Said Nursi'yi ağlatan lisenin öğrencisiydim
Seneler sonra kendilerini tanıyıp, konuşup ve dualarına dâhil olduğum Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerini gördüm
RİSALEHABER
Mehmet Ali Taşlıca 1922 Eskişehir doğumludur… Bediüzzaman Hazretleri ve talebeleri 1935 senesinde Eskişehir hapishanesinde yatarken o, karşısındaki lise mektebinde talebeydi. Kendisi senelerce bu şehirde trafik plâkacılığı ile iştigal etmiştir. 15 Nisan 2004 tarihinde vefat eden ağabeyimiz, birçok defalar Üstad Bediüzzaman Hazretlerini ziyaret etmiş ve görüşmüştür.
Kendisini 12 Mayıs 2002 tarihinde Eskişehir’de ziyaret ettik, hatıralarını dinledik. Bizi, Risale-i Nur’da sıkça bahisleri geçen –kendisinin de Bediüzzaman’ın hapiste olduğu yıl talebe olduğu- Eskişehir Lisesini ve Eskişehir Hapishanesinin yıkılmış ve şimdi yol yapılmış yerlerini gezdirdi; o günkü durumlarını tasvir ederek anlattı.
Daha sonra Eskişehir Kabristanında medfun ‘Mehmed Çalışkan’ ağabeyin kabrine götürüp, bizlere malumatlar verdi. O gün, teknik bir sebepten dolayı anlattıklarını kaydedemediğim Mehmet Ali ağabey, arzum üzerine hatıralarını, tablo kalitesinde mükemmel bir el yazısıyla yazıp, mektup olarak adresime gönderme lûtfunda bulunmuştur. Mektubu Risale Haber okuyucuları ile paylaşıyor, vefat yıldönümünde Mehmet Ali ağabeye Allah’tan rahmet ve mağfiret diliyorum… Ömer Özcan
***
Bütün suallerime Risale-i Nur’dan cevap buldum
Sene 1935 Eskişehir Lisesi Orta birinci sınıfına kaydoldum. Seneler sonra kendilerini tanıyıp, konuşup ve dualarına dâhil olduğum Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerini gördüm; fakat kendilerinin kim olduğunu bilmiyordum.
Medrese-i Yûsufiye (hapishane) okulumuzun karşısında idi. Kalabalık kişiler her gün 20 – 30 kişilik guruplar halinde uzun bir zincire ikişer ikişer kilitlenip, iki taraflarında mavzerlerine süngü takmış jandarmaların nezaretinde Ağır Ceza Mahkemesine götürülüp–getiriliyor, idam talebiyle muhakeme ediliyor, haklarında hiç sır sızdırılmıyordu. Bizler, yalnız acıyıp Allah kurtarsın diyerek yetiniyorduk. Haddizatında o zaman ne Risale-i Nur’u ne de Bediüzzaman Said-i Nursi’yi tanımıyordum...
Sene 1955… Eskişehir–Sivrihisar Caddesi Yıldız Oteli karşısındaki Gürgenci Pasajında trafik plâkacılığıyla iştigal etmekteyim. Sakal bıraktım, devamlı dinî eserleri mütalâa ediyor, şiddetli muhabbetim beni bir mübareğin eteğine yapışmaya sevk oluyordu.
Bir gün Pasajda bir şezlonga yaslanmış elimde kitap, yorgunluğumu gideriyordum. Bir dostum geldi, karşı komşu ya da birileri geldiler. Arkadaşımla onların yanına gittik ve konuşmalarına iştirak ettik. Onlardan –Hacı Şuayip Tabakçı– olduğunu sonradan öğrendiğim zat bana, “maşaallah seni ya çalışır veya elinde bir kitap okuyor olarak görüyorum. Anlaşılıyor ki okumayı seviyorsun, Bediüzzaman’ın Risale-i Nur namındaki Kur’an tefsirini okudun mu?” dedi. Ben “hayır!” dedim. “Eğer o eserleri okursan bütün müşkülünü halleder, her sualine cevap alırsın” dedi. (Allah ondan ebediyyen razı olsun) Arkadaşım onların nerede satıldığını biliyorum dedi. O zaman Eserler gizlice satılıyor, takipler, baskınlar, muhakemeler sık sık vuku buluyordu. Gittik saatçi Şükrü ve Muhiddin kardeşlerden mevcut eserlerden ne varsa hepsini aldık.
1935 senesinde Bediüzzaman ve talebelerini misafir eden Eskişehir hapishanesinin yakınlarında bulunan bu Ak Cami, Üstad’ın hapishaneden kerametle çıkıp namaz kıldığı mübarek bir mekândır. Mehmet Ali ağabey, bu Caminin Halk Partisi devrinde ağır cezalı mahpuslar için hapishane olarak kullanıldığını, kendisinin jandarma olan bir akrabası sayesinde bu mahpusları zincirlerle bağlı olarak gördüğünü anlattı. Daha sonraları Üstadımızın bu Camiye namaz kılmak için tekrar geldiğini ve namazlarını minberin hemen yanında kıldığını söyledi.
Artık hem okuyor hem de derslere devam ediyordum. Ağabeyler yalnız Risale-i Nur okumamı “başka eserleri okuyarak zihnini karıştırma” diyordu. Bu hâl bende bir taassup fikri uyandırdı. Risaleleri okudukça hakikat tecelli ediyor, taassup değil hakikat olduğunu anladım, zira her sualime cevaplar bu eserlerde vardı. Zira her meseleyi ispat yoluyla akla takrib ediyordu. Okumalar devam ediyor, dersleri hiç aksatmıyordum.
Üstad: Risale-i Nur dünyada okunacak
Seneler geçti, bende Üstadımızı görmek arzusu uyandı. Bir gün pasajdan caddeye çıktım, Yıldız Otelinde kalabalık vardı. Sordum, Bediüzzaman Hazretlerinin geldiğini öğrendim. Her tarafta polisler vardı, içeriye kimseyi almıyorlardı, fakat ben görmek azminde idim, kalabalık içinde bir görevli gibi kapıya kadar geldim. Kapıda sonradan adının Ceylan Çalışkan olduğunu öğrendiğim Ağabeyimize, Üstadla görüşmemi sağlamasını rica ettim. Bana bir iş buyurdu, “o işi yap, saat 12’de Ankara yolu üzerinde Sanayi Çarşısı mevki’inde bekle” dedi.
Gittim tarif edilen yerde durdum, o esnada babam geldi, kendisi oto boyacısı kardeşim Asım’ı ziyarete geliyormuş. “Baba bekleyelim! Kısmet olursa Bediüzzaman Hazretleri gelecek inşaallah görüşmek nasip olacak” dedim. Bekliyoruz, vakit yaklaşıyor… “Ben çok heyecanlıyım, sanki kalbim duracak” babama dedim; o esnada saat 12, karşıdan Isparta 001 plâkalı kestane rengi bir Amerikan arabası göründü ve tam önümüzde durdu.
Sağdaki büyük bina Eskişehir Lisesi, sonradan adını Atatürk Lisesi yapmışlar. O zamanlar Lisenin önünde bulunan ve Bediüzzaman’ın “büyük kızları raks ederken gördüm” dediği “avlu” yola gitmiş. Karşısında mavi otobüsün görüldüğü yerde ise, Üstad’ın, “penceresinden Lise Mektebine baktığım” dediği Eskişehir Hapishanesi bulunuyormuş. Mehmet Ali Taşlıca aynı tarihte (1935) bu okulda talebe…
Şubat ayı idi. Üstadımız yorgana bürünmüş arkada oturuyordu, pencere açıldı, musafaha edildi. Babama adını sordu, babam “Sâlih” dedi (Babam Saraybosnalı, asker olarak Osmanlı ordusuna dâhil olmuş, Balkan, 1.Cihan ve İstiklâl Muharebelerine iştirak etmiş, Balıkesir’de terhis olmuş, Gönende Annemle evlenmiş ve Türkiye’de kalmış.)
Üstad babama memleketini sordu O’da memleketinden bahsetti. Üstadımız, Rus esareti dönüşü Avrupa’nın birçok yerlerini görmüş; müjdeler verdi, “Risale-i Nurun dünyada okunacağını” söyledi, “ümitvar olunuz” dedi. Benim siyah sakalıma nazar etti “maşaallah” dedi. Risale-i Nur’a sıdk ile sarılmamı saadet ve selâmetin ancak onda olduğunu söyledi. (Sonradan öğrendim şoför Mahmut Çalışkan ve yanındaki Mustafa Acet idi.) Üstadımız; “kardeşim Mustafa! Kardeşlerin isimlerini al dualarımıza dâhil edelim” dedi ve arabası Emirdağ’ına müteveccih yollandı… Muhterem Kardeşim! Üstadla tanışmamız böyle oldu.
Bir gün dükkânıma Yılmaz ve Enver adlarında iki gedikli zabit geldi. Birlikte Emirdağ’a gittik. Üstadımızın havacılara karşı hususi muhabbeti vardı. Kolayca mahalli ikametine kabul edildik. Üstadımız yatakta uzanmış yatıyor, başucunda Zübeyir Ağabey tercümanlık yapıyordu, zira sesi çıkmıyordu. Müjdeli haberler veriyor “İstikbâl içinde en gür sadâ İslam’ın sadası olacaktır” diyor askerleri taltif ediyordu.
Üstadımızla Eskişehir’de kaldığı zamanlar ve gelip gittikçe defalarca görüşmek nasip oldu. Fakat ardında namaz kılmak hizmetinde bulunmak nasip olmadı. Allah cümlemizi şefaatine mazhar eylesin. Âmin...
Bediüzzaman'ı ağlatan Eskişehir Lisesi ile alâkalı konu:
“Bir zaman, Eskişehir hapishanesinin penceresinde bir cumhuriyet bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raksediyorlardı. Birden manevî bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki: O elli-altmış kızlardan ve talebelerden kırk-ellisi kabirde toprak oluyorlar, azab çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş-seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar.. kat'î müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım. Hapishanedeki bir kısım arkadaşlar ağladığımı işittiler. Geldiler, sordular. Ben dedim: Şimdi beni kendi halime bırakınız, gidiniz.” (Şuâlar 198)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.