Risale Haber-Haber Merkezi
Mustafa Ulusoy'un yazısı:
On bir kelime
İşte, böyle nefsim. Biliyorum, senin de işin zor, benim de. İşte bu yüzden, gel, baştan Yirminci Mektub’daki on bir kelimeyi teenni ve dikkatle tekrar tekrar okuyalım birlikte.
Hey, baksana bir.
Bir dur da otur şöyle.
Nefeslen azıcık.
Bir bardak çay?
İçine birkaç damla limon?
Üç beş yaprak nane de ilave etmeli.
Şu da peksimet.
Köyden geldi.
Bir şey söyleyeceğim, müsaadenle.
Bak şu güne.
Nasıl da akıyor, durmuyor, gidiyor, beklemiyor, arkasına bakma zahmetine bile katlanmıyor.
Bak kolundaki saatine.
Saniyeleri say bir bir. Dakikalar dakikaları nasıl da kovalıyor.
Olan saate olmuyor.
Olan sana bana oluyor.
Dünün yoksa elinde, yarının da olmuyor.
Çok mu bıktın her şeyden?
Nasıl bıktırmaz fanilerin fani yüzü.
Elinden kaçan dünya.
Suratına kapanan telefonlar.
Seni yanlış anlayan arkadaşın.
Senin yanlış anladıkların.
Selamsız sabahsız gelip gidenler.
Ölecek olanlar.
Hemen ölüverenler. Beklenmedik anda. Tam da mutlu mesutken. Tam da, hayatım ne güzel diye içinden geçirdiğinde.
Bir göz atsana dünyaya.
Akşamın karanlığı çökmek üzere.
Nasıl bıkmaz insan, nasıl fokur fokur kaynayan bir su gibi ruhunu ateşe vermez böyle bir dünya, bir yazar bozar tahtası.
Kulak ver şimdi.
“Yirminci Mektub’a” kulak ver.
On bir kelimeden mürekkep “cümle-i tevhidiye”nin kelimelerine dikkat kesil.
Bıkkın olmazsan, nasıl “Lâilâhe” diyebilir dilin.
“Lâilâhe” demeden nasıl “İllallah” diye titrer kalbin.
“Lâilâheillallah” hayatın manasını fısıldıyor ruhunun her bir zerresine.
O, bu, şu, öteki beriki yordu seni belki de.
Gözünün gördüğü, gönlünün takıldıklarının her biri bir tarafından paçandan tutuyor.
Bırakma bizi diyorlar, bırakmayın beni diyorsun.
Kayıp gidiyor ellerin, kayıp gidiyor elleri.
Ne onları taşıyacak takatin var ne de onların seni taşıyacak takati.
“Vahdehû” kelimesi çağırıyor bu sefer seni.
“Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip minnet çekme, onlara temellük edip boyun eğme, onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan korkup titreme... Onu bulsan, her matlubunu buldun...”
Yüreğin habire su alıp boğulurken, “Lehul Mulkü” ile derin bir nefes al.
Hislerine tırnak geçmiş acılara sakin sakin seslen.
“Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma... beyhude ızdıraba düşüp azap çekme, mülk başkasınındır. O Mâlik, hem Kadîr’dir, hem Rahîm’dir; kudretine istinad et, rahmetini ittiham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safayı bul.”
Tamam mı?
Kokla bir yudum çayda saklı nanenin rayihasını.
O içine çektiğin rayihada nice umutlar saklı.
Bileğine yapışıp sana askıntı olan dünyaya şu cümleyle karşılık ver.
“Velehulhamdu”
“Hamdü sena, medih ve minnet O’na mahsustur, O’na layıktır.”
Demek öyle.
Unutulmuş bir takvim yaprağı misali, asılı kaldın hayatın duvarında yapayalnız.
Şu kelime belki sana bir şeyler söylüyor olabilir o zaman.
“Yuhyî”
“Ey insan! Hayatın ağır tekâlifini omuzuna alıp zahmet çekme. Hayatın fenasını düşünüp, hüzne düşme. Yalnız dünyevî ehemmiyetsiz meyvelerini görüp dünyaya gelişine pişmanlık gösterme.”
Bir bardak daha çay?
Tamam. Ne zahmeti.
Sana iyi gelen çay değil.
Sana iyi gelen çayı sana ikram eden Hakiki Nimet Veren.
Yüreğinin telleri kaldıramıyor artık yorgunluğunu dünyanın, diyorsun.
Belki de şifan Onbirinci Kelime’de sarılı, açmanı bekliyor altın sırmalı bohçada saklı bu kelime.
“Veileyhilmasır”
İşte, böyle nefsim.
Biliyorum, senin de işin zor, benim de.
İşte bu yüzden, gel, baştan Yirminci Mektub’daki on bir kelimeyi teenni ve dikkatle tekrar tekrar okuyalım birlikte. Sana da, bana da birçok faydası olacak inan bunun.