NELER OLUYOR FARKINDA MIYIZ?
Birleşmiş Milletler 2 Nisan’ı “Otizm farkındalık günü”, 21 Mart’ı da “Down sendromlular farkındalık günü” ilan etti, bütün dünyada kutlanmasını istiyor. Türkiye’de 1 milyon 141 bin Otistik, 70 bin civarında da Down sendromlu birey olduğu tahmin ediliyor. İşitme ve görme özürlü olanlar da başka bir grup olarak toplum hayatında karşımıza çıkıyor.
Bu gün için doğumsal rahatsızlıkların nedenleri şöyle sıralanabilir: Sebebi bilinmeyenler yüzde 60, birden fazla nedene bağlı olanlar yüzde20. Tek gene bağlı olanlar yüzde 7,5, kromozoma bağı nedenler yüzde 6. Annede mevcut bazı kalıcı hastalıklar yüzde 3. Hamileyken yakalanılan bazı enfeksiyonlar yüzde 2. Annenin hamileyken aldığı bazı ilaçlar, x-ışını ve alkol yüzde 1,5.
Eddi Anter isimli bir yazar şöyle diyor: ”Farkındalıktan yoksun olan, olan biteni tesadüf sanır.” BM‘nin farkındalık günleri ilanı daha çok yeni, aslında geç kalınmış bir faaliyet.
Evet otistikler ve down sendrumlular diğer bireylerden farklı olarak yaratılmışlar. Başka özelliklerde yaratılan başka bireyler de var. Kromozamal, genetik, metabolik, hormonal veya bedensel farklılıklarda yaratılmış kişiler var. Acaba az da olsa böyle bireylerin yaratılmasının altında hangi hikmetler yatıyor?
Günümüzde tasarımla uğraşanlar için bir “odak noktası” tasarımda kullandıkları vurgudur. Tasarım içindeki bir anomali veya normdan uzaklaşan bir şey ile kendini gösterir ve dikkatimizi çekerler, mesela tropik bir sahilde kışlıklarını giyinmiş bir kişi bir vurgudur, dikkatimizi çeker. Mesela peyzaj mimarisinde yeşillikler içindeki bir bahçeye yerleştirilmiş şekilsiz, koca bir kaya parçası bir vurgudur, yeşillikleri, çiçekleri ve havuzu daha iyi gösterir. Bunun gibi normal insanların içinde özürlü insanlar, bilim adamlarının ve insanların ilgisini çekecek birer vurgu noktası olabilir. Normal insanları, kendileri normal yaratıldığı için şükre sevk eder, bilim adamlarını da, daha çok araştırmaya yönlendirmek isteyebilir mi? O vücudun Sanatkarı, sanatını dilediği gibi yaratır, tamamen özgürdür. Günümüzde sanatçılar bu kuralı uygularken, o “sanatkarların Sanatkarı” da böyle bir dikkat çekmeyi istemiş olabilir mi?
*Cenâb-ı Hak, insana giydirdiği vücut libasını san'atına mazhar ediyor. İnsanı bir model yapmış; o vücut libasını o model üstünde keser, biçer, tebdil eder, tağyir eder, muhtelif esmâsının cilvesini gösterir. Şâfî ismi hastalığı istediği gibi, Rezzak ismi de açlığı iktiza ediyor ve hâkezâ...” Mülkün mâliki, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder”. (Lemalar, 2.Lema)
*Nasıl ki mahir bir san'atkâr, kıymettar bir elbiseyi murassâ ve münakkaş surette yapmak için, bir miskin adamı, lâyık olduğu bir ücrete mukabil model yaparak, kendi san'at ve maharetini göstermek için, o elbiseyi o miskin adam üstünde biçer, keser, kısaltır, uzatır; o adamı da oturtur, kaldırır, muhtelif vaziyetler verir. Şu miskin adamın hiçbir hakkı var mıdır ki, o san'atkâra desin: "Beni güzelleştiren bu elbiseye neden ilişip tebdil ve tağyir ediyorsun ve beni kaldırıp oturtup meşakkatle benim istirahatimi bozuyorsun?"
Aynen öyle de, Sâni-i Zülcelâl, herbir nevi mevcudatın mahiyetini birer model ittihaz ederek ve nukuş-u esmâsıyla kemâlât-ı san'atını göstermek için, herbir şeye, hususan zîhayata, duygularla murassâ bir vücut libasını giydirerek, üstünde kalem-i kazâ ve kaderle nakışlar yapar, cilve-i esmâsını gösterir. Herbir mevcuda dahi, ona lâyık bir tarzda bir ücret olarak, bir kemal, bir lezzet, bir feyiz veriyor. “Mülkün mâliki, mülkünde dilediği gibi tasarruf eder”sırrına mazhar olan o Sâni-i Zülcelâle karşı hiçbir şeyin hakkı var mıdır ki, desin, "Bana zahmet veriyorsun, benim istirahatimi bozuyorsun." Hâşâ! (Mektubat, 24.Mektup)
Hastalıklara yakalanmamak için, bilinen bu nedenlerden uzak durulmalıdır. Böyle bir durumla karşılaşıldığı zaman nasıl davranmak gerekir? Her organın kendine ait kulluk görevleri vardır, mesela âmâlar gözün yapmak durumunda olduğu ibadetlerden muaftırlar. Felçli olanlar namazdaki secde gibi bazı hareketlerden sorumlu değildirler. Onların hakkı verilen diğer organlar için şükür ve hamd etmektir. Bir gözü olan iki gözü olmayan âmâlara bakıp şükretmeli. İki gözü olmayanlar ise niçin iki gözüm yok dememeli, verilen diğer organlara bakıp yine de şükretmelidirler.
Doğuştan gelen engelliler arasında üstün yetenekli, zeki çok insanlar çıkmıştır. Ama insanlar arasından güzel resim yapan nice ünlü ressamlar, müzisyenler, bedensel özürlüler arasından nice olimpiyat şampiyonu sporcular çıkmaktadır. Bir organın eksikliği, onları eksik bir insan yapmaz. Bu konuda binlerce örnek vardır, birkaç tanesinden bahsedelim:
Helen Keller, doğuştan işitme ve görme engellidir ama 10 kitap yazmıştır.
Braille ise görme engellidir ve kendi adıyla anılan kabartma harflerden yapılmış kendi icadı alfabeyle bütün âmâların okumasını sağlamıştır.
Doğuştan görme engelli Eşref Armağan ise, görmediği nesnelerin maket modellerine parmak uçlarıyla dokunarak ve hayal duygusunu kullanarak başarıyla onları resme aktarır.
Ünlü ozanımız Aşık Veysel 7 yaşında geçirdiği çiçek hastalığından sonra görme özürlü olmuş ama o sazıyla ünlü bir şair olmuştur. Edison ve Beethoven da sonradan işitme engellidir, ama yaptıklarıyla bütün dünyanın tanıdığı ünlü kişilerdir. Yakın zamanda ölen Stephen Hawking ise ALS hastalığına yakalanmasına rağmen ünlü bir astrofizikçi olarak kitaplar yazmştır. Lincoln ve Roossovelt ise özürlü olmalarına rağmen ABD’ye başkan olabilmişlerdir.
*Evet, mevcudatın hiçbir cihette Vâcibü'l-Vücuda karşı hakları yoktur ve hak dâvâ edemezler. Belki hakları daima şükür ve hamd ile, verdiği vücut mertebelerinin hakkını edâ etmektir. Çünkü verilen bütün vücut mertebeleri vukuattır, birer illet ister. Fakat verilmeyen mertebeler imkânattır. İmkânat ise ademdir, hem nihayetsizdir. Ademler ise illet istemezler. Nihayetsize illet olamaz. (Mektubat, 24.Mektup)
Evet bu dünyada kimi insanlar sağlıklı kimi insanlar farklı bir yaratılışla dünyaya gelirler. “innalillah veinnaileyhi raciun” (“Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine O’na döneceğiz.” Bakara, 156).
Bizlere ne kadar nimetler verilmişse o kadar da mesuliyetimiz var. Nimet verilmeyenler veya bizden az verilenler ya hiç mesul değil veya daha az mesuliyet taşıyorlar. Bize verilen akıl, ruh, vicdan, vücut nimetiyle O’nu tanıyan, bilen, seven ve Kur’an ve sünnetin gösterdiği doğru yolda gidenler kervanında mıyız? Yoksa başka bir kervanda mı?
“Ve sizi bir imtihân olmak üzere şer ile ve hayr ile tecrübe ederiz. (sonunda) bize döndürüleceksiniz”( Teğabun, 15- Enfâl, 28)
Hangi kervandayız, farkında mıyız?