Murat Çiftkaya'nın yazısı:
Gerçekten "1111" olabilmek
Rivayet o ki, Napolyon o ünlü Prusya seferinde zafere ulaşmış, Prusya ordusunu mağlup etmiş, karla kaplı ovada ufka doğru bakmakta, muhtemelen zaferini hissetmeye çalışmaktadır. O sırada, uzaklarda beyazlar ortasında bir şeyin hareket ettiğini farkeder. Dikkatle bakınca, bunun bir Prusya subayı olduğunu anlar. Prusya üniforması giymiş subay tüfeğiyle karda bata-çıka yürümektedir.
Yenilmiş, bitmiş, esamisi okunmayan bir ordudan geriye kalan tekbaşına bir asker!
Adamlarına emir verir Napolyon, Prusyalı askere seslenmeleri için. Fransız askerler bağırırlar:
“Herşey bitti! Ordun yenildi! Prusya yok artık!”
Prusya subayı önce bir kurşunla cevap verir. Sonra da kurşun kadar keskin şu cevabı yankılanır ovada:
“Ben varsam, Prusya var!”
***
Ne zaman “bir olmak” konusu açılsa, kulağımda Prusya subayının cevabı yankılanır:
“Ben Varsam, Prusya var!”
Biraraya gelmek, bir olmak, elbirliği yapmak, birleşmek gibi gönül okşayıcı hedeflerimiz hiç eksik olmaz.
İki 1’in biraraya gelip 11, dört 1’in omuz omuza verip 1111 olması gibi, biz de omuz omuza gelebilsek toplamımızdan çok daha fazla kuvvet ve berekete sahip olmayı hedefleriz.
Hedefimiz doğru ve mümkündür, lâkin arzu ettiğimiz ölçüde başaramayız 1111 olmayı. İdeal ölçüde bir araya gelemeyiz, omuz omuza veremeyiz. Bir düşünürün dediği gibi, bir araya gelmek güzel, birlikte çalışmak daha güzel, ama bu birlikteliği devam ettirebilmek en güzelidir ve asıl başarı budur.
Bir araya gelsek, birlikte çalışmak ve hizmet etmek kolay değildir. Birlikte çalışabilsek, bunu sürdürebilmek daha da zordur. Araya ihtilaflar, kıskançlıklar, rekabetler, ayrılıklar girer. Hak yolun yolcularını en fazla yaralayan hususlardan birisidir bu. Birbirine kenetlenen eller bir bakarsınız gevşer ve ayrılıklar başlar, güçler dağılır.
Çok nedeni vardır elbette 1111 olamayışımızın veya bu hali sürdüremeyişimizin. Ama bana sorarsanız, en önemli sebebi yüzyıllar öncesinden o Prusyalı subayın haykırdığı hakikattir. Subay, bize, 1111 olabilmeyi isteyenlere önce şu dersi verir:
“Önce hakkıyla ‘1’ olabilmeyi başarmalısınız. Tek başınıza bile kalsanız, davanıza sahip çıkmalısınız. ‘Ben varsam, davam var! Ben varsam, inandığım herşey var!” diyebilmelisiniz!”
Bu, önce 1 olmanın hakkını verebilmektir. Bir 1’in yanında sıfır olmak değil, kendi 1’liğinden veya benliğinden vazgeçip omuz omuza verebilmektir. İncelikler insanı Bediüzzaman’ın, bir 1 ve yanında üç 0’dan değil, dört 1’den bahsetmesi boşuna değildir.
Çelişkiler çağında yaşıyoruz. Bir taraftan, benlik ve ferdiyetçilik zehri dört koldan zihinlerimize, kalblerimize aşılanmaya çalışılıyor. “Herşeyden önemli olan sen’sin” deniliyor. “Çıkarların, hazların ve amaçların için herşeyi feda edebilirsin.”
Diğer taraftansa, her nedense, türlü türlü örgütlenmelerde ve yapılanmalarda ferdiyetimiz âdeta sıfırlanmaya çalışılıyor. Dahası, hak yollarda ihlas ya da sadakat insan benliğinin ve ferdiyetinin ortadan kaldırılması zannedilebiliyor.
Halbuki, ihlas havuzunda benliğini eritebilmek, kendi bağımsızlığından vazgeçip diğer 1’lerin hizasında durabilmek, fert oluşundan vazgeçmek veya şahsiyetini ortadan kaldırmak değildir. Olamaz da. İfrat, kendi benliğini ilâhlaştırmak ve yalnızlığa mahkûm olup yoldan çıkmaksa, tefrit 1’i 0’layıp bir 1’in solunda etkisiz ve verimsiz bir hal almaktır.
Oysa, orta yol, 1’liğimizi ve ferdiyetimizi muhafaza ederek bağımsızlığımızdan, bencilliğimizden vazgeçmektir. Değil mi ki, havuzdaki buzun erimiş hali sudur, sadece biçim değiştirmiş halidir. Ve buz, suyun soğuk bencilliğin kurbanı olup katılaşması ve başka su kütlelerine yabancılaşmasıdır ve suyun bu anlamda bozulmuş halidir. Kısacası, buz suyun bencillik halidir. Bu halinden kurtulabilmesi için, daha büyük (bir havuz su!) bir kütleye ihtiyaç vardır.
Her buz kütlesi kendi bencilliğinden vazgeçerek havuzu kazanır; değil mi ki, 1111’deki birler kendi sınırlı miktarından geçip çok daha büyük ve bereketli bir miktarı kazanır. Hem kendi aslî haline, yani rahmet olan su haline kavuşur, hem de kendindekinden çok daha bereketli ve büyük bir suyun parçası olur.
Başka bir deyişle, ideal olan, ne buzu buharlaştırmak ne de 1’i sıfırlamaktır. Olsa olsa, hak yolda omuz omuza verebilmek ve ferdiyetleri koruyarak bereket ve ihlasa ulaşabilmektir.
Kısacası, ihlas, dava veya adanmışlık, benlik iddiası olmadığı gibi kendi ferdiyetini küçümsemek veya hakir görmek de olamaz. Uğruna hayatını veya canını feda edebileceği bir davanın bayrağını en son kendisi kalsa bile ayakta tutacağı sözünü vermek ve bunu gerçekten yapabilmektir 1 olmak. Kişilik sahibi olmaktır.
Gerçekten kişilik sahibi olanların birlikteliği 1111 olmanın sırrını ifşa eder. Mütevazi olmanın, kişiliğini davasının üzerine çıkarmamanın gereğini de hakkıyla 1 olabilenler bilebilir. O yüzden, bir araya gelmek bir kişiliksizleştirme ve ferdiyetleri buharlaştırma operasyonu olamaz, çünkü hedef 1111 olmaksa, bunu yine 1 kalarak, ama daha büyük bir değer kazanarak yapabilir insan.
Rakamların hep ekonomik ve maddî amaçlı konuşulduğu bir zamanda, size bol 1’li bir yazı… Ne mutlu 1 olabilenlere, ne mutlu 1111 olabilenlere ve ne mutlu 1111 kalabilenlere!
x
Buz parçası hükmündeki enaniyetini.. Buzun aslı sudur, ama su soğukluk nedeniyle donmuş ve buzlaşmış, sınırlanmış... Diğer benlik’lerle çarpışmaya mecbur hale gelmiş. Buzun erimesi ve özüne dönmesi iki şekilde mümkün. Birisi, havuza dahil olması ve bencilliğinden, sınırlarından, köşelerinden vazgeçerken bir havuz kadar suyu benliğine dahil etmesidir. Diğeri ise, yalnız başına erimesi ve buharlaşmasıdır.
Cemaat/şahs-ı manevî içinde bencilliğini eritip, ben’den biz’e yükselmek kuvvetli bir iman ve kulluk şuurunu gerektirir.
muratciftkaya.com