyen, ortama göre hareket etmeyen, kılı kırk yararcasına gerçek adalet üzere hareket eden bir insandı. Onun idare anlayışı ve olaylar hakkında karar verişi bu şekildeydi. Hiçbir zaman bu anlayışından ve özelliğinden vazgeçecek de değildi.
Şayet ilk halife Hz. Ali olsaydı, karşılaştığı olaylara ve sorunlara bu özelliği ve yapısıyla hareket etseydi; bu tutumu diğer kabilelerde ve söz sahibi öncü kişilerde birtakım rekabet duygularını hareket getirecek, tefrika ve ayrılık ortaya çıkacaktı.
Oysa Peygamberimizin vefatı sonrası Sahabilerin birlik ve beraberliğe çok fazla ihtiyacı vardı. Çünkü hiç beklemedikleri bir zamanda Peygamberimizin âni vefatı onları çok etkilemişti, tereddüt yaşamışlardı. Hz. Ali'nin tavizsizliği, hak bildiği bir meselede dik duruşu, istikrarı ve kararlılığı onun bir zaafı ve eksikliği değildi.
O Peygamberimizin bu yönünü rehber olarak almış, hayatına geçirmişti. Hz. Ali tam bir devlet adamı, çok üstün bir diplomat, idaresi altındaki insanlarla bütünleşmiş bir Halife olmasaydı, kendi zamanında İslam birliği darmadağın olurdu. Onun ağırlığı, toparlayıcılığı, ilmi, takvası, aklı, zekâsı, dirayeti ve kahramanlığı Müslümanların en büyük dayanağı oldu. Zaten o seçimle gelmişti, Müslümanların ortak kabulü ile devlet başkanlığına getirilmişti.
Ayrıca konuyu tam olarak anlamak için sorunuzda yer alan ikinci ve üçüncü paragraftaki izahlarla, On Beşinci Mektup'taki açıklamaları da gözden geçirmek lazım. Diğer yandan Fetih Suresinin son âyetinde işaret edildiği, bazı hadislerde belirtildiği ve Peygamberimizin haber verdiği gibi, Hz. Ali, ilk üç halifeden sonra dördüncü halife olarak başa geçecekti.
"Sen, biatını bozan, hak ve adaletten sapan ve dinden çıkan kimselerle savaşacaksın" hadisinde de açıkça bildirilmesi ve bu olayların Hz. Ali'nin halifeliği zamanında yaşanacağı göz önünde tutulursa, burada bütünüyle kaderin bir hükmü vardır.