[Bölüm 1] — 1870, Bahar, Nurs
Sofi Mirza
Isınan hava ile birlikte evin yan tarafındaki yazlık ocağı kullanmaya başlayan Nure'nin bakır bir tepsi üzerinde Mirza'ya götürdüğü dördüncü katmerdi bu. Aşotu ve yarpuz karıştırılmış çökelek katmerine nar kızarıklığı veren taze tereyağı kokusu açlığını kamçılıyordu ama ağzına henüz tek lokma koymuş değildi. Bir ân önce yola çıkması gereken eşini doyurup yolcu edecek, sonra birkaç günden beri bir mucize olan ilk kelimelerini kekelemeye, hecelemeye başlayan Dürre'si ile birlikte, aç midesine baygınlık veren katmer kahvaltısını yapacaktı.
İçeri girdiğinde Sofi Mirza, küçücük bir katmer lokmasını Dürre'sine —Kürtçede hemen bütün isimler kısaltılarak kullandığından o da ışıl ışıl gözleri ve pembe yanakları ile bir inci tanesine benzeyen Dürriye'ye sadece Dürre diyordu, tıpkı eşi Nuriye'ye de Nure dediği gibi— yedirmeye çalışıyor, iştahlı çiğneyişini gülümseyerek seyrediyor, gür siyah saçlarının daha büyük gösterdiği mâsum başının çocukça hareketlerini takib ediyor, tarifi güç bir keyif alıyordu.
Nure, Sofi Mirza'nın bütün bir kış ziyaretinde bulunamadığı Gavs Hazretlerine gidecek olmasının telaşını birkaç günden beri yaşıyordu. Bir miktar taze peynir, tereyağı, birkaç kilo bal ve öteberiyi akşamdan hazırlayıp katırın heybesine yerleştirmişti. Gerçi Gavs Hazretleri bu tarz külfetlere girmemelerini, ihtiyaç olmadığını her defasında söylüyordu ama eli boş gitmeyi de bir türlü kabullenemiyorlardı.
Uzak yerler de dahil, çokça misafirin yirmi dört saat akın ettiği Gavs-ı Hizan Dergâhının giderlerini karşılamak, bir-iki âilenin üstesinden gelebileceği gibi değildi. Onun için yakın çevredeki mürid ve ziyaretçiler, eli boş gitmemeye gayret ediyor, dar imkânlarının el verdiği ölçülerde, hayvanların heybesinde taşınabilecek kadar, çoğu mevsim gıdası öteberi götürüyorlardı. Sofi Mirza da yılda birkaç sefer yapabildiği Gayda ziyaretlerinde bu itiyadını devam ettiriyordu. Zaten o demese de Nure, eli boş mümkün değil göndermiyordu...
Son katmeri de sofraya bırakırken,
"Doydunuz mu?" dedi.
Dürre'yi de evin bir ferdi olarak hesaba dahil etmekten farklı bir haz duyuyordu annesi. Sofi Mirza gülümseyerek,
"Ellerine sağlık Nure'm, doydum ama bu küçük için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Dokunmaz diyorsan, daha epeyce yiyebilir gibi görünüyor." dedi.
Sofi Mirza, yalnız oldukları vakitlerde eşine Nure'm diyordu ama başkasının yanında ya hanım diyordu ya da Kürt örf ve adetleri içinde kalarak hitab cümlelerinde herhangi bir isim veya zamir kullanmıyordu. Eşine seslendiği, sadece ses tonu ve Kürtçenin kendisine has bazı vurgularından ya da cümlenim müzekker-müennes —erkek-dişi— yapısından anlaşılıyordu.
Küçük çocuğun annesi ile babası arasında gezinen gözlerindeki muzipçe gülüş, kendisinden bahsedildiğinin farkında olduğunu söylese de henüz çok küçüktü...
"İyi o zaman, siz devam ediniz, birkaç katmer de yol için yapayım."
"Bence gereği yok, topu topuna altı-yedi saatlik bir yol ama sizin için yapabilirsin tabiî, beklerim."
Nure, kendisine doğru hamlede bulunan Dürre'ye yakalanmamak için boş tepsi ile tekrar dışarı çıktı.
Yağlı elinin tersi ile kızının yanağını okşayan Sofi,
"Ne o doydun mu yoksa?" dedi.
Küçük çocuk, bir ân annesinin arkasından baktıktan sonra, hâlâ babasının çok yakınlarındaki parmaklarının arasında duran katmer lokmasına uzandı. Belli ki çok sevmişti...
***
Onlarca yılı kucaklayacak bir Besmele, bir ilk adım, bir ilk göz nuruydu okuduklarınız.
Yukarıdaki satırlar Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin tarihe mal olan çileli hayatını, büyük mücadelesini, zengin düşünce dünyası ve kudsî davasını anlatacak bir nehir romanın ilk satırları.
Bu satırları dualarınıza mazhar olur ümid ve temennisi ile paylaştım.
Gayret bizden, tevfik Allah'dan...