Salahattin ALTUNDAĞ
Yanıltıcı İddiaların Ötesinde İslam'da Kadın ve Erkek
“Bu yazımı, İslâmiyet hakkında yanıltıcı bilgilere marûz kalmış ve bu yanılgıları nefsine uygun bulup bir yaşam biçimi haline getirenlere değil; yıllarca sâdece bir perspektiften bilgilendirilmiş ve İslâm'ın gerçek öğretilerinden uzaklaştırılmış olanlara, onları aydınlığa dâvet etmek niyetiyle kaleme alıyorum.”
Son günlerde, yanıltıcı bilgilere marûz kalan bazı kimseler, İslâmiyet’in kadınlara ayrımcılık yaptığı, onları şiddete tâbi tuttuğu, toplumdan ve sosyâl hayâttan uzaklaştırdığı ve eve hapsettiği şeklinde yanıltıcı beyânlarda bulunmaktadırlar.
Bu tür iddiaların, İslâm’ın özüyle ne kadar bağdaşmadığını göstermek adına, sâdece Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (asm)’in bir hadîsi ışığında bu meseleye dikkât çekmek isterim.
İslâmiyet, târih boyunca insanların eşitliğini vurgulamış ve bu eşitlik anlayışını her fırsatta ön plâna çıkarmıştır. Bunun en güzel örneklerinden biri Efendimizin (asm)'in buyurduğu şu hadîstir:
"İnsanlar, tarak dişleri gibi müsâvidir (eşittir). Fazîlet farkları, ancak ibâdet farkları iledir."[1]
Bu hadîs, İslâm’ın cinsiyet ayrımına değil, bireylerin niyet ve amellerine verdiği değere dikkât çekmektedir. Tarak dişlerinin eşit ve birbirine benzer oluşu, insanların da yaratılış itibâriyle eşit olduğunu vurgulayan güçlü bir benzetmedir. Bir taraktaki dişler, birbirinden üstün ya da aşağı değildir; tıpkı insanların cinsiyetleri, renkleri ya da sosyâl statüleri itibâriyle birbirinden üstün ya da aşağı olmadığı gibi.
Peygamberimizin (asm) bir "tarağın dişleri" benzetmesini kullanmasının altında birkaç sebep:
- Bir tarağın dişleri birbirlerine paralel olup, her biri diğerinden aynı uzaklıkta bulunur. Bu, kadın ve erkek arasındaki eşitliği ve adâleti simgeler.
- Tarağın dişleri bir arada olmadan işlevini yerine getiremez. Yani, bir tarağın dişleri ayrıldığında tarak işe yaramaz hâle gelir. Bu, kadın ve erkeklerin birbirlerine ihtiyâç duydukları ve birlikte çalıştıklarında, toplumun işleyişini en iyi şekilde sürdürebilecekleri anlamına gelir.
- Tarağın dişlerinin her biri diğerlerinden bağımsız olarak eşit öneme sâhiptir, yani hiçbiri diğerinden üstün veya daha az önemli değildir. Bu da kadın ve erkeklerin eşitliğini ve birbirlerine karşı olan saygı ve değerini temsil eder.
Bu nedenlerle, Efendimizin (asm) "tarağın dişleri" benzetmesini kullanması, kadın ve erkeklerin eşit, ayrılmaz ve birbirlerine karşı saygılı olmaları gerektiğini çok güzel bir şekilde anlatmaktadır.
Peygamberimiz, cinsiyet, ırk, statü veya servet ayrımı olmaksızın kadın-erkek, zengin-fakir, beyaz-siyah demeden her insanın, eşit olduğunu belirtmiştir. Ancak, bir kişinin diğerinden üstün olması sâdece onun ibâdetleri ile belirlenir. Buradaki 'ibadet', sadece namâz veya oruç gibi dini ritüellerle sınırlı değildir. Aynı zamanda dürüstlük, yardımseverlik, iyi ameller, adil olma, merhamet, insanlara ve tüm canlılara merhametle yaklaşma gibi ahlâkî eylemleri de içerir.
Bu hadîs, bir yönüyle toplumun cinsiyet üzerinden yaptığı ayrımcılığa, ötekileştirmeye ve baskılara bir cevâp niteliği taşırken, diğer yönüyle de bireyi iç dünyasına, niyetlerine ve eylemlerine dikkat çeker. İçinde bulunduğumuz sosyâl statümüz, cinsiyetimiz, zenginliğimiz ya da fakirliğimiz değil, kalbimizin derinliklerinde beslediğimiz niyetlerimiz ve onu takiben gerçekleştirdiğimiz amellerimiz, bizim gerçek değerimizi belirler.
Bu hadîs, aynı zamanda bireylere, toplumun baskılarına ve önyargılarına karşı direnç gösterme, kendilerini Allâh'ın gözünde nasıl gördüğüne odaklanma çağrısında da bulunmaktadır.
Bu Hadîs-i Şerîf, İslâm'ın erkekler ve kadınlar arasında eşitlik ve adâlet ilkesini vurgulayan birçok öğretiden biridir. Efendimizin (asm) bu sözü, kadınların ve erkeklerin birbirlerine eşit olduğunu, aynı şekilde bir tarağın dişleri gibi birbirlerine tamamlayıcı ve ayrılmaz olduğunu belirtmektedir.
Ancak, bu eşitliği tamamen aynılık olarak anlamamak önemlidir. İslâm, cinsiyetler arasında biyolojik ve psikolojik farklılıkların var olduğunu kabûl eder, ancak bu farklılıkların bir cinsiyeti diğerinden üstün veya aşağı kılmadığını vurgular. Her cinsiyetin kendi rolleri, sorumlulukları ve hakları vardır. Bu, toplumun sağlıklı işleyişi için gerekli bir dengedir.
Bu konuyu daha da açıklığa kavuşturmak için bazı örnekler verelim:
- Biyolojik Farklılıklar: İslâm, cinsiyetler arasında biyolojik farklılıklar olduğunu kabûl eder. Örneğin, kadınlar çocuk doğurabilme ve emzirebilme yeteneğine sâhipken, erkeklerin bu yetenekleri yoktur. Bu, biyolojik bir farklılık olup, kadınların ve erkeklerin rollerinde bazı farklılıklar doğurur. Ancak bu fark, bir cinsiyetin diğerinden üstün olduğunu göstermez. Her ikisinin de toplumda eşit derecede önemli rolleri vardır.
- Sosyâl Rollere Dayalı Farklılıklar: İslâm, kadınların ve erkeklerin sosyâl rollerinde de bazı farklılıklar olduğunu kabûl eder. İslâma göre, erkeklerin âilenin geçimini sağlama sorumluluğu vardır, ancak kadınların bu sorumluluğu yoktur. Bunun yerine, kadınlar çocukları yetiştirmek ve evi yönetmek için daha fazla rol alabilirler (yine zorunluluk değildir). Bu roller toplumdan topluma ve bireyden bireye değişebilir, ancak genel anlamda bu, kadınların ve erkeklerin farklı yeteneklerini ve rollerini kabûl etmenin bir yolu olarak görülür.
Bir toplumun sosyâl, ekonomik ve kültürel yapısı, cinsiyetlere atanan sosyâl rolleri belirleyebilir. İslâm, erkeklerin âileye bakma ve kadınların çocuk bakımı ve ev işlerine daha çok odaklanma eğiliminde olduğu bir yapıyı kabûl eder. Ancak bu, evrensel veya değişmez bir kurâl değildir. Birçok farklı kültürel, sosyâl ve ekonomik etken bu rollerin belirlenmesinde rol oynar. Örneğin, bir toplumda, kadınların iş gücüne katılma oranı çok yüksek olabilir. Bu durumda, kadınlar aynı zamanda âilenin geçimini sağlama rolünü de üstlenebilirler. Bu tür durumlar, erkeklerin daha fazla ev işleri ve çocuk bakımı sorumluluklarını üstlenmelerine de yol açabilir.
Ayrıca, bireysel düzeyde de bu roller değişkenlik gösterebilir. Her kadın veya erkek, sosyâl beklentilere veya normlara uymayabilir ve kendi yeteneklerine, ilgi alanlarına ve tercihlerine göre rollerini belirleyebilir. Örneğin, bir kadın iş hayâtında aktif olmayı ve kariyer yapmayı tercih ederken, bir erkek daha esnek bir iş seçip çocuklarının bakımını üstlenmeyi seçebilir. Ya da her iki ebeveyn de iş ve ev işlerini eşit şekilde paylaşabilir. Bunlar her iki tarafının, helâl dâirede ve zor kullanmayarak anlaşmasına bağlıdır.
İşte bu sebeplerle, İslâm'ın kabûl ettiği bu sosyâl roller kesin ve katı kurallar değildir. Toplumsâl ve bireysel seviyedeki çeşitli faktörler, bu rollerin nasıl dağıtıldığını ve uygulandığını belirler. Önemli olan, bu rollerin cinsiyetler arasındaki eşitliği ve karşılıklı saygıyı etkilememesi ve her bireyin kendi yeteneklerini ve tercihlerini, helâl dâiresinde en iyi şekilde kullanabilmesidir.
Evet, İslâm'ın temel öğretilerine göre, bir erkeğin âilesinin mâlî bakımını sağlama sorumluluğu vardır. Bu, nafaka veya geçim sağlama yükümlülüğü olarak bilinir ve İslâm hukûkunda belirli bir kurâldır. Bu kurâl, erkeğin eşi ve çocuklarına yiyecek, giyecek ve barınma gibi temel ihtiyâçları sağlaması gerektiğini belirtir. Bu yükümlülük, bir erkeğin evlilik sözleşmesinin bir parçası olarak kabûl ettiği bir sorumluluktur.
Ancak, bu, kadınların çalışmasını veya mâlî olarak bağımsız olmasını yasaklamaz. Kadınlar da eğitim alabilir, iş sâhibi olabilir ve kendi gelirlerini kazanabilirler. Ancak İslâm hukûku, bu geliri âilenin geçimine katkıda bulunmak için kullanmak zorunda olmadıklarını belirtir. Kadınların kazandıkları para, tamamen kendilerinin olup, istedikleri gibi kullanabilirler.
Bununla birlikte, birçok modern toplumda, erkekler ve kadınlar âilenin mâlî yükünü paylaşma eğilimindedirler. Bu, çeşitli faktörlere bağlıdır, ancak genellikle kadınların işgücüne daha fazla katılımı ve âilelerin iki gelire ihtiyâç duyması ile ilgilidir. Bu durumlar, İslâm hukûkunun esnekliğini ve modern yaşamın değişen koşullarına adapte olma yeteneğini gösterir.
- Dini Haklar ve Sorumluluklar: İslâm'da her iki cinsiyetin de dini ibâdetlerde bulunma hakları ve sorumlulukları vardır. Örneğin hem kadınların hem de erkeklerin namâz kılmaları, oruç tutmaları, zekât vermeleri ve hacca gitmeleri (maddî ve fizikî durumları elverdiğinde) beklenir. Bu, kadınların ve erkeklerin İslâm'da eşitlik ilkesinin bir başka göstergesidir.
Bu örnekler, İslâm'ın kadın ve erkek arasındaki eşitlik anlayışını somutlaştırır. Ancak, bu farklı roller ve sorumluluklar, kadınların ve erkeklerin birbirlerine karşı saygısını ve eşit değerini azaltmaz. Bunun yerine, her iki cinsiyetin de toplumun genel işleyişi için hayâtî ve eşit derecede önemli olduğunu vurgular.
Bu basit, fakat derin anlamlı binler delillerden sâdece bir tek delil olan hadîs, İslâm’ın kadın-erkek eşitliği üzerine olan vurgusunu ve bu konudaki hassâsiyetini göstermektedir. Bu nedenle, İslâm'ın kadınlara zulmettiğine, ayrımcılık yaptığı, onları şiddete tâbi tuttuğu, toplumdan ve sosyâl hayâttan uzaklaştırdığı ve eve hapsettiği dâir iddiâlar, dinimizin gerçek öğretilerini yansıtmamaktadır.
İslâmiyet'in gerçek öğretilerini anlamadan, yüzeysel bilgilerle ya da yanıltıcı propagandalarla hüküm vermek hem âdilâne bir yaklaşım değil hem de bu ulvî dinin gerçek özüne yapılan bir haksızlıktır. Tavsiyem, İslâmiyet'in özüne, hadîslere ve Kur’ân-ı Kerîm'e dönerek, bu dinin kadın ve erkek hakkındaki gerçek öğretilerini keşfetmektir.
Yıllar boyunca birçok toplumda, cinsiyetler arasında yanlış anlaşılmalar ve önyargılar oluşmuştur. Ancak İslâm'ın gerçek öğretileri, kadın ve erkek arasındaki eşitliği vurgulayarak, her bireyin kendi yeteneklerini ve tercihlerini en iyi şekilde kullanabilmesi için bir çerçeve sunmaktadır.
Son olarak, İslâm'ın kadınlara ve erkeklere bakışı, bize insanlığın özünde eşit, birbirine ihtiyâç duyan ve birbirini tamamlayan varlıklar olduğunu hatırlatmaktadır. Bu nedenle, İslâm'ı tam anlamıyla anlamak ve yaşamak, yalnızca dinî ritüelleri yerine getirmekten ibâret değildir; aynı zamanda toplumda eşitlik, adâlet ve karşılıklı saygıyı teşvîk etmektir.
İslam, 1400 yıldır var olup, insanlara bu dünyada cennet gibi bir hayat sunmaktadır. Kadının eşitliği gibi konulara dikkat çekmeden çok önce, İslam bu değerleri benimsemişti. Ancak, modern dünyanın son dönemlerine kadar, bazı batı toplumlarında kadınlar ikinci sınıf vatandaş olarak görülmüş, hatta onların insaniyeti üzerine tartışmalar yapılmıştır. Bu, kadınların insan olup olmadığına dair gerçekten utanç verici bir durumdur. Bazı batı toplumları, kadını bir malzeme ve ihtiyaç aracı olarak görmüştür.
Bu nedenle, eleştirilerin öncelikle 20. yüzyılın ortalarına kadar kadınlarına haksız muamelede bulunan (pazarda kadınlarını satmakta olan İngilizler gibi) bu toplumlara yönlendirilmesi gerekmektedir. İslam’ın aydınlatıcı öğretisini eleştirmek, güneşin parlaklığına kusur bulmaya benzer ve bu yanıltıcı bir yaklaşımdır.
Şu unutulmamalıdır ki: günümüz Müslümanları, geçmişteki nesillere nazaran daha bilinçli, deneyimli ve bu tür eleştirilere karşı özgüvenle cevap verebilecek kapasitededirler. Bu nedenle, konuşmalarımızda dikkatli olmalıyız.
[1] Ravi: Hz. Sehl İbni Saad (r.a.)
Kaynak: Ramuz el e-hadis, 238. sayfa, 4. hadîs
Yazının Arapçası için TIKLAYINIZ
Yazının İngilizcesi için TIKLAYINIZ
Yazının Fransızcası için TIKLAYINIZ
Yazının Almancası için TIKLAYINIZ
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.