Bir ülkede savaş varsa, savaşa katılan ve destek verenler arasında karşılıklı öldürmeler olur. Hele bir ülke için de yaşayan halklar arasında bölünmeler olur, düşmanla işbirliği yapılırsa, onlara yardım edilirse hükümetler derhal tedbir almak durumunda kalırlar.
I.Dünya savaşı sırasında Ermeni komitacıları tarafından çoluk çocuk çok masum öldürüldüğü gibi, Ermenilere de saldırılar olmuştu. 1914 de Osmanlı İmparatorluğunu savaşa sokan İttihat ve Terakki Komitesi; Osmanlıya karşı Rusların yanında Ermenilerin de yer almış olması nedeniyle Anadolu’daki Osmanlı Ermenilerine karşı “tehcir” kanunu çıkardı ve 1 Haziran 1915 de resmi gazetede yayınlanarak uygulamaya koydu.
Bu tehcir esnasında resmi kayıtlara göre 400 binden fazla Ermeni vatandaşı göçe zorlandı ve onların bir kısmı yolda savaş koşulları, hastalıklar, iklim, uygun olmayan vasıtalarla nakiller veya bölgedeki çete ve aşiret saldırıları gibi farklı sebeplerle ölmüşlerdi. Ermeni kaynakları bu sayının 1-1,5 milyon olduğunu iddia ediyor.
24 Nisan 1915 tarihi; günümüz Ermenileri tarafından tehcire tabi tutulan Ermeniler için “Ermeni soykırım günü” olarak kabul edilir. 1915 olayları 100. yılına girerken geçmişe bakıp olayları soğukkanlılıkla yeniden irdelemek gerekir. Yıllarca barış içinde aynı topraklarda yaşamış iki taraf için, sonradan meydana gelen böyle kötü olaylar büyük bir felakettir. Bize düşen, geçmişten doğru dersler çıkarmak ve özeleştiri yapabilmektir.
Dünya Ermenileri bugün, ABD’de ve bütün dünyada 1915 olaylarını soykırım olarak kabul ettirmek için siyasal çabalarını hala devam ettiriyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bu işin arkasını bırakmıyor, arşivleri karşılıklı açarak araştırmayı tarihçilere bırakma önerilerinde bulunuyor. Ama Ermenilerden bu adıma olumlu bir cevap gelmiyor. Ermeniler, tarihi belgeleri karşılıklı açıp tartışma yerine, siyasal yoldan netice alma politikalarını sürdürmeye devam ediyorlar.
Batılı devletler Osmanlı imparatorluğunu yıkmak için 19.yüzyılda büyük bir atağa geçmişlerdi. Bir ülkeyi yıkmanın yolu savaşlardan, isyanlardan ve iç kargaşalardan geçer. Osmanlı İmparatorluğu, içinde birçok tebaayı barındırıyordu. Rusya’nın kışkırtması ile 1875’de Hersek ayaklanması, 1877’de başlayan Osmanlı-Rus savaşı (93 Harbi), 1911-12 İtalyan savaşı, 1912-13 Balkan ve sonra 1914 de başlayan I.Dünya savaşı, gibi savaşlar tamamen Osmanlı İmparatorluğunu parçalama senaryosunun eylemleriydi. Aynı oyun günümüzde de devam etmiyor mu?
Olayların tarihi arka planına baktığımızda 19. yy sonunda Ermeniler içinde bağımsız bir Ermeni devleti kurma hayaliyle silahlı devrim sevdasına kapılan "Ermeni komitacılar” ı görürüz. Bunların ilk kurduğu komite “Hınçak komitesi”, ikincisi ise “Taşnak komitesi” idi. Önceleri yurt dışında kurulan bu komiteler sonraları, Osmanlı topraklarında da kuruldu ve Ermenilerin yaşadığı illerde şubeleri açıldı.
Bu komiteleri kuranların bir kısmı Osmanlı topraklarında bir kısmı da Rusya yönetimindeki Ermenistan’da doğmuşlardı, ama Batılıların Osmanlıyı parçalama planlarına alet olmuşlardı. Mesela:
Avedis Nazarbekyan Tiflis’te doğdu, Cenevrede “Hınçak örgütü”nü kurdu.
Rupen Han-Azad, Erivan’da doğdu, Cenevre’deki Hınçak örgütüne kurucu üye oldu. 1889’da İstanbul’a gelerek Hınçak örgütünü kurdu.
Hamparsum Boyacıyan, Adana’nın Saimbeyli ilçesi doğdu. 1908 ve 1912’de İttihat ve Terakki listesinden Adana mebusu seçildi. Batman’ın Sason ilçesine gitti. Murad kod adını kullanarak Sason direnişini örgütledi. 24 Nisan 1915’te tutuklanarak Kayseri’ye götürüldü. 24 Ağustos 1915’te 12 arkadaşıyla birlikte idam edildi.
Stepan Zoryan, Rus yönetimindeki Ermenistan’da doğdu, Hınçak örgütünü beğenmeyip 1890 da Ermeni Devrimci Federasyonunu (Taşnaktsutyun) kurdu. Ermeni milliyetçiliğinin temsilcisi olan Taşnak komitesi, Trabzon, İstanbul ve Van’da merkezler açmıştı. Taşnak komitesi, I.Dünya Savaşı’nın başladığı aylarda merkezini İstanbul’dan Erzurum’a taşımıştı.
Karekin Pastırmacıyan, Erzurum’da doğdu. 1896’da İstanbul’da Osmanlı Bankası baskınını düzenledi. Avrupa’ya kaçtı, 1908 devriminden sonra işi gücü bırakarak İstanbul’a geldi. İttihat ve Terakki listesinden Erzurum mebusu seçildi. Savaş çıkınca Rusya’ya iltica etti. Rus ordusunda kurulan dört Ermeni gönüllü alayından birinin komutanlığını üstlendi. Osmanlı ordusuna karşı Eleşkirt ve Tutak cephelerinde savaştı.
Antranik Ozanyan, Şebinkarahisar’da doğdu. Bulgaristan ordusuna katılıp Balkan savaşında çarpıştı. 1914'te Rusya'ya geçti, Ermeni gönüllü alaylarından birinin komutanlığını üstlendi. 18 Nisan 1915'te Dilman'da Halil Paşa yönetimindeki Osmanlı kuvvetini yenilgiye uğrattı. Ocak 1916'da Rus ordusuyla Bitlis'e girdi. Önceki yazın Van olaylarına misilleme olarak kenti yaktı ve sivil halktan çok sayıda kişiyi öldürttü.
1789 Fransız ihtilali bütün dünyaya yeni fikirler yaymaya başladı, bunların başında ” Çok uluslu devletlerin parçalanmasına, yerine ulusal devletlerin kurulmasına yol açan menfi milliyetçilik, ırkçılık yani ulusçuluk fikirleri” gelir. Daha sonra da “Monarşiler yerine Meşrutiyet, Cumhuriyet” gibi idarelerin kurulması düşüncesi gelir.
Fransız ihtilali döneminde Ermeniler Osmanlının küçük ama önemli ve tesirli bir teb'asıdır. Siyaset ve sanattan tut birçok alanda Osmanlının etkili bir toplumudur. Fransız ihtilalinden sonra Ermeni ve Ermeni gibi küçük kavimleri, bir bir Osmanlıdan koparmak için çalışmalar başlamış ve bu yüzden Türklerle aralarında husumet doğmuştur. Bazı Ermeniler silahlı devrim hayallerine kapılmışlar. Osmanlı topraklarında eylemlere kalkışmışlardı. Bu karşılıklı husumetin oluşmasında her iki tarafın da kusuru vardır. Osmanlı, gerekli açılım ve reformları yapıp bu teb'asını muhafaza edememiştir. Bu yüzden onları hem kaybettik hem de kendimize düşman ettik. Şayet İslam hukukunun engin ve kapsamlı çatısını çağın gerekleri ile bağdaştırıp yeni ve geniş bir yönetim ve hukuk sistemi kurabilseydik, belki Osmanlı halen devam ediyor olabilirdi. Batılı devletlerin pençesine düşmezlerdi. Onlarla birlik olup Osmanlıyı yıkmaya çalışmazlardı.
Bediüzzaman ırkçılık hakkında olumsuzluk taşıyan fikirlerini çeşitli zamanlarda yazılmış farklı eserlerinde şöyle ifade eder:
*Irkçılık fikri, Emevîler zamanında büyük bir tehlike verdiği ve hürriyetin başında "kulüpler" suretinde büyük zararı görülmesi ve Birinci Harb-i Umumîde yine ırkçılığın istimaliyle mübarek kardeş Arapların mücahid Türklere karşı zararı görüldüğü gibi, (E.LAHİKASI)
*Hem acaba, eskiden beri bu vatan ve millete zarar niyetiyle, Avrupa'nın dinsiz komiteleri hesabına ve Rum, Ermeniler cemiyeti vasıtasıyla dinsizlik ve ihtilaf ve fesad tohumlarını saçan mülhidlere (T.HAYAT)
*Hem Avrupa milletleri şu asırda unsuriyet fikrini çok ileri sürdükleri için, Fransız ve Almanın çok şeâmetli ebedî adâvetlerinden başka, Harb-i Umumîdeki hâdisât-ı müthişe dahi, menfi milliyetin nev-i beşere ne kadar zararlı olduğunu gösterdi.
Hem bizde, iptida-yı Hürriyette, Babil Kalesinin(*) harabiyeti zamanında "tebelbül-ü akvam" tabir edilen teşâub-u akvam ve o teşâub sebebiyle dağılmaları gibi, menfi milliyet fikriyle, başta Rum ve Ermeni olarak pek çok kulüpler namında sebeb-i tefrika-i kulûb, muhtelif mülteciler cemiyetleri teşekkül etti. Ve onlardan şimdiye kadar ecnebîlerin boğazına gidenlerin ve perişan olanların halleri, menfi milliyetin zararını gösterdi.
Şimdi ise, en ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebî tahakkümü altında ezilen anâsır ve kabâil-i İslâmiye içinde, fikr-i milliyetle birbirine yabanî bakmak ve birbirini düşman telâkki etmek öyle bir felâkettir ki, tarif edilmez. Adeta bir sineğin ısırmaması için, müthiş yılanlara arka çevirip sineğin ısırmasına karşı mukabele etmek gibi bir divanelikle, büyük ejderhalar hükmünde olan Avrupa'nın doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda onlara ehemmiyet vermeyip, belki mânen onlara yardım edip, menfi unsuriyet fikriyle şark vilâyetlerindeki vatandaşlara veya cenup tarafındaki dindaşlara adâvet besleyip onlara karşı cephe almak, çok zararları ve mehâlikiyle beraber, o cenup efradları içinde düşman olarak yoktur ki, onlara karşı cephe alınsın. Cenuptan gelen Kur'ân nuru var; İslâmiyet ziyası gelmiş; o içimizde vardır ve her yerde bulunur. İşte o dindaşlara adâvet ise, dolayısıyla İslâmiyete, Kur'ân'a dokunur. İslâmiyet ve Kur'ân'a karşı adâvet ise, bütün bu vatandaşların hayat-ı dünyeviye ve hayat-ı uhreviyesine bir nevi adâvettir. Hamiyet namına hayat-ı içtimaiyeye hizmet edeyim diye iki hayatın temel taşlarını harap etmek, hamiyet değil, hamâkattir! (MEKTUBAT, 26.Mektup)
(*)Babil, ilkçağda Eski Mezapotamya’da kurulan Sümer Devletinin en büyük ve en ünlü şehridir. Bağdat’a 88 km. mesafede bulunan bu şehrin harabeleri günümüze kadar gelmiştir.
Babil Kal’ası veya kulesi Tevrat’ın nakline göre, Hz. Nuh’un oğulları tarafından gökyüzüne ulaşmak için yapılmıştır. Yaptıklarıyla mağrur olan bu insanların dilleri, taraf-ı ilahiden değiştirilmiş, birbiriyle anlaşamaz olmuşlar daha sonra dünyanın her tarafına dağılmışlardır. İşte, bu olaya tebelbül-ü akvam veya teşaub-u akvam adı verilmiştir.
*Suâl: "Ermeniler zimmîdirler. Ehl-i zimmet, zimmettarlarıyla nasıl müsâvi olur?"
Cevap: Kendimizi dev aynasında görmemeliyiz. Kabahat bizde. Tamamen zimmetimize alamadık, bihakkın adâlet-i şeriatı gösteremedik. Şeriat dairesinde, hukuklarını istibdâdın sünnet-i seyyiesiyle muhâfaza edemedik; sonra da istedik, kuvvetimiz kalmadı. Ben şimdi Ermenilere bir nevi zimmî-i muâhid nazarıyla bakıyorum.
Suâl: "Ermeniler bize düşmanlık edip, hile ve hıyânet ediyorlar. Nasıl dostluk üzerinde ittifak edeceğiz?"
Cevap: Düşmanlığın sebebi olan istibdat öldü. İstibdâdın zevâliyle dostluk hayat bulacak. Size bunu katiyen söylüyorum ki, şu milletin saadeti ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya vâbestedir. Fakat mütezellilâne dost olmak değil, belki izzet-i milliyeyi muhâfaza ederek, musâlaha elini uzatmaktır.
Bir şey söyleyeceğim: Eğer mümkündür, Ermeniler birden sahîfe-i vücuttan silinsin. Olabilir. Yalnız, size husumetin bir faydası olsun. Yoksa, mutlaka husumet zarardır. Halbuki, Adem zamanından yolda arkadaşlık eden bizimle gelmiş büyük bir unsurun zevâli değil, belki küçük bir kavmin mahvı dahi 'dır. (*)“Önünde, dikenli bir ağacın kabuğunu soymak kadar güç engeller var.” (Arap atasözü)
Ömer Dilân Kabîlesi bin senedir yine Ömer Dilândır. Hem de, onlar uyanmışlar; siz uykudasınız, rüyâ görüyorsunuz. Hem de, fikr-i milliyette müttefik ve kavîdirler; siz, ihtilâfla şimdilik boşsunuz, hem de galebe etmek istiyorsunuz. Onlar sizi mağlup ettiği silah ile, yani akıl ile, fikr-i milliyetle, meyl-i terakkî ile, temâyül-ü adâlet ile mağlup edebilirsiniz. Bence şimdi kılıç vuran, o kılıncın aksi döner, yetimlerine dokunur. Şimdi galebe kılıç ile değildir. Kılıç olmalı, lâkin aklın elinde. Hem de dostluğun sebebi vardır. Zîrâ komşudurlar. Komşuluk, dostluğun komşusudur. Hem de onlar uyandılar, dünyaya yayıldılar, terakkiyât tohumlarını topladılar; vatanımızda ekecekler. Bizi medeniyete mecbur, terakkîye îkaz, bizdeki fikr-i milliyeti hüşyâr ediyorlar.
İşte şu noktalara binâen, onlarla ittifak etmek lâzımdır. Hem de bizim düşmanımız ve bizi mahveden, cehâlet ağa, oğlu zaruret efendi ve hafîdi husumet beydir. Ermeniler bize düşmanlık etmişlerse, şu üç müfsidin kumandası altında yapmışlar.
Suâl: "Rum ve Ermenilerin hürriyeti bizi teşviş ediyor. Bir kere tecâvüze başlıyorlar, bir kere 'Hürriyet ve meşrutiyet bizimdir, biz yaptık' diyorlar. Bizi me'yus ediyorlar?"
Cevap: Zannediyorum, tecâvüzleri eskiden sizden tahayyül ettikleri tecâvüze karşı bir teşeffi-i gayz ve bundan sonra sizden tevehhüm ettikleri tecâvüze karşı bir nümâyiş gibidir. Eğer tamamıyla îman etseler ki, tecâvüz sizden olmaz; adâlete kanaat edeceklerdir. Şâyet adâlete kanaat etmezlerse; hak, hakkın kuvvetiyle burunlarını kırıp iknâ ettirecektir. Hem de, "Meşrutiyeti biz istihsâl ettik" olan sözleri yalandır. Hürriyet ve meşrutiyet, askerimizin süngüsüyle, cemiyet-i milliyenin kalemiyle sahîfe-i vücuda geldi. Öyle herzegûlerin arzuları, beylik ve muhtariyetin ammizâdesi olan adem-i merkeziyet-i siyasiye idi. Sonra da yüzde doksan bize ittibâ ettiler. Beşi geveze, birkaç tanesi de zevzeklik edip eski hülyalarından vazgeçmek istemiyorlar. (MÜNAZARAT)
Savaş zorunlu hale gelirse katılmaktan başka çare kalmaz. Vatana, dine bir saldırı olursa savaşa girmek zorunlu olur. Ama savaş bitince her iki tarafın da çok zararları olur. İnsanlığın ilerlemesi yıllarca durur, yeniden bir ivme kazanması için çok vakit gerekir.
Bediüzzaman; savaşmak için hiçbir sebep yokken başka ülkelerle savaşmanın insanlığa karşı işlenmiş bir zulüm, bir cinayet olduğunu ifade eder. Hükümetlerin, kendi yanlış siyasetlerine göre ülkelerini bazen gereksiz yere savaşa sokarak, dehşetli cinayetler işlediğini ifade eder ve o yanlış politikalara karşı Kur’anın ayetleriyle şöyle cevap verir:
*İki harb-i umumî adâvetin ne kadar fena ve tahrip edici ve dehşetli zulüm olduğunu gösterdi. İçinde hiçbir fayda olmadığı tezahür etti. Öyleyse, düşmanlarımızın seyyiatı-tecavüz olmamak şartıyla-adâvetinizi celb etmesin. Cehennem ve azab-ı İlâhî kâfidir onlara... (H.ŞAMİYE)
*Siyaset-i beşeriyenin en esaslı bir kanun-u esasîsi olan, "Selâmet-i millet için fertler feda edilir. Cemaatin selâmeti için eşhas kurban edilir. Vatan için herşey feda edilir" diye, bütün nev-i beşerdeki şimdiye kadar dehşetli cinayetler bu kanunun su-i istimalinden neş’et ettiğini kat’iyen bildim. Bu kanun-u esasî-yi beşeriye, bir hadd-i muayyenesi olmadığı için çok su-i istimale yol açmış. İki Harb-i Umumî, bu gaddar kanun-u esasînin su-i istimalinden çıkıp bin sene beşerin terakkiyatını zîr ü zeber ettiği gibi, on câni yüzünden doksan mâsumun mahvına fetva verdi. Bir menfaat-i umumî perdesi altında şahsî garazlar, bir câni yüzünden bir kasabayı harap etti. Risale-i Nur bu hakikati bazı mecmua ve müdafaatta ispat ettiği için onlara havale ediyorum.
İşte, beşeriyet siyasetlerinin bu gaddar kanun-u esasîsine karşı, Arş-ı Âzamdan gelen Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyandaki bu gelen kanun-u esasîyi buldum. O kanunu da şu âyet ifade ediyor:
“ve la teziru vaziretü vizra uhra”(1)
“men katele nefsen bi gayri nefsin ev fesâdin fîl ardı fe ke ennemâ katelen nâse cemîa(cemîan) “(2)
(1) Hiçbir günahkar başkasının günahını yüklenmez. (En’âm, 164; İsrâ, 15; Fâtır, 18; Zümer, 37)
(2 )Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış birisini öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir. (Maide, 32 ) (E.LAHİKASI)
Bediüzzaman, I.Dünya savaşı öncesinde Van’daki Horhor medersesinde talebelerine dersler verirken mavzer tüfekleri de yanlarında bulunmaktadır. Can güvenlikleri için kitapların yanında silahlar da vardır. Bu bölgedeki Ermeni fedaileri Bediüzaman’ın talebelerinden çekinmekte ve onların bulundukları Van’ın Erek dağından kaçmaktadırlar. Çünkü onların saldırılarına karşı Bediüzzaman ve talebeleri karşı koyarlar.
Bediüzzaman bu konuyu eserlerinde şöyle anlatır:
*O eski zamanda, Eski Said'in talebeleri üstadlarıyla şiddet-i alâkaları fedailik derecesine geldiğinden, Van, Bitlis tarafında Ermeni komitesi, Taşnak fedaileri çok faaliyette bulunmasıyla Eski Said onlara karşı duruyordu, bir derece susturuyordu. Kendi talebelerine mavzer tüfekleri bulup medresesi bir vakit asker kışlası gibi silâhlar, kitaplarla beraber bulunduğu vakit, bir asker feriki geldi, gördü, dedi: "Bu medrese değil, kışladır." Bitlis hadisesi münasebetiyle evhama düştü, emretti: "Onun silâhlarını alınız." Bizden ellerine geçen on beş mavzerimizi aldılar. Bir iki ay sonra Harb-i Umumî patladı. Ben tüfeklerimi geri aldım. Her ne ise...
Bu haller münasebetiyle benden sordular ki: "Dehşetli fedaileri bulunan Ermeni komitesi sizden korkuyorlar ki, siz Van'da Erek Dağına çıktığınız zaman fedailer sizden çekinip dağılıyorlar, başka yere gidiyorlar. Acaba sizde ne kuvvet var ki öyle oluyor?"
Ben de cevaben diyordum: "Madem fâni dünya hayatı, küçücük ve menfî milliyetin muvakkat menfaati ve selâmeti için bu harika fedakârlığı yapan Ermeni fedaileri karşımızda görünürler. Elbette hayat-ı bâkiyeye ve pek büyük İslâm milliyet-i kudsiyesinin müspet menfaatlerine çalışan ve 'Ecel birdir' itikad eden talebeler, o fedailerden geri kalmazlar. Lüzum olsa o kat'î ecelini ve zâhirî birkaç sene mevhum ömrünü milyonlar sene bir ömre ve milyarlar dindaşların selâmetine ve menfaatine tereddütsüz, müftehirâne feda ederler." (ŞUALAR, 14.Şua)
Savaşlarda çoluk çocuğa, kadınlara ve yaşlılara dokunulmaz ama Ermeniler I.Dünya savaşında çoluk çocuk, yaşlı, kadın çok sivili de öldürmüşlerdi. Aynı şey intikam duygusuyla Osmanlı tarafından da yapılmıştı. Ama Bediüzzaman çarpıştığı cephede bunlara meydan verdirmemişti.
*O muharebeler esnasında, Ermeni fedaileri bazı yerlerde çoluk çocuğu kesiyorlardı. Buna karşı Ermenilerin çocukları da bazan öldürülüyordu. Bediüzzaman’ın bulunduğu nahiyeye binlerle Ermeni çocuğu toplanmıştı. Molla Said askerlere,
"Bunlara ilişmeyiniz!" diye emretti. Daha sonra bu Ermeni çoluk çocuğunu serbest bıraktı; onlar da, Rusların içerisindeki ailelerinin yanına döndüler. Bu hareket Ermeniler için büyük bir ibret dersi olup, Müslümanların ahlakına hayran kalınışlardı. Bu hadise üzerine, Ruslar bizi istila ettiklerinde, fedai komitelerin reisleri Müslüman çoluk çocuğunu kesmek adetini bırakıp, "Madem Molla Said bizim çoluk çocuklarımızı kesmedi, bize teslim etti; biz de bundan sonra Müslümanların çocuklarını kesmeyeceğiz" diye ahdettiler. Molla Said, bu sûretle o havalideki binlerle masumların felaketten kurtulmasını temin etmiş oldu. (T.HAYAT)
Bediüzzaman savaş sonrası Van’a gelir ve eski Horhor medresesini ziyaret eder, savaşta Ermenilerin şehirde yakıp yıktığı yerleri şöyle anlatır:
*Herşeyden evvel, Van'da Horhor denilen medresemin ziyaretine gittim. Baktım ki, sair Van haneleri gibi onu da Rus istilâsında Ermeniler yakmışlardı. Van'ın meşhur kalesi ki, dağ gibi yekpare taştan ibarettir, benim medresem onun tam altında ve ona tam bitişiktir. Benim terk ettiğim yedi sekiz sene evvel, o medresemdeki hakikaten dost, kardeş, enîs talebelerimin hayalleri gözümün önüne geldi. O fedakâr arkadaşlarımın bir kısmı hakikî şehid, diğer bir kısmı da o musibet yüzünden mânevî şehid olarak vefat etmişlerdi.
….Baktım ki, benim medresemin etrafındaki şehir içi, kale dibi mevkii, bütün baştan aşağıya kadar yandırılmış, tahrip edilmiş. Evvelki gördüğümden şimdiki gördüğüme, güya iki yüz sene sonra dünyaya gelip öyle hazîn nazarla baktım. O hanelerdeki adamların çoğuyla dost ve ahbap idim. Kısm-ı âzamı, Allah rahmet etsin, muhaceret ile vefat etmişler, gurbette perişan olmuşlardı. Hem Ermeni mahallesinden başka, Van'ın bütün Müslümanlarının haneleri tahrip edilmiş gördüm. Benim kalbim en derinden sızladı. O kadar (LEMALAR, 26.Lema)