Taşkın Koç'un haberi:
Dersim’den Ankara’ya gönderilen raporlarda kadın ve çocukların imha edildiği soğukkanlı şekilde anlatılıyor. Raporlarda Dersimlilere karşı zehirli gaz ve yangın bombalarının da kullanıldığı yeralıyor.
18 Kasım 1937’de İsmet İnönü’nün “Dersim meselesinden kurtulduk” demecini verirken Yunus Nadi de Cumhuriyet gazetesinde “Tarihe gömülen Dersim’e dair” başlıklı yazıyı kaleme alıyordu. Mart ayındaki karakol baskınında 33 askerin şehit edilmesine karşı yüzlerce isyancı öldürülmüş, Seyit Rıza ile kimi aşiret liderleri de 15 Kasım’da meydanda asılmıştı. Dersim Harekâtı yaklaşan kış ayları da düşünülerek sona erdirilmişti. Tunceli Valisi Korgeneral Abdullah Alpdoğan daha 2 Ekim 1937’de telgrafın başında bizzat bulunarak İçişleri Bakanı’na durumun sakin olduğunu, bugüne kadar 4 bin silah toplandığını ve kış bastırmadan uygun trenlerle dışarıdan gelen askerlerin garnizonlarına dönmesini tavsiye ediyordu. Gerek Bakan Şükrü Kaya gerekse Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak bu öneriye karşı çıkarak harekâta bölge dışından katılan bütün birliklerin yerine sadece bazılarının geri çekilmesi emrini verdiler. Keza Ekim 1937’de çıkarılan kararnamelerle jandarma ve diğer birliklerdeki erattan teskeresi gelenlerin askerliği uzatılıyordu. Hükümetin Tunceli’nden çıkmaya niyeti yoktu ve daha uzun süre kalacağı belliydi. Bu gerginlik 2 Ocak 1938’de Kalan Deresi’nin olduğu bölgenin boşaltılma kararıyla aradığı kıvılcımı bulur. Kararın uygulanması için gelen 7 jandarma ve arkasından basılan Mercan Karakolu’ndaki iki asker şehit edilir. Durmuş gibi görünen çatışmalar, yerini asıl gerçeğe; bölgenin kendi yapısıyla devlet arasındaki mücadeleye bırakır. 1937 yılında ordu karşısında yenilen aşiretlere yardım etmemiş, çatışmalara girmemiş aşiretler, bu sefer sıranın kendilerine gelmekte olduğuna inanarak birlikte direniş kararı alırlar. Ankara ise, gerek mevsim koşullarını gerekse büyük çapta yeni bir operasyona hazırlanmak için gereken vakti dikkate alarak kış aylarının sona ermesini bekler. Beklenen ay Haziran’dır... 1, 3 ve 6 Haziran’daki çok sayıda yazışmada harekâtın ayın 10’undan önce başlayamayacağı belirtilmektedir. 6 Haziran 1938’de İçişleri Bakanı Şükrü Kaya Başbakan Celal Bayar’a yazdığı “çok gizli” ibareli yazıda Tunceli Harekâtı’na katılacak birliklerin tam listesini sunar ve bir hafta sonra harekât başlar.
Ya rakamlar hatalı ya da gerçekler
Mercan Deresi, Kalan Deresi, Ali Boğazı, Merho Deresi, Laç, Dest gibi hem yoğun asinin bulunduğu hem mağaralar ve sarp kayalıklar nedeniyle coğrafi engellerin bulunduğu bölgeler ilk ve en önemli hedeflerdendir. Tank ve uçakların da katıldığı operasyon şiddetli çarpışmalarla başlar. Bu çağrılara uymayan aşiret üyelerinin sayısı bir çok kaynakta en fazla 5 bin kişi olarak gösteriliyordu. Ancak, 2 Kasım 1939’da tutulan resmi listeye göre 13 bin 806 kişi öldürülmüş; 2 bin 967 kişi sağ yakalanmış; 4 bin 616 kişi de teslim olmuştu. Bütün bu operasyonlar boyunca 199 şehit verilirken, 354 asker de yaralanmıştı. Hesapta bir tuhaflık vardı. Coğrafi açıdan çok zorlu; mağaralar, sivri kayalıklarla dolu dağlara sığınmış ve her karışını avucunun içi gibi bilen binlerce silahlı Dersimli neredeyse 1’e 65 zayiatla çarpışmıştı... Hesabı bozan neydi? Ya isyancıların sayısı binleri bulmuyor; ya ölenlerin çoğu silahsız sivillerdi... Hangisi doğruydu? Dersim’le ilgili neredeyse yarım asırdır tarafların birinin “katliam” diğerinin “isyanın bastırılması” dediği tartışmayla ilgili devletin gizli arşivlerindeki belgeler ne diyordu? 10’dan fazla belgede ölenlerin sayısıyla askerin kayıpları arasında derin bir tutarsızlık var. Kimisinde yüzlerce isyancı öldürülürken orduda bir kaç asker yaralanıyor. Kimi olaylar ise açıkça bir yargısız infazı çağrıştırıyor. Bunlara genellikle “esir köylülerin veya esirlerin kaçmaya kalkışmaları sırasında meydana gelen olaylar” ibaresi vurulmuş. Bir seferde 42, bir seferde 49 kişi “kaçarken” vurulmuş...
Bu dünyada bir sayı bile olmadılar
En tuhafı da bazen sayı bile verilmiyor; sadece, “imha edildiler” denilerek geçiliyor telgraflarda, raporlarda, mesajlarda... bir sayı bile olmuyorlar ölürken... Örneğin 3. Umum Müfettişi Orgeneral Kazım Orbay 12 Ağustos 1938’de bizzat Başbakan Celal Bayar’a geçtiği telgrafta 7. Kolordu’nun günlük çalışmalarını özetlediği 1. maddede “dünkü tarama sırasında mukavemet eden Zel dağının 2 kilometre güneyindeki Demenanlıların Korpuk köyü bu sabah teslim olmuşlarsa da sevkleri esnasında kaçmak isteyenler imha edilmiştir” diyor. Maalesef, devletin gizli arşivindeki resmi belgeye göre, 1938’de bir orgeneral Başbakan’a bir köy halkının imhasını sayılarını bile verme ihtiyacı duymadan bu kadar basit anlatabiliyor... 19 Ağustos’ta Kalosan Deresi Sin nahiyesinde tarama yapılırken karşı koyduğu ifade edilen “haydut ve şeriklerden” tek çatışmada 290’nının öldürülmesi... Keza, Başbakanlığa çekilen bu telgrafta, “Mazgirt’ten son kafile olarak toplanan 41 Demananlı ve 11 Haydaranlı haydut sevkleri esnasında kaçmışlar ve dur emrine itaat etmediklerinden imha edilmişlerdir” cümlesi de aslında o gün o bölgede neler olduğunu çok iyi anlatıyor... Benzer şekilde 281 kişinin tek seferde ve neredeyse nasıl öldürüldüğü bile açıklanmadan imha edildiği yazılıyor 15 Ağustos’taki telgrafta da.
2 kadın 8 çocuk imha edilmiştir arzederim
Tunceli Valisi’nin 16 Eylül 1938’de geçtiği telgraftaki soğukkanlı ifade ise kan donduran cinsten. Vali, şu cümleleri kullanıyor: “elli yedinci alayın takviyeli bölüğü Tackerek civarında haydutların ateşine uğramış ve yarım saat müsaderede dört erkek iki kadın sekiz çocuk imha edilmiştir... mutat makamlara arz edilmiştir.” Kazım Orbay’ın imzasıyla geçtiği 15 Ağustos 1938 tarihli telgrafta da “41. Tümen, Munzur suyunun batısında tarama yaparken mukavemet gördüğü köylerdeki toplam 395 kişiyi imha etmiştir...” yazar.
Köy boşaltma, yakma ve bombalama
Belgeler sadece “yargısız infaz” ihtimalini güçlendiren; resmi rakam olan 13 bin 800 kişinin ölüm nedeni ve hatta gerçek rakam konusunda kafaları karıştırmakla kalmıyor. Gerek askerler gerekse uçaklar çok sayıda köyü bombalama, yakma, boşaltma icraatlarında bulunuyor. Hemen her önemli operasyonda “tayyareler” de görev alıyor ve özellikle köylerle coğrafi şartların zor olduğu yerlerde bombardımanda bulunuyorlar. Bazen insanlar ve hayvan sürüleri görüldüğünde de kim ve ne olduklarına bakılmadan yine bombardıman ediliyorlar.
Yakıcı ve boğucu bomba İstedim
30 Mart 1937’de, Tunceli Valisi Alpdoğan’ın Başbakanlığa yazdığı yazının 2. maddesinde “Tayyare Alay Kumandanından yangın ve Milli Müdafaa’dan yakıcı ve boğucu gaz bombaları istedim” cümlesi de artık kimi uygulamaların inkar edilemeyeceğini ortaya çıkaran bir başka örnek... Dikkat çeken bir yazışma da Kırmızı Mağara denilen yerle ilgili. Derin ve geniş olduğu için çok sayıda Dersimlinin sığındığı anlaşılan mağaraya muhtemelen bomba yanında boğucu gaz bombaları da atılıyor. Çarpışmalar süresince mağaradan onlarca ölü çıkıyor. Bunların 10’u ise çocuk...
Star