Said Nursi'ye 'Belaüzzaman' diyen Rıza Zelyut: Özür diliyorum
Mehmet Ali Bulut, Rıza Zelyut ile bir röportaj yaptı
Rıza Zelyut, Alevi kesimin önde gelen isimlerinden biri. Yazdığı kitaplar ve makaleleri ile hep ilgi odağı oldu. Bediüzzaman Said Nursi'den "Belaüzzaman" diye söz ettiği yazısı üzerine Haber 7 Genel Yayın Yönetmeni Ünal Tanık ve Haber 7 yazarı Mehmet Ali Bulut, Rıza Zelyut ile bir röportaj yaptı. Ziyarette "Belaüzzaman" ve gündemdeki olaylara tarihi süzgeçten bir bakış gerçekleşti.
R.Z. Şimdi onu herhangi biri gibi algıladım.Hayatında benim gördüğüm noktaları dikkate alarak bir yazı yazdım. Fakat gördük ki olay bir kişi ile ilgili değil. Onun bağlıları var, sevenleri var. Çevresinde bir kült oluşmuş. Şimdi o insanlar, bu yazıdan rencide olmuşlar. Gelen yüzlerce mailden bunu gördüm. Maksadım bu değildi. Kimseyi üzmek, kırmak gibi bir amacım yoktu. Yazımın yarattığı tepki birilerinin üzülmesine kırılmasına yol açtı. Maksadım bu değildi, o insanlardan özür diliyorum.
M.A.B. Bu ifadeyi Rıza Zelyut olduğunuz için kullanıyorsunuz, başka birisi olsa bu ifadelerle durumu ortaya koymazdı.
R.Z. Ben kendisini Müslüman gören, yarın da Hz. Muhammed’in bayrağı altında haşrolacağına inanan -bundan da yüzde 99 değil, yüzde 100 eminim- yerim orasıdır. Şimdiye kadar insanları kırmış olabilirim ama kasıtlı yapmadım. Kimsenin malına göz dikmedim. Allah’a şükür ki kursağımdan bugüne kadar da haram bir lokma geçmedi.
Ü.T. Mehmet Ali Bey sizi ne kadar tanıyor bilmiyorum ama ben sizi iyi tanıyorum.
M.A.B. Yolda gelirken ne dedim. Ali Müfit Gürtuna zamanında sizi ziyaretegelmiştik. O dönemden tanıdım sizi.
R.Z. Şimdi şöyle söyleyeyim ben. Doğan bu tepkiden de hiç korkmadım. Onun da altını çizeyim. Ben korkmam. Ama üzülürüm. Said Nursi Hazretleri diyelim, hakkında yazdığım şeyler, benim bildiğim şeylerdir. Bildiğim şeylerin anlatılması, belki diğer cephenin verilmemesi nedeniyle ters tepkilere, üzülmelere yolaçmıştır. Maksadım o değildi. Onun için bağlılarından özür diliyorum. Şuna da çok memnun oldum.
Benim olumsuz şekilde anlattığım Said Nursi Efendi’yi onun bağlıları, “öyle değildir, böyledir” diye daha olumlu şekilde bana yansıttılar. Başka bir Said Nursi bana tanıttılar. “Öyle değil, böyledir” dediler. Öyle bir Said Nursi olarak tanınmasından da ayrıca mutlu oldum. Bu Türkiye’nin birliği ve bütünlüğü açısından son derece önemlidir.
ZELYUT: BUNLAR BENİM BİLMEDİĞİM AYRINTILAR
M.A.B.Bediüzzaman’ın da iki kesimden beklentisi vardır. Diyor ki, birisi Seyyidler cemaati, diğeri Aleviler. Ehl-i Sünnet nezdinde Alevileri ehl-i necat (kurtulmuş) görmek için bütün vesileleri aramıştır. Mesela, enbasitinden Cevşen – bugün Türkiyeçapında yayılmış bir duadır- Ehl-i Beyt ve Alevilerin elinde kalmış, Aleviler okudğu için ehl-i Sünnet’in reddettiği bir dua idi. Said Nursi, geçen asrın başında getiriyor ve Cevşen’i sürekli okunan bir vird yapıyor.
Risale-i Nur’un bir çok yerinde Alevilerin neden ehl-i necat olduklarını izah ederken, “Onlardaki Ehl-i Beyt ve Hz. Ali muhabbeti, onların küfr-i mutlak’a düşmelerine asla müsaade etmez” diyor. Said Nursi, bu görüşü savunurken, ne Kürtçülük adına ne Türkçülük adına yapıyor.
Said Nursi’nin 3 devresi var. Hatta 4 diyebiliriz. İlk devresinde, İmparatorlukayakta, Kürt halkının ya da Doğu illerinin eğitim açısından kalkınması için çalışıyor. Bu maksatla gidiyor Abdülhamid’e başvuruyor. “Ben Van’da EzherÜniversitesi gibi bir üniversite istiyorum. Fakat dünyevi ilimlerin okutulması şartıyla. Müspet ilimlerle dini ilimler bir arada okutulmalı. Çünkü, ancak bu şekilde milletin himmeti pervaz eder (havalanır). Sadece dini ilim öğrenenler bağnaz oluyorlar. –bunlar benim kelimelerim- sadece fen ilimlerini ya da dünyevi ilimleri alanlar da şüpheci oluyorlar. Biz ancak bu ikisini birleştirebilirsek insanımızın himmetini açığa çıkarabiliriz” diyor.
O zaman Said Nursi daha 20 yaşında. Abdülhamid, “Sen nasıl bu kadar cesur olabiliyorsun” diyor ve hapse attırıyor. Bu yaşadığı travmadan dolayı İttihat ve Terakki’ye taraf oluyor. Onun daha çok eşitlik ve hürriyet kavramlarından dolayı. Hatta bir süre sonra gidip Kürt aşiretlere gidip İttihat ve Terakki’yi savunuyor. O dönemde tek derdi var. Hürriyet ve inanç özgürlüğü. İnanç özgürlüğü tam bir mutabakat ve serbest rekabet ortamına ulaşmışsa, kimin neyi seçtiği Said Nursi’nin umurunda değil. “Ben bir iman müdafiiyim –savunucusu-“ meselelelere böyle bakıyor. Böyle bakabildiği için de Ehl-i Sünnet’in dışındakileri vahiy çatısı altında toplayabilen birisi olarak ortaya çıkabiliyor. Onun için, “Ben iki kesimden beklerdim ki buna sahip çıksınlar. Biri Ehl-i Beyt, diğeri de Aleviler” diyor.
Mesela Şeyh Said meselesinde diyor ki, “Bu millet 1000 yıl İslam’a hizmet etmiş kahraman bir millettir. Kim bu milletin çocuklarına kılıç çekerse benim nezdimde merduttur” diyor. Yani “kılıç çekilecek bir kavim değildir” diyor.
R. Z. Mesela ben bu ayrıntıyı bilmiyordum.
M.A.B. İkincisi, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, Anadolu’daki mücadele ile ilgili menfi fetva verince, “Bu esir bir müftüdür. Esir bir müftünün verdiği fetva geçersizdir” diyor. “Anadolu’daki hareket, huruç alessultan–padişaha başkaldırı- hareketi değildir. Bir müdafaa hareketi ve bir Milli Mücadelehareketidir” diyor. Bediüzzaman burada hem İngilizler’e karşı, hem de bir anlamda Saray’a karşı meydan okuyor. Yoksa Mustafa Kemal, savaş sonrası niçin Ankara’ya çağırsın.
Bediüzzaman hakikaten anlaşılmış değildir. Ben Ortadoğu’da yazarken Necdet Sevinç bir gün beni çağırdı.
"BENİM İMANIMDAN ŞÜPHEM YOK"
Ü.T. Bizim Mehmet Ali Bey’le Ortadoğu’da beraber çalıştığımız bir dönem vardır.
M.A.B. Necdet Abi, “Seninki Kürttür ve Kürçüdür. Kürt Teali Cemiyeti’ne dahildir” dedi. Dedim ki, Kürttür doğru. Ama Kürt Teali Cemiyeti’ndeki adam o değildir. O dönemde bir başka Molla Said vardır. Tıpkı birilerinin Şeyh Said ile Said Nursi’yi karıştırdıkları gibi o da ayrı bir Molla Saiddir” dedim.
Bu kez Şeyh Said konusunu gündeme getirdi. Bediüzzaman, Şeyh Said meselesinde çok net bir şekilde, karşısında yer almıştır. Hatta, Şeyh Said’e taraf olunmaması yönünde de çaba göstermiştir.
Rejim konusuna gelince… Bu konuda açık. “Ben sizin rejiminizi sevmiyorum. Ama ilişmeyeceğim. Ben kıyafetimi de değiştirmem” diyor. Mesela talebelerine, “Asayiş kuvvetlerinin yanında yer alın.Dahilde her türlü kargaşa ve huzursuzluk, bu millet ve vatan aleyhine olacaktır. Siz asayiş kuvvetlerinin yanında yer alacaksınız ve asayişin bozulmasına müsaade etmeyeceksiniz” diyor. İkincisi artık harici cihadın olmayacağını söylüyor. Artık din adına harici savaş da olmayacağını söylüyor. “Biz harici cihadı, Kur’an’ın berahin-i katıasının elmas kılıçlarına emanet etmişiz” diyor. Biz artık cihadı Kur’an’a havale edeceğiz diyor. Kur’an’ın kendi fütühatını yapacağını söylüyor. “Zira medenilere galebe ikna iledir. Söz anlamayan vahşiler gibi icbar –zorlama- ile olmaz” diyor. Bediüzzaman böyle bir adamdır.
Cumhuriyet’ten sonra bir takım inkılaplarla mücadele ediyor. Özellikle laiklik fikrinin uygulama şekline karşı tavır koyuyor. Fakat, dahilde huzuru bozacak hiçbir işe girmiyor. Daha enteresanı, o dönem kendisine gelip Kürtçe konuşanların hiç birisi ile Kürtçe konuşmuyor. Bu çok önemli bir şey. Hiç Kürtçe konuşmuyor.
Mesela, sizin de işaret ettiğiniz, Divan-ı Harb-i Örfi, Sünühat gibi, Risale-i Nur’dan önce yazdığı o dönemin ifadelerini taşıyan, Kürt ve Kürdistan gibi ifadelerin tamamını değiştiriyor. Kendi düzeltmeleri var.
Ü.T. Bu kendi düzeltmeleri açılan sergide vardı.
M.A.B. O belgelerle birlikte sizi ziyarete gelecekler. Bunlar çok önemlidir. Şunu söyleyeyim. Rıza Zelyut, Nurcu kesimi tarafından sevilen ve takdir edilen bir isimdir. Bu kişi mümin bir Alevidir. Öyle biliniyor.
R.Z. Allah’a şükür ki imanımdan şüphem yok.
M.A.B. Bunun için Rıza Zelyut’un Risale-i Nur hakkında yanlış bilgiye sahip olması onları incitti. Ben de sabah kalkıp bir yazıya başladım. Yapılan eleştiriler karşısında sizi müdafaa edecektim. Niçin müdafaa edecektim? Diyecektim ki “Bu adam, dinsiz imansız bir adam değil. Birisini sevmek zorunda da değil. Kastamonu Lahikası’nda diyor ki, “Bir alim Risale-i Nur aleyhine konuşursa, ona kızmayın. Siz gidin elini öpün, ve izah edin” zira medenilere galebe ikna iledir” diyor. Siz birine gidip bağırsanız, çağırsanız sadece onun öfkesini artırabilirsiniz. Mevzu yine geçince Rıza Bey’e ben gidip konuşacağım dedim. Ben Nurcu değilim. Açık söyleyeyim.
KARINCALARA CUMHURİYETÇİ ÖDÜLÜ
R.Z. Olabilir. Benim açımdan öyle olmanızın bir sakıncası yok.
M.A.B. Bediüzzaman Kürtçü değildir. Bediüzzaman ırkçı değildir. Bediüzzamangerçekten bir din alimidir. İman mücadelesi veren bir din alimidir. Mustafa Kemal’i seviyor mu? Hayır. Mustafa Kemal ile kendisinin ortaya çıkış zeminini iki zıddın ortaya çıkışı gibi görüyor. Ama onun özelliklerini de teslim ediyor. “Dahi bir kumandan” diyor. “Büyük bir devlet adamı ve dahi bir kumandan” ifadesini kullanıyor. Bediüzzaman Mustafa Kemal için bu ifadeleri kendisi kullanıyor. Ama “Getirmiş olduğu rejimin uygulanması, İslamiyet ile taban tabana zıttır” diyor. Bakın Cumhuriyet hariç.
Ü.T. Kendisi ben Cumhuriyeçiyim diyor. Çorbasının tanelerini, “onlar cumhuriyetçi” diye karıncalara veriyor.
M.A.B. Evet. Çok ilginç. Birinci Dünya Savaşı mağlubiyetinden sonra itikafa çekiliyor. Burada kendisine getirilen çorbanın tanelerini seçip karıncalara veriyor. Niye böyle yaptığını sorduklarında da “Bunlar cumhuriyetçidir. Bunların cumhuriyetçiliklerine saygı duyuyorum ve ben de bu şekilde cumhuriyetçi olduğumu gösteriyorum” diyor. Bir başka olay daha var. Hapishanede ikenarkadaşı çamaşır yıkıyor. Akşamüstü ipe asmak istiyor. Bakıyor ki karasinekler üzerine tünemiş. Arkadaşı gelip “Ben ne yapayım, durum böyle böyle” diyor. “Bizim bu saatten sonra o ipi kullanmaya artık hakkımız yok. Gece onlar yatacak” diyor. Bu kadar alicenap bir adam. Ama Atatürk’ü sevmemiş. Zaten Atatürk de onu sevmemiş.
Ben diyelim ki Atatürk’ü sevmem. Ama Atatürk’ü inkar edemem ki.
Ü.T. Gelmemiz gereken nokta burası olacak.
M.A.B. Muazzam bir nokta. Atatürk birmücadeleninliderliğini yapmış, devlet kurmuş, bir sistem getirmiş. Şu veya b şekilde 80 milyon insanıevirmiş. Bunu kim inkar edebilir. Sevmeyebilirsiniz. Ama hakikati değiştiremezsiniz. İşte Said Nursi de böyle bir adam.
Bediüzzaman, Alevilere özel birönem veriyor. Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’i hep farklı bir yere oturtuyor. Ben kendiadıma şunu söyleyeyim. Sizden böyle kontra bir yazı gelince şaşırmadım desem olmaz. Bu da benim hususi yaklaşımım.
"ASIL HATA BAŞLIKTAKİ GAZETECİLİK HINZIRLIĞINDAN"
R.Z. Üçüncü kez söylemiş olacağım belki ama.. Yazının bu kadar yankı yapabileceğini düşünmemiştim. Aslına bakarsanız asıl hata başlıkta sanıyorum. Rencide edici kısmı yazının başlığında oldu. “Bela” olarak görüyoruz orada. “Bedi” ile zıt ne olabilir diye düşündüm. Biraz da gazeteci hınzırlığı yaptık. Benim Osmanlıcam iyidir. Ben 1970’de Van’da öğretmen iken birisi bana Sözler’i verdi. Oradan epey okudum. Yani benim tanımam 40 yıl öncesine dayanıyor.
Şunu söyleyeyim ben cumhuriyetçiyim, ben Atatürkçüyüm.
Olayın özü şu. Ben şu mesajın bilinmesini istiyorum. Gelen mesajlara cevaplar da verdim. Bugün dünyada siyasetçilerimiz gittiği zaman bütün hükümetlerin başkanları, Türkiye’yi nasıl tanıtır, nasıl övünür? Genelde, “İslam ile demokrasinin uyuştuğu ülkeyiz biz” diye tanıtırlar. Bununla övünürken, işte İslam ile demokrasiyi meczeden iç içe geçiren varsa o da Mustafa Kemaldir. Bunun karşı taraf tarafından bilinmesi lazım. 11 Kasım sanıyorum. Mustafa Kemal Güney’den Haydarpaşa’ya geldiğinde –bildiğiniz hikayedir- 1915’te Çanakkale’yi vermeyen Osmanlı, 1918 Kasımında teslim olmuş, düşman Çanakkale’den elini kolunu sallayarak girmiş. Toplarını Dolmabahçe ve TopkapıSarayı’na çevirmiş durumdaydı. İçlerinde Yunan gemileri de vardı. Bunlara, “Geldiğiniz gibi gideceksiniz” diyen kim? Mustafa Kemaldi. Gönderen o, bu ezanların susmamasında birinci derecede Mustafa Kemal’in birinci derecede rolünün olduğunu herkesin bilmesi lazım. Mustafa Kemal’in yaptıklarını herkesinsavunmasını da beklemiyorum. Ama ben, Mustafa kemal’in bu tarihsel kimliğinin bilinmesini istiyorum.
Şimdi Nurcu kardeşim yazmış, soruyor. “Kur’an’ı niçin Türkçeleştirmeye kalkıştı?” diyor. Cevabını da veriyor. “Çünkü dini ortadan kaldırmak istiyordu” diyor. Bana göre, Kur’an’ı Türkçeye çevirme girişimi dinin daha doğru anlaşılması girişimi idi.
M.A.B. Elmalılı Hamdi Yazır’a tefsir yaptıran, Hasan Basri Çantay’a meal yazdıran Zübde-i Buhari’yi Türkçeye çeviren Atatürk’ün kendisidir. Bunu fazla kimse bilmez maalesef.
R.Z. Demek ki Atatürk, belki Said Efendi’nin arzu ettiği bir İslam’ı benimsemedi, onu yaymaya çalışmadı ama, kendi kafasına göre biraz Batılı tarzda algılama yapmak suretiyle İslam’ı daha yaygınlaştırmaya çalıştı. Şu çok basit örneği vereyim. Osmanlı 15 milyon kilometrekareye hükmetti. Elimizdeki rakamlara göre bu coğrafyadaki cami sayısı 8-9 bin. Bugün onun 20’de biri kadar olanTürkiye’de 80 bin cami var. Demek ki bu ülkenin temelini atanlar dinlemücadele etmemişler.
Bunun böyle görmemek lazım. Birilerinin bu durumu farklı göstermesi, bizleri de tepkisel olmaya zorluyor. Atatürk’e Deccal deyip onun yaptığı her şeyi İslamı yıkmaya yönelik saymak bunlar aklın alabileceği şeyler değil. Bunu böyle yapan insanlara gösterdiğim bir tepkidir aslında. Biraz da aşırı bir tepkidir. “Bela” sözünü kötü anlamı ile değil de bu ideolojideki yanlışı bana göre göstermek içindi. Yanlışı vurgulamak istediğim bir söz. Ama maksadı aşmıştır. Hele bu kadar bağlısı olduktan sonra bir insanın isterse kim olursa olsun, bizlere “İneğe tapacaksınız” diyen biri olsa bile kimseyi kırmak istemem.
"BENİM HZ. MUHAMMEDİMİ ANLATACAĞIM"
M.A.B. Öyle diyen de yok zaten. Ben size geleceklerini tahmin ediyorum. Sizin sorularınızı cevaplamak üzere gelirler. Siz aklınızdakileri sorarsınız, onlar da cevap verirler. Onların üsbulu budur. Sorularınıza kitaplarından cevaplar verirler. Said Nursi’nin uzun süre hizmetinde kalmış isimlerden biri olan Mehmet Fırıncı, “Ben niye kavga edeyim ki dedi. Öyle inanmak istiyorsa öyle inanmaya hakkı var” dedi. “Ama gidip ona kendimizi anlatmayı isterim” dedi.
Risale-i Nur 6 bin sayfa. Şurası kesin ki Said Nursi, tam bir demokrattır, tam bir özgürlükçüdür. İşin tuhafı herkesin kendi dininde inancında özgür olmasından yanadır.
R.Z. Son çalışmam “Dersim İsyanları ve Seyyid Rıza Gerçeği” diye. Yeni çıktı bu. Şimdi “Büyük Devrimci Hazreti Muhammed” diye bir çalışmaya başladım. Ben Hz. Muhammed’in bir devrimci olduğuna inanıyorum. Devrimcilik inançsızlık değil.
M.A.B. Devrimcilik kelimesi bizde biraz farklı algılandığı için öyle.
R.Z. Ben Hz. Muhammed’i nasıl algıladığımı anlatacağım. Benim Hz. Muhammedim’i ortaya koyacağım.
M.A.B. Bence çok güzel olur bu. Bediüzzaman diyor ki, “Cenab-ı Hakk’ın Ehl-i Beyt’i dünya siyasetinden ellerini çekmesinin bir tek sebebi vardır” diyor. Hz. Hasan, Hz. Hüseyin şehit edildiler, katledildiler. Hilafete layık olan bu insanların ellerinin dünya siyasetinden çekilmesi Cenab-ı Hakk’ın bir takdiridir ki eğer onlar siyasete bulaşsalar ve dünyevi olsalardı, manevi ve 1400 yıldır devam eden sultanlıklarına zarar gelecekti” diyor.
Cenab-ı Hakk onların elini dünyadan çektirdi ve hepimizin sultanı yaptırdı. 12 imam, yüzlerce evliyaullah, asfiyaullah gelmiş bu soydan. Eğer bunlar siyasete bulaşmış olsalardı, manevi saltanatları müddehem hale gelecekti. (töhmet altında kalacaktı). Emeviler gibi. Emeviler kendilerini rezil rüsvay ettiler. Irkçılığı başlatanlar onlar, hilafeti saltanata dönüştürenler onlar. Sahabeyi kategorize eden onlar. Hz. Muhammed dendiğinde bir tek Ayşe akla geliyor. Niçin? Hz. Zeyneb’in nikahını Allah kıymıştır.
R.Z. Evet evet.
TANIRSAN BEDİÜZZAMAN'I ÇOK SEVECEKSİN
M.A.B. Peygamberimiz, Zeynep’i aldığında bildiğimiz nikah akdi yapmamıştır. Çünkü Allah, “Biz sana onu verdik” diyor. Bu kadın varken, sürekli Hz. Ayşe öne çıkarıldı. Çünkü Hz. Ayşe, Hz. Ali ile küçük bir husumetten dolayı Emeviler’den tarafa tavır aldı. Hz. Ali diyor ki, “Ben bu katilleri bulacağım. Bana biraz sabır gösterin” diyor. Hz. Ayşe diyor ki, “Zanlıları işkenceye al ve konuştur” diyor. Hz. Ali, “Bu adalet-i ilahiyeye uymaz. Kur’an adaleti bunu kabul etmez. Devlet’in bekası için bir kişiyi bile dayak altına alamam” diyor. Alırsın almazsın, esas kavga Hz. Osman’ın katillerinin bulunmasından çıkıyor. Hz. Ayşe fetva veriyor. “Fitne var. Milletin selameti için Hz. Osman’ın katillerinin bulunması için kim şüpheli ise hepsi elden geçirilsin” diyor. Hz. Ali de buna yanaşmıyor. Sonrasını biliyorsunuz.
Hz. Ayşe’nin öne çıkarılması, birilerinin öne birilerinin arka plana atılması yine Emeviler döneminde olmuştur. Sonra Abbasiler geldi. Biraz aklîleşmeye başladı. Sonra Arap aristokrasisi yeniden hakim oldu. Ebu Müslim Horasani’yi çağırıp yemekte öldürdüler.
Bunlar tuhaf birer cilve. Benim kanaatim, demokrasi çatısı altında gerçek İslam’ın uygulanabilmesi ihtimali var. Çünkü demokraside münafık yoktur. Demokrasi münafık üretmez, buna zemin hazırlamaz. Ama İran’da münafıklık vardır, Arabistan’da münafıklık vardır. Çünkü kapalı rejim bunlar. Sen zorlarsan bir insanı o da münafıklık yoluna sapacaktır.
Bana göre, bunun en güzel örneklerinden birini Bediüzzaman’ın izahları açmıştır. Bediüzzaman bir siyaset adamı, bir politikacı değildir. Bir iman ihya hareketçisidir. Söylediklerinin bir kısmı da sisteme çatıyor olabilir.
Bakın Münazarat kitabınını başında bir şey söylüyor. Laik ortamda yaşamanın pratiklerini vermek açısından “Artık hilafetin saltanatı olmayacaktır.” Bu açık bir şekilde dinin hükümran olduğu bir devlet olmayacaktır demektir. “Müslümanların mesaisini şu noktaya sevkedenler hatadadır” diyor. Yani mesele, bir din devleti kurmak değil diyor. “Eskiden dinin koruyucusu bir tek halife idi. Halife başkalarının tazyiki altında eğilip bükülebilirdi” diyor. “Ama herkesin kendi dinine sahip çıkmasından hasıl olan hablül-metin bir sarsılmaz sütundur” diyor. Bir de ilave ediyor. “Devletin dine sahip çıkması gerekmez. Millet kendi dinine sahip çıktığında bu din hakiki din olur” diyor. İşte bu laik ortamda kişinin kendi dinine sahip çıkması olayı vardır.
Bediüzzaman devleti bir mekanizma olarak görüyor. Bunun dininin olması gerekmediğini de söylüyor. Devletin 4 temel sıfatı vardır. Asayişin muhafaza edilmesi, gelirlerin adil dağıtılması, serbest rekabet ortamının oluşturulması ve adaletin dağıtılması. Bir devlet bu 4 noktayı düzgün yapıyorsa ayrıca bir de dininin olması gerekmez.
Bunları diyen Bediüzzaman. Bu adamı tanırsan çok seveceksin eminim.
"İSLAMI AYAKTA TUTAN CİHAT RUHU"
R.Z. İnşallah, inşallah. Ben size teşekkür ediyorum. Benim de mesajlarımı ileteceksiniz.
M.A.B. Bediüzzaman’ın esas derdi insanların ve fikirlerin hürriyet içinde ifade edilmesi.
R.Y. Barışçı olmak gerek buna inanıyorum ama İslam’ı ayakta tutan cihat ruhudur. Bana göre cihadın ortadan kalkması için İslam karşıtlığının da ortadan kalkması gerek. İslam’ın kendi içindeki karşıtlıkları halletmek kolaydır. İslam karşıtı dünya, özellikle Yahudi dünyası, son zamanlarda da Hıristiyan dünyası, bana göre hala İslam karşıtlığı üzerine bir kampanya yürütüyor.
Kim ne derse desin, bütün çatışmaların temelinde hala İslam-Hıristiyanlık vardır. Bu realitede Hıristiyan dünyası kendi cihat ruhunu ortadan kaldırdı mı? Kaldırmadı. Bush 2001’de “Haçlı Seferi” derken boşuna konuşmadı.
Bunun karşısında İslam dünyasının demokratik görünmek amacıyla cihat ruhundan vazgeçmesi, İslam’ın elini kolunu bağlamak demektir. Şahsi kanaatimi söylüyorum.
M.A.B. Bediüzzaman cihadı reddetmiyor. Cihadın konseptini değiştiriyor. Bu cihat bütün alanlarda cihat. Ama farklı bir yöntemle bu yapılmalı diyor. Müslümanlar öncelikle zaafta olan iman noktasını güçlendirmeli diyor. Cihadın artık silahla olmayacağı görüşünde.
R.Y. Olabilir tabii. Cihat kavramına felsefi anlamda boyutlar katmış. Bakın ben Mardin’de yapılan İslam alimleri toplantısını son derece sakıncalı buluyorum. Derdimiz ne? İslam ne yaptı Avrupa’y,a İslam ne yaptı Amerika’ya, dünyaya da İslam kendisine çekidüzen versin. Dünyayı yağmalayanlar kendisine çekidüzen versin. Bunu sorgulamak lazım.
Hz. Muhammed’in karikatürlerini o kadar iğrenç çizen o adamlar ve ona arka çıkan Batı dünyası bir geri adım attı mı?
Ü.T. Ciddi anlamda bir geri adım atmadı.
R.Z. Hayır hiç atmadı. Arkadaşlar ben çok üzüldüm. Biz sizin peygamberinizi hak peygamber bilip başımızın üzerinde taşırken, siz nasıl bizim peygamberimize böyle saldırabilirsiniz? Bunun inançla, demokrasi ile bir ilgisi var mı? Anladığım kadarıyla benim yazım biraz o karikatüre benzemiş.
M.A.B. Yok yok. Aslında iyi şeylere vesile oldu. Bir çok kesim kendisine geldi.
R.Z. Onların silkinmesine vesile oldu ise memnun olurum. Şunun tekrar altını çizeyim. Sizin bana anlattığınız, portresini çizdiğiniz Said Nursi ile benim aramda pek fazla bir problem çıkmaz. Onun altını çizelim.
Ü.T. Ben M.A.B. ile bir araya gelip konuşalım derken bir noktayı çok iyi biliyordum. Ben sizi tanıyorum, birlikte çalıştığımız dönemden tanıyorum, yaptığımız şehirlerarası seyehatlarden tanıyorum, okuduğum kitaplarınızdan tanıyorum. Bu yakınlığınızı bildiğim için bir araya gelip sohbet edelim istedim.
R.Z. Ben bunun için sizlere teşekkür ediyorum.
M.A.B. Ben de yanılmadığımı görmüş olmaktan keyif aldım.
"HZ. ALİ MUHABBETİ HADDİNDEN FAZLA"
R.Z. Yok yanılmazsınız.
M.A.B. Ünal Bey, görüşme teklifini getirdiğinde ben şunu dedim. “Ben Rıza Zelyut’u mümin bir Alevi biliyorum” dedim.
R.Z. Eyvallah.
M.A.B. Hz. Ali’ye olan muhabbeti onun imdadına yetişecek diye düşünüyorum.
R.Z. O muhabbet bende haddinden fazla.
M.A.B. Risale-i Nur ve Bediüzzaman noktasında da bilgisi olmadığı, ya da eksik olduğu için böyle yazdığı kanaatindeydim.
R.Z. Benim bildiklerimle sizin ortaya koyduklarınız arasında farklar olduğu ortaya çıkıyor. Önemli olan şudur. Geçmiş değerlendirirken hep olumsuz tarafından bakmamak lazım. Şunun ortaya çıkmasından da memnun oldum. Said Efendi’nin çevresindeki insanların, onu olumlu bir model olarak görmeleri, hep bu toplumun yararına olacak şekilde birleştirici bir unsur olarak algılamaları çok önemli bir şeydir.
Ü.T. Sanıyorum esas ortaya çıkması gereken konu da burası.
M.A.B. Kesinlikle işin özü burada.
R.Z. Böyle olunca bizim aramızda herhangi bir sorun olmaz. İkincisi de benim yazımda “Kürtçü” demem eski kitaplara, risalelere bağlı yorumdan kaynaklanıyor. Şunun da altını çizeyim. Kürt olmak asla ve kat’a bir noksanlık, ayıp bir şey değil. Bu Allah’ın böyle takdir edip yaratmasıdır. Benim tepkim Kürt’e değil, Kürtçüleredir.
Oradaki tepkim de şu an içerisinde bulunulan şey de bu kritik pozisyondan kaynaklanan durumdur.
Bir aydın olarak bir arada yaşama duygumuzu zedeleyen fikir hareketlerine karşı çıkıyorum. Bu benim kişisel tavrım. Başkasına göre doğru veya yanlış gelebilir. Kürtlerin bu ülkede istedikleri gibi yaşama hakları var. Yapılan düzenlemeler de bu hakların daha çok ortaya çıkmasına yol açıyor. Bu hükümetin attığı adımlarla var olan sorunları da ortadan kaldırılacaktır. Onlar bizim kardeşimiz.
Yazımdan Kürt düşmanlığı gibi bir şey de çıkmasın. Bunun da vurgulanmasını istiyorum. Benim hedefim Kürtler değil. Kürtçülere şiddetle karşıyım, ama asla Kürtlere söz söylediğim düşünülmesin. Bunun da bilinmesini istiyorum.
BEDİÜZZAMAN'IN CHP VE MENDERES'E MEKTUPLARI
M.A.B. 1950’den sonra Meclis’te İttihad-ı İslam, Millet Partisi, CHP ve Demokrat Parti var. Bediüzzaman Menderes’e bir mektup yazıyor. “Sen içerdeki dindarlara sahip çık ki onlar DP’den ayrılmasınlar. Bunlar ayrılırlarsa dini siyasete alet etmeye mecbur bırakılırlar” diyor. “Dini siyasete alet ettikleri takdirde de toplum onların şahsında İslamiyet’e düşman olacaklardır. Bu cinayettir” diyor. Bediüzzaman, sonradan ortaya çıkan İslami kimlikli partilerin gelişini o kadar net izah ediyor ki…
Mesela, Hilmi Uran’a mektup gönderiyor. Halbuki CHP, o sıralarda bunu sürgünden sürgüne gönderiyor. Diyor ki, “Dikkat edin bir zındıka komitesi geliyor. Bu partiyi millet ve vatan aleyhine kullanacak. Aman dikkat” diyor. Bediüzzaman böyle biri.
R.Z. Ayrıntılarını bilmiyoruz tabii. Ama çok ilginç bir yaklaşım.
M.A.B. Yani bir taraftan CHP’ye, bir taraftan Menderes’e mektup gönderiyor. Hilmi Uran’a yazdığı mektuptaki uyarı Komünizm. Onun derdi dinsizlik.
Aynısını Aleviler için söylüyor. “Aman dikkat edin” diyor. “Siz Ehl-i Beytsiniz” diyor. “Sizin muhabbetiniz Ehl-i Beyt’edir. Bir zındıka komitesi sizi bu vatan aleyhine kullanmak istiyor” diyor. Ben de 1996’da katıldığım bir açık oturum programında İzzettin Doğan ile birlikte gelen Alevi liderine canlı yayında benzeri şeyler söyledim. “Alevileri konuşturun. Ateistleri sözcünüz gibi konuşturmayın” dedim. Aleviler’in Hz. Ali’ye saygısı vardır. Alevi’nin kitaba saygısı vardır. Alevinin Allah’a saygısı vardır. Ama bunların yok. Çünkü Alevi olduğunu söylüyor ama ateist. Yani hem dinliyim diyor, hem dinsiz.
R.Z. Bu tür insanlarla ben de çok uğraştım, uğraşıyorum da.
M.A.B. Bizim Fermani Altun ile de bu tür çok diyaloglarımız oldu. Ben inanma noktasında küçücük müşterekleri bulduğumda, dostluğu muhafaza etmek gerektiğine inanan birisiyim.
R.Z. Eyvallah.
M.A.B. Ben yırtacağım, Jamaika’daki insan cehenneme mi gidecek. Allah herkesin Rabbidir. Esas olan iyi insan olmaktır. Bir sümüklü böcek geçtiği yerde iz bırakıyor. Sen de bir iz bırakmalısın. İz bırakan insan hayırla anılacaktır. Esas olan budur.
R.Z. Ben ziyaretiniz için ve paylaştığınız bilgiler için teşekkür ediyorum.
M.A.B. Biz de teşekkür ediyoruz. Ev sahipliğinizden ve nezaketinizden dolayı.
Haber7
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.