15 milyon dolara evini satmayan Kudüslü mücâhide

Suna DURMAZ.

15 milyon dolara evini satmayan Kudüslü mücâhide

“Bizim uğrumuzda mücâhede edenleri

elbette yollarımıza eriştiririz. Şüphesiz ki

Allah, ihsan edenlerle beraberdir.”

Ankebût Sûresi 69. âyet

Bazı insanlar “Ne olacak zamane gençliği değil mi? Bunlarda hayır ne gezer?” diye genelleme yaparak gençliği topyekün hayırsız sayarlar. Oysa bu gençlik içinde yüce dâvâyı sırtlayan, ümmetin düştüğü acı duruma çâre arayan, gecesini gündüzüne katıp hayır işleriyle hemhal olan kız-erkek binlerce genç vardır.

Maşâallah Kuveyt Talebe Birliği gençleri işte bu örnek gençlerden bir gurup.

Birliğin Filistin Komisyonu her yıl bir hafta boyunca Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa ve Kudüs hakkında kültürel faaliyetler düzenliyor. Bu yılki haftanın sloganı “el-Kudsü yüvahiduna/ Kudüs bizi birleştiriyor” idi.

Hafta boyunca, sabah ve akşam programları halinde kitap sergisi, Kudüs tarihini işleyen seminerler, Filistin şiir ve folklor gecesi gibi faaliyetler düzenlendi. Etkinlikler içinde en fazla ilgiyi çeken ise, Kuveyt Talebe Birliğinin daveti üzerine Kuveyt’e gelen 58 yaşındaki Kudüslü mücahide Fevziye Câbir el-Kürd idi.

Filistin’de, özellikle de Kudüs’te olup bitenleri medyadan takip edenler, Kudüs’ün Şeyh Cerrâh Mahallesinde ikâmet eden Fevziye Hanımı tanırlar. Ümmü Kâmil olarak tanınan Fevziye Hanım, işgalci İsrail’in evine el koyması üzerine evinin yakınındaki bir arsaya çadır kurmuş ve 2 yıldır bu çadırda yaşıyor.

Evine mukâbil olarak siyonistler tarafından teklif edilen 15 milyon doları elinin tersiyle iten Fevziye Hanım, dâvâ sahibi olmanın ve bu dâvâ uğrunda son nefese kadar direnmenin muhteşem örneğini sergileyerek bütün dünyayı kendine hayran bırakıyor.

Fevziye Hanıma Kuveyt’te büyük ilgi gösterildi. Kendisiyle tv çekimleri, radyo konuşmaları ve basın toplantısı yapıldı. Bu yoğun tempo arasında sağ olsun bize de vakit ayırdı. Kendisiyle Filistin Derneğinde kısa bir söyleşi yaptık.

Fevziye Hanım biliyorum zamanınız çok kısıtlı. Bu yüzden; sizinle soru cevap şeklinde değil de, karşılıklı sohbet olarak gerçekleştirelim bu söyleşimizi ve hemen konuya geçelim ne dersiniz?

“Elbette. Kudüs’te olup bitenleri hemen anlatmaya başlayayım. Ben 1952 Kudüs doğumluyum. Evimiz Mescid-i Aksa’nın Asbât Kapısına bakardı. Yani evimizden ayağımızı attık mı Mescid-i Aksa’ya girerdik. Mescid-i Aksa medyada gösterildiği gibi Kubbetüssahra ve Mescid-i Aksa Camii değildir sadece. Surların içinde kalan 144 dönümlük alan mukaddes Mescid-i Aksa’dır. Bizim çocukluğumuz bu sahada yiyip içmek ve oynamakla geçti.

Hastalandığımızda da Harem-i Şerif’e gider oradan şifâ umardık. Selvi ağaçlarının bulunduğu Harem-i Şerif havasının nefesimize iyi geldiğine inanırdık. 17 yaşımda evlenince Mescid-i Aksa surlarının kuzey tarafına düşen Cerrâh mahallesine taşındım.Cerrâh Mahallesi 18 dönümlük vakıf arazisi üzerine kurulmuş olan bir Arap Mahallesidir. Aramızda bir tane dahi Yahudi yoktu.

Şimdi İsrail Cerrâh ve Silvan Mahallelerini ele geçirip buralara yüzlerce yerleşim birimi yapmak istiyor. ‘Bu mahallelerde oturan Arapların ellerinde tapu yok mu?’ diye soracaksınız.

Elbette var. Türkiye ve Ürdün arşivlerinden buraların Araplara ait olduğunu ispat eden belgeler getirttik. Ama nâfile. Siyonistler kanun nedir, insanlık nedir, anlamıyorlar. “Silvan Mahallesinin altında Davut Kenti var. Mescid-i Aksa’nın altında Süleyman Tapınağı var” diye bâtıl iddialar öne sürerek buraları her ne pahasına olursa olsun ele geçirmek istiyorlar. Onca tünel kazdılar; arkeolojik araştırma yaptılar, buraların Yahudilere ait olduğunu gösteren bir tane dahi kalıntı bulamadılar. Buna rağmen iddialarında israr ediyorlar.

Amaçları bizleri kökümüzden koparıp toprağımızdan dışarı atmak. Ama buna nâil olamayacaklar inşaallah. Son nefesimize kadar buradayız. Kudüs’ü bırakmayacağız. Hadislerde Beytü’l Makdis’in yani Kudüs’ün Haşir ve Mahşer yeri olacağı bildiriliyor. Burada oturmak bir şereftir ve bu şerefe nâil olmak bedel ister; biz bu bedeli ödemeye hazırız. Bu yüzden, Harem-i Şerif yanındaki toprak üzerine kurduğum çadırı dünyanın saraylarına ve malına değişmem.”

Hazır çadır mevzuu açılmışken bu konuyu biraz açalım. Sizin çadır kurup dünyaya meydan okumanız uluslar arası medyada yer aldı ve devam ediyor. Şu çadır hikâyenizi anlatsanız?

F. El-Kürd: Benim Cerrâh Mahallesinde 144 metrekare üzerine bahçeli bir evim var. Evlendiğimden beridir burada oturuyorum. Ailem büyüyünce evimi genişletmek istedim. Belediye buna izin vermedi ve böylece Siyonistlerle olan problem sürecim başlamış oldu. Kudüs’te evini tamir edemezsin, ek bina yapamazsın. Yaparsan gelip yıkıyorlar. Üstelik yıkım parasını da senden alıyorlar. Zulmün hacmini düşünün artık! Yaşlı kocam ağır şeker hastasıydı ve hastahanede yatıyordu. Onun yanında olduğum bir gün komşum aradı. “Ümmü Kâmil acele gel! Siyonist yerleşimciler evine girdiler” dedi. O an dünya başıma yıkıldı sandım. Acele olarak eve geldim. Komşum doğru söylüyordu. Yerleşimci bir aile evimi istilâ etmişti. Polise şikâyet ettim, ama fayda etmedi. İsrail kanunlarına göre, bir yer istilâ edildikten ancak 1 yıl sonra şikâyet konusu olabilir. Bu yüzden bir yıl bu insanlarla aynı evi paylaşma durumunda kaldım. Şikâyet etme hakkım olmasın diye, bir yıl geçmeden eskiler gitti yeni yerleşimciler geldiler. Gidenler yeni gelenlere bana karşı nasıl zulüm yapacaklarını öğretiyorlardı. Bu durum 8 yıl boyunca devam etti. Kendi ellerimle kurduğum ve döşediğim evimi, tuvaletimi, mutfağımı ve banyomu yabancılarla paylaşmak zorunda kaldım. Bu Siyonistler şeytanın dahi aklına gelmeyen hileleri biliyorlar. Bunları kullanarak beni tuzağa düşür mek istiyorlardı. Ama kim ki Allah’a tevekkül ederse, O yeter! Her defasında “Hasbunallah” diyor bu iğrenç tuzaklardan kurtuluyordum.

Filistin’de yaşayan en şiddete yatkın olanlar, Halil kentinde bulunan “Kiryât Erbaa” denilen yerleşim biriminde oturan Siyonistlerdir. Bir seferinde bunlardan bir grup evimi istilâ etmişti. İsrail kanunlarına göre evinde silâh bulunduran Arap, ya ömür boyu hapis cezası alır veya evi yıkılır. Bunu iyi bilen Siyonistler, evime silâh sokmuşlar benim odanın pencere kenarına gizlemişler. Amaçları silâhı elime almam ve silâh üzerinde parmak izi bırakmamdı tabii. Elhamdülillah ben bu oyuna gelmedim. Sabaha kadar “Kapım Bismillahtır; duvarım Taberâkallah. Çatım ise Yâsin. Valâhu hayrülhafizîn ve huve yetevellâ essâlihîn. Elâ bizikrillâhi tatmeinnü’l kulûb. Men tevekkele alallâhi ve huve hasbuh. Hasbunallahi veni’mel vekîl. Lâ havle vela kuvvete illa billâh. Sabrun cemîl vallahu müsteân. Sabrun cemîl vallahu müsteân...” diye zikrederek kapım açık oturdum. Sabah olunca emniyete haber verdim.

Bir keresinde de hemen gözümün önüne cep telefonu ve para dolu bir cüzdan bırakmışlardı. Yine aynı hile. Bana hırsızlık töhmeti giydirmek istiyorlardı, ama başaramadılar. Bir defasında da Yemenli bir Yahudi aile evimi istilâ etti. Ben onlar kadar pis bir aile görmedim şimdiye kadar. Ama bunların o pisliklerine de tahammül ettim.

Bana yapılan her türlü zulme katlandığımı ve evimi terk etmediğimi gören İsrail, bu sefer de para yoluyla kandırmaya kalktı. İsrail Turizm Bakanı evime kadar gelerek “Bak Ümmü Kâmil. Zengin olmak istemiyor musun? Sana evine mukâbil 15 milyon dolar veya açık çek verelim ne dersin?” dedi. Bu iğrenç teklife de aldanmadım. Ona “Zengin olmak istediğimi kim söyledi? Ben bu topraklardan ayrılmam ne yaparsanız yapın hangi hileyi denerseniz deneyin. Ben bu topraklardan ayrılmam” dedim. Bana sadece İsraillilerden değil, Filistin Özerk İdaresinden de benzer teklif geldi. Bunu da geri çevirdim. Bizim Filistin lehçesinde bir ata sözü vardır “Elli cerî, elli meşî, ma ahazşi eşi”. Yani bu dünyada koşan da, yürüyen de ahirete kendiyle beraber birşey götüremez; ihlâslı amellerinden başka.

Allah, 9 Kasım 2008 gecesi yaşadıklarımı bir kuluna dahi göstermesin. O gece 3 bin kişilik bir kuvvetle Cerrâh Mahallesini bastılar. Gece 03.30 civarında asker ve polisten oluşan 50 kişilik bir kuvvet evimi bastı. Yatalak olan kocam korkudan altına kaçırdı.

İki kadın polis beni kolumdan tuttuğu gibi dışarı attı. Kocamı da başka tarafa fırlattılar. Korkudan kocam kalp krizi geçirdi. İniltisini duyuyordum, ama yardım edemiyordum. Kasım gecesinin soğuğunda dışarıda kaldık. İsrail askerleri kocamı hastaneye götürmek için gelen ambülansa da izin vermediler. Onu ancak sabah 10 civarlarında hastaneye götürebildik.

Bana revâ görülenler medyada yer almaya başladı. Evimden kovulunca komşumun arazisi üzerine çadır kurdum; 2 yıldır çadırda yaşıyorum. Bu zaman zarfında çok kişi geldi ziyaretime. Belçikalı bir parlementer “Bu direnme kuvvetini nereden alıyorsun?” diye sordu “Allah’tan” dedim.

Bu kadar zulme dayanamayan yaşlı kocam üst üste kalp krizi geçirdi ve öldü. Onun ölümünden sonra “Fevziye artık senin için bu dâvâdan başka bağlanacağın bir şey yok. Kendini bu yüce dâvâya ada” dedim. Şimdi aldığım davetler üzerine ülke ülke gezip bu yüce dâvâyı ve Filistinlilerin çekmiş olduğu zulmü anlatıyorum.

Görmüş olduğunuz ilginç ve müessir bir rüya olduğunu söylemiştiniz. Bu rüyayı tekrar anlatır mısınız?

Ben geceleri yaptığım zikirlerin yanında Fatiha Sûresini de çok okurum. Bir gece çok bunalmıştım. “Allah'ım ben yanlış mı yapıyorum! Nedir bu başıma gelenler?” diye ağlamaya başladım. Sabah namazından sonra dilimde zikir ağlaya ağlaya uyumuşum. Kudüs’te Sittüna Meryem (Meryem Ana) mıntıkası diye bir yer var. Rüyada oradan Mescid-i Aksa’nın Rahmet Kapısına doğru bir kıl uzatmışlar. Ve o kıl üzerinden yüzlerini göremediğim insanlar geçiyorlar. Bu insanların sadece ayaklarını görüyorum. Sıra bana gelince, "Ben buradan nasıl geçerim?” dedim. “Bismillâh tevekkeltü alallâh. Lâ havle velâ kuvvete illa billâh de” diye bir ses işittim. Bunu deyince o ince kıl geniş bir cadde oldu. Bu caddenin üzerinde kolaylıkla yürüdüm. Sonuna geldiğimde, kendimi Kubbetüssahra’da buldum. Orada biri vardı yüzünü göremediğim. Nur saçıyordu! Bu kişiden yayılan nur yüzünden her taraf nurla dolmuştu. Neredeyim dedim “Fatiha oku” dediler. Okudum tekrar “Neredeyim” dedim. “Cennettesin” dediler.”Peki Cehennem nerede?” dedim. Kudüste bulunan “Cehennem Vadisi” adlı vadiyi gösterdiler. İlginç olanı bu vadide şu an Yahudi mezarlığı bulunuyor!

Fevziye Hanım, Türk halkına iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

Elbette var. Türk halkına, Türk kadınlarına mesajım, bu dâvâya sahip çıksınlar. Mescid-i Aksa tüm ümmetin dâvâsıdır. Kurtuluş buradan başlayacaktır. İsra Sûresini tefsiri ile beraber çok okusunlar. Çocuklarına bu dâvâyı aktarsınlar.
Yeni Asya
 

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.