Ve bir Mayıs İşçi Bayramı…
Her yerde boy boy afişler, bir koşturmaca bir hazırlık, kitlesel eylem meydanları civarında oturanlar için kâbus!
Bayramı grevle karşılayanlar olacak, neden?
Madem bayram o halde nasıl olur da, aynı peyzajda hem bayram hem açlık kelimeleri yer alır?
Aç kalmak bir eylemdir doğru, diğer yandan amacı ne olursa olsun, bayram günü ile bağdaşmayan bir eylem.
Bayram ile davullar bağdaşabilir mesela, halaylar, şenlikler, çocuk gülücükleri…
Eğer hem bayram hem de açsak ve çocuklar gülmüyorsa;
İyice gözden geçirilmesi gereken bir tabloya yerleştirilmişizdir.
Hukuk aranması çok normal bir durum… Bir sektörde doktorlar, esnaflar veya ulaşımcıların protesto ya da iş bırakma eylemi de bir dile getiriş, ancak adı bayram değil. Madem bayram ve her sene tekrar ediyor; her sene neyi dile getiriyoruz? Bir hak talebi, bir ya da iki kez dile gelir, dikkat çekilmek istenir. Her sene olması başka bir tezat… Diğer yandan eğer emeğimizin karşılığını istemekse bu eylem, başka işçilerce emek verilmiş şeyleri kırıp dökmek ve yakmak da başka bir tezat.
Gelin hep beraber bu kavramları tekrar gözden geçirelim.
Emir kelimesi hepimizin nefsine ağır gelir, oysa emir kelime itibarı ile "iş" anlamına gelir, dolayısıyla memur "işçi" ve amir ise "işveren" anlamına geliyor.
Bu gözle baktığımızda bizim memuriyetimiz üstümüzdeki Amir'in emirlerine bağlı.
O halde üstümüzdeki amirler hem yılda bir günü bayram ilan edip hem o gün aç kalmamızı tasdik ediyorsa bu aykırılıktan çıkmalıyız.
Peki nasıl?
Bir mahkemede bir hakîmin kararı bize aykırı geldiğinde bir üst mahkemeye başvuruyoruz. Hatta Avrupa İnsan Haklarına kadar uzuyor bu iş. Sonunda ‘hayırlısı Allah’tan’ deyip gerçek "Hâkim"e sığınıyoruz.
Peki neden İşçi Bayramında, üstümüzdeki amirlerin bu kararı bize aykırı geldiğinde gerçek "Âmir"e başvurmuyoruz?...
O'nun memuru olunca ortaya çıkan sonuç çok net; O Bayram ilan ettiği gün, ibadet halinde bile olsa aç kalmamızı emretmiyor.
Bu kâinat bir fabrika ve hepimiz onun işçileriyiz. İnsan, hayvan, bitki, elementler veya metaller… tüm yapıtaşları olarak emek verenleriz. Hem öyle işçileriz ki, üzerimizdeki ‘işçilik’ bize verilen emek paha biçilmez. İşçi tulumu gibi dümdüz, sadece üstümüz kirlenmesin diye değil, taşıdığımız beden elbisemiz ve içindeki akıl, kalp, vicdan gibi cihazlarla muhteşem bir işçilik örneğiyiz. Üzerine işçilik katılmış ve nakış gibi işlenmiş değerli altınlar ve antika eserleriz… Allah’ın bize verdiği ‘Emeğe saygı’ işçiliğimizin hakkını vermekle olacak. Bu kainata ve küçük kâinat olan bedenimize ‘iyi davranmak’ diğerlerinin başta ‘hayat hakkı’ olarak hukukuna, işçilik ve emeğine saygı duyarak… Kimsenin vazifesine engel olmadan ama vazifemizi (başta kulluk olarak) en iyi şekilde yapmaya çalışarak… Bir işçi karıncanın bile ağzındaki taneyi almadan, üstüne basmadan, incitmeden yürüyerek… Ebedi Cennet ve Cemalullah gibi bir ücreti kim beğenmemezlik edebilir? Az bir ücret midir?
Sonuç olarak ya İşçi Bayramı bayram değil ya da bayramda neler yapılırsa onlar yapılmalı. Bu kelimelerin hakkını versek ve gerçek İşverenimizin işlerimize şekil verişini kabul etse nefislerimiz, işçi kelimesinin eş anlamlısı olan amele oluşumuzu hatırlar bu bilinçle hayırlı ameller işleyen amil kimseler olsak…
Bayram Bayram olur mu? Kâbuslar biter meydanlar gül gülistan kesilir mi?
Ne dersiniz?
Âmiri el- Âmir olanın bayramı Bayram ola...
“Haşiye: Dînî farzlarını yerine getirmek sûretiyle dünyevî çalışmaların da bir ibâdet hükmüne geçtiğine dâir Üstadımızın yanına gelenlere verdiği derslerden bir kaç nümûne:
1. Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri ile birlikte, birgün, Eskişehir'deki Yıldız Otelinde bulunuyorduk. Şeker fabrikasından yanına gelen birkaç işçi ve ustabaşına kısaca dedi:
"Siz farz namazlarınızı kılsanız, o zaman, fabrikadaki bütün çalışmalarınız ibâdet hükmüne geçer. Çünkü, milletin zarûri ihtiyacını temin eden mübârek bir hizmette bulunuyorsunuz."
2. Yine birgün, Eğridir yolu altında oturmuş, Rehber'i okuyorduk. Tren yolunda çalışan birisi geldi; ve Üstad, ona da aynı şekilde, ferâizi edâ edip, kebâirden çekilmek şartıyla bütün çalışmalarının ibâdet olduğunu, çünkü on saatlik bir yolu bir saatte kestirmeye vesîle olan tren yolunda çalıştığından mü'minlere, insanlara olan bu hizmetin boşa gitmeyeceğini, ebedî hayatında sevincine medar olacağını ifâde etmiştir.
3. Yine birgün, vaktiyle Eskişehir'de tayyâreciler ve subaylar ve askerlere de aynen şu dersi vermişti: "Bu tayyâreler, birgün İslâmiyete büyük hizmet edecekler. Farz namazlarınızı kılsanız, kılamadığınız zaman kazâ etseniz, asker olduğunuz için her bir saatiniz on saat ibâdet, husûsan hava askeri olanların bir saati, otuz saat ibâdet sevabını kazandırır. Yeter ki kalbinde îman nûru bulunsun ve îmânın lâzımı olan namazı îfâ etsin."
4. Hem Barla, hem Isparta, hem Emirdağ'da çobanlara derdi: "Bu hayvanlara bakmak büyük bir ibâdettir. Hattâ, bâzı peygamberler de çobanlık yapmışlar. Yalnız, siz farz namazını kılınız, tâ hizmetiniz Allah için olsun."
5. Yine birgün, Eğridir'de, elektrik santralının inşâsında çalışan amele ve ustaya, "Bu elektriğin umum millete büyük menfaati var. O umûmi menfaatten hissedar olabilmeniz için, farzınızı kılınız. O zaman bütün sa'yiniz, uhrevî bir ticaret ve ibâdet hükmüne geçer" demiştir.
Bu nevîden on binler misâller var.” (Tarihçe-i Hayat-- Emirdağ Lahikası)