Said Nursi’nin İstanbul’daki adımları konuşuldu
İstanbul'da "Adım Adım Said Nursi Günleri Paneli" yapıldı
Ömer Çelebi’nin haberi:
RİSALEHABER-İstanbul'da "Adım Adım Said Nursi Günleri Paneli" yapıldı. Risale Akademi, AKAV ve Fatih Belediyesi işbirliği ile tertiplenen panel; Fatih Ali Emiri Kültür Merkezi’nde düzenlendi.
Program; Dünya Kur’an’ı Kerim okuma birincisi Selman Okumuş'un Kur’an-ı Kerim tilaveti ile başladı. Sonra Risale Akademi Araştırma Merkezi Başkanı Prof. Dr. Mehmet İpçioğlu tarafından açılış konuşması yapıldı. Risale-i Nur ve müellifi Bediüzzaman’ın tarihin insafı olduğunu belirten İpçioğlu; “Risale Akademi’nin hizmetleri ise bu tarihi insafı masaya yatırmaktır. Bu manada insaflı akademisyenleri göreve çağırıyor” şeklinde konuştu.
Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden Mehmet Fırıncı ağabey, Said Nursi’nin İstanbul’daki faaliyetlerinden bahsetti. Aralarında geçen bazı anıları anlatan Fırıncı ağabeyin konuşması dinleyenlere duygusal anlar yaşattı.
(Foto galeri için TIKLAYINIZ)
Daha sonra oturum başkanlığını Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ümit Doğay Arınç’ın yaptığı panel oturumuna geçildi. Arınç; Fatih Belediyesi yetkililerine çağrıda bulunarak Fatihte bulunan “Şekerci Han’ın” restore edilmesi için çağrıda bulundu.
“BEDİÜZZAMAN İSTANBUL HAYATINDA KENDİSİNİ ÇOK SORGULAR”
Panelde konuşan Prof. Dr. Himmet Uç; Bediüzzaman’ın klasik bir yorumcu olmanın ötesinde, İmparatorluk güneşinin batmaya doğru gittiği bir dönemde, bir milletin kader anında ortaya çıkan bir adam olduğunu söyledi. İmparatorluğun yıkılışa geçtiği ve herkesin acizleştiği dönemde Bediüzzaman’ın hep dimdik ayakta kaldığını söyleyen Uç; “31 Mart Vakası gibi bir olayda herkesin kıyısında, köşesinde görünmediği dönemde o tek başına duruyor” dedi. Uç konuşmasına şöyle devam etti: “Genel olarak siyasi bir felsefe vardır. Olayların dışında görünüp merkezinde oynamak! Bu genel bir siyasi ahlaktır. Ama Bediüzzaman öyle bir insan değil. Her zaman ateşin içine giriyor. Zaten korku derdi yok. Dolayısıyla Bediüzzaman’ın İstanbul hayatı o kadar çok muhtelif olaylarla dolu ki; mekânlarda yaptığı şeylerden biri: Bizim demokrasi tarihini yazan şahısların Bediüzzaman’ın yazdığı demokrasi tarihi içinde yeri yok. Çünkü onlar kendi kafalarında kurguladıkları düzmece bir tarih yazmışlar. Bediüzzaman’ın İstanbul dönemi kendi kendine hazırladığı dönemlerin başında gelir. Kader-i İlahi Barla’ya gitmeden önce Bediüzzaman İstanbul hayatında kendisini çok sorgular. Bu sorgulama mekânlarında bir tanesi Çamlıca tepesidir. Çamlıca tepesinde o gün görmüş olduğu şöhretin, ilginin kendi hayatına bir katkınsın olmadığını, asıl gayeden kendisini uzaklaştırdığını anladığı için kendisini eleştirir. Orası bir sorgulama mekânıdır.”
“BİZ TARİHÇİLİĞİN ASIL RUHUNU ÜSTAD’TAN ÖĞRENDİK”
Doç. Dr. Âdem Ölmez ise Bediüzzaman’ın İstanbul’a gelişinin asıl amacının okul yaptırmak olduğunu söyledi. Ölmez; “Nasıl güneş doğudan doğarken yer küreyi peyder pey aydınlatarak gider, İstanbul afakında Üstad’ın doğuşu aynen öyledir. Belki ilk geldiği zaman çok fazla bilinmiyordu. İstanbul’a asıl geliş amacı okuldu. İstanbul’a geldikten sonra padişaha Şark-i Anadolu’da çocukların eğitim konusunu özel olarak ele alınmasını gerektiğini dair bir talimat verecektir. Fakat O’nun bu tavrı padişah ve çevresi tarafından çok fazla takdir edilmeyecektir. Biz tarihçilerde şöyle bir yanılgı var. İyiler vardır, kötüler vardır. Birisi iyi, birisi kötüdür. Ama Bediüzzaman’da böyle bir şey yok. Üstad bir insanı ele alacağı zaman iyi tarafını da söyler, kötü tarafını da söyler. Abdulhamid için de öyle… İyi ve kötü taraflarını söyler. Biz tarihçiliğin asıl ruhunu Üstad’tan öğrendik“ şeklinde konuştu.
“ÜSTAD BEDİÜZZAMAN’LA ENVER PAŞA ÇİFT YUMURTA İKİZİDİR”
Bediüzzaman’ın medresede oturup hocalık yapamayacak biri olduğunu ifade eden Yrd. Doç. Dr. Ramazan Balcı; “Üstad çeşitli vesilelerle bize anlatmadığı on beş yıllık Van hayatındaki on beş yılda siyasetle sandığımızdan ileri düzeyde ilişkilidir. Yani Van’da tedrisat yaparken aynı zamanda bölge halkıyla Urfa’ya, Nusaybin’e, Mardin’e, Bitlis’e, Diyarbakır’a çeşitli yerlere giderken çeşitli mülahazalara katılan biriydi. Üstad medresede oturup hocalık yapacak birisi değil. O dinamizm ve güç insanı aynı yerde oturtmaz. Ayrıca Üstadla Enver Paşa arasındaki meseleyi çözmemiz lazım. Noksan biliniyor. Kahramanlık ve iffette Üstad Bediüzzaman’la Enver Paşa çift yumurta ikizidir. Resmi tarih Bediüzzaman hakkında ne kadar doğru söylüyorsa, Enver Paşa hakkında da o kadar doğru söylüyordur” ifadelerini kullandı.
“SİZİ EHL-İ NECAT KABUL EDERİZ”
Bediüzzaman’ın hayatından önemli hatıralar anlatan bir diğer panelist Abdulkadir Menek “Üstad Erek dağında inzivaya çekilmiş ve sürgün furyası başlamıştır. Şeyh Said isyanından sonra doğudaki âlimler ve muteber insanlar, doğuda belirgin bir harekete vesile olabilir diye sürgün edilmiştir. Üstad da bu sürgün edilenler arasındadır. 15 Nisan 1926’da Trabzon’dan diğer sürgünlerle beraber vapurla İstanbul’a getirilir. Bu Üstad’ın İstanbul’a dördüncü gelişidir. Bu gelişte Üstad hazretleri yirmi gün kadar İstanbul’da kalır. Defalarca ifadeye çağrılır ve hiçbir hadise ile alakasının olmadığı anlaşılır” şeklinde konuştu.
1953 yılında tekrar İstanbul’a gelişinde önemli hadiseler olduğunu belirten Menek; “Üstad Abdulmuhsin Alev’le birlikte Fener-Rum patrikhanesine gider, baş patriğe şöyle bir teklifte bulunur: “Hz. Muhammed’in (sav) peygamber, Kur’an’ı Kerim’in hak kitap olduğunu kabul ederseniz, biz de sizi ehl-i necat kabul ederiz” der. Patrik, Üstad’ın bu celalli ifadelerine karşı “ben kabul ediyorum efendim” der. Üstad: “Peki diğer patriklere de söylüyor musunuz?” diye sorar. Patrik: “Onlara söylüyorum, fakat onlar kabul etmiyor” der” şeklinde konuştu.
Panel daha sonra soru ve cevapların ardından sona erdi.
(Foto galeri için TIKLAYINIZ)