20. yüzyıl başlarında Selanik ve Bediüzzaman (III)

Abdulkadir MENEK

Bediüzzaman Hazretleri, demografik yapısı bir hayli karışık olan bu kozmopolit şehri iki sefer ziyaret etmiştir. Bu ziyaretlerden birincisi,  II. Meşrutiyet’in kabul edildiği tarihten kısa bir zaman sonradır. Hürriyet Meydanında, ‘’Hürriyete Hitab’’başlığı altında ve büyük bir ilgi ile takip edilen bir konuşma yaptı. Bu ziyareti hangi vesile ile gerçekleştirdiği tam olarak bilinmemekle birlikte, İttihat ve Terakki’nin önde gelenleri tarafından yapılan bir davet neticesi olarak gerçekleşmiş olması ihtimali çok kuvvetlidir. Çünkü Onlar da, Bediüzzaman Hazretlerinin hürriyet ve meşrutiyet hakkındaki ikna edici görüş ve konuşmalarının farkına varmışlardır. Bediüzzaman Hazretleri de böyle bir daveti,  şer’i hürriyeti anlatmak için bir vesile olarak kullanmış ve büyük tesir meydana getirmiştir.

Selanik’teki Hürriyet Meydanı, bu sıralarda, her gün yapılan rutin toplantı ve gösterilerin merkezi konumundaydı. Bu konuşma yapılırken meydanda İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen mensupları da bulunuyordu. Bu nutuk, Bediüzzaman Hazretleri’nin hürriyet ve meşrutiyet hakkındaki görüşlerini ifade eden bir tarihi belge olması açısından çok önemlidir. Selanik’ten kısa bir süre önce İstanbul’da da irad edilen bu hitabenin giriş kısmında şu ifadeler bulunmaktaydı. ‘’ Ey hürriyet-i şer’î! Öyle müthiş ve fakat güzel ve müjdeli bir sada ile çağırıyorsun ki, benim gibi bir bedevîyi tabakàt-ı gaflet altında yatmışken uyandırıyorsun. Sen olmasaydın, ben ve úmum millet zindan-ı esarette kalacaktık. Seni ömr-ü ebedî ile tebşîr ediyorum. Eğer aynelhayat Şeriatı menba-ı hayat yapsan ve o cennette neşv ü nema bulsan, bu millet-i mazlûmenin de eski zamana nisbeten bin derece terakkî edeceğini müjde veriyorum. Eğer hakkıyla seni rehber etse, ağraz-ı şahsî ve fikr-i intikam ile sizi lekedar etmezse...’’(1)

Bediüzzaman Hazretleri bu girişten sonra milletin saadetine vesile olacak beş kapı hakkında açıklamalarda bulunur ve bu prensipleri “şeriat dairesinde ittihad-ı kulub, muhabbet-i milliye, maarif, sa’yi insani ve terk-i sefahet” olarak sıralar ve bunları geniş bir şekilde izah eder.

Selanik’te bir müddet kalan Bediüzzaman Hazretleri, Selanik Milletvekili Emmanuel Karasso’nun isteği üzerine kendisiyle bir görüşme yapar. Emmanuel Karasso, Theodor Herzl ile birlikte Siyonizmin önde gelen simalarındandır. Aynı zamanda Makedonya Risorta Mason Locasının Üstad-ı Azam’larındandı.  Bediüzzaman’ın şöhretini duyan ve tesirini yakından müşahede eden Karasso, bu görüşme ile davası için Bediüzzaman Hazretleri’nden yararlanmanın planlarını yapmaktadır.  Ancak görüşme devam ederken telaşlı bir şekilde görüşmeyi yarıda keserek dışarı fırlar. Dışarıda görüşmenin neticesini bekleyen dostlarının soruları üzerine şu tarihi itirafta bulunmak zorunda kalır:  “Eğer biraz daha içeride kalsaydım, beni de Müslüman edecekti.”

Bediüzzaman Hazretleri’nin İkinci Selanik ziyareti ise,  Sultan Reşad’ın 6 Haziran 1911 tarihinde başladığı Rumeli seyahatine, Şark vilayetleri adına katılarak gerçekleşmiştir. Bu seyahat Osmanlı Sultanlarının Balkanlara yaptığı en son ziyaret olması açısından önemlidir. Bu seyahatin maksadı, bu bölgelerin Osmanlı ile olan bağlılığını pekiştirmekti. Fakat geç kalmış ve maksadına ulaşamamış bir ziyaret olarak tarihe geçti. Çünkü bu seyahatin ardından, Balkan Ülkeleri teker teker Osmanlı Devleti’nden ayrılacak ve bağımsızlıklarını ilan edeceklerdi. Bu seyahat İstanbul’dan deniz yolu ile başlamış ve Selanik’ten sonra tren ile devam etmiştir. Kalabalık bir ekip halinde gerçekleştirilen bu seyahat esnasında Selanik’te iki gün kalınmıştır.

Üsküp’e trenle gidilirken, aynı kompartımanda beraber seyahat ettikleri ve modern mekteplerde görev yapan iki öğretmen ile Bediüzzaman Hazretleri arasında bir konuşma cereyan eder. Bu uzun sohbetin başında bu öğretmenler ‘’hamiyet-i diniye mi, yoksa hamiyet-i milliye mi daha kuvvetli, daha lazım?’’ şeklinde bir soru tevcih ederler. Bediüzzaman bu soruya verdiği cevapta şu görüşleri ifade eder: ‘’Biz Müslümanlar indimizde ve yanımızda din ve milliyet bizzat müttehiddir.  İtibari, zahiri küçük bir ayrılık var. Belki de din milliyetin hayatı ve ruhudur. İkisine birbirinden ayrı ve farklı bakıldığı zaman; hamiyet-i diniye avam ve havassa şamil oluyor, hamiyet-i milliye yüzden birisine, yani menafi-i şahsiyesini millete feda edene has kalır. Öyle ise, hukuk-u umumiye içinde hamiyet-i diniye esas olmalı. Hususan biz Şarklılar, Garplılar gibi değiliz. İçimizde kalplere hakim hiss-i dinidir. Kader-i ezelinin ekser enbiyayı Şark’ta göndermesi işaret ediyor ki, yalnız hiss-i dini Şark’ı uyandırır, terakkiye sevk eder. Asr-ı Saadet ve Tabiin onun bir bürhan-ı kat’isidir…  Hamiyet-i  İslamiye, en kuvvetli ve metin ve Arştan gelmiş bir zincir-i nuranidir, kırılmaz ve kopmaz bir ürvet-ül vuskadır, tahrip edilmez, mağlup olmaz bir kudsi kal’adır.’’(2)

İstanbul’a döndükten sonra bu tren kompartımanında yapılan bu konuşma ‘’Teşhis-ül İllet’’ adı ile ve Arapça bir risale olarak neşredilmiştir.  Bu eser, daha sonraları Türkçe’ye tercüme edilerek Hutbe-i Şamiye’ye eklenmiştir.

Üsküp’e yapılan bu ziyaret sırasında Bediüzzaman Hazretlerini gören yaşlı Üsküp’lülerle görüşen İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü Öğretim Üyelerinden Bekir Sadak ve Saraç Kemal Vardarlı,, hatıralarında şunları anlatmaktadırlar: “Bediüzzaman’ın ayaklarında çizmeleri vardı. Bıyıkları kısa, gözleri parlak idi. Buğday tenli, yakışıklı, heybetli bir genç idi. Elinde altın savatlı, Çerkez yapısı kamçısı, belinde fildişi saplı hançeri vardı.  Kısa zamanda Üsküp’te ‘’Bediüzzaman Molla Said Efendi’’ diye tanınmıştı. Üsküp alimleri grup grup ziyaretine gelerek sualler soruyorlardı. Üsküp’te daha sonra zelzeleden yıkılan idadiyenin balkonunda Sultan Reşad halkı selamlarken, hemen yanında Bediüzzaman da vardı. Binlerce Üsküp’lü onlara büyük tezahürat yapmıştı.’’(3)

Bu seyahat esnasında Bediüzzaman Hazretleri, Sultan Reşad ile yakın bir dostluk kurar.. Medreset-üz Zehra Projesini Sultan’a detaylı olarak anlatmak ve ikna etmek imkanı bulur. Daha sonraları Kosova’da temeli atılan Üniversite’nin gerçekleştirilmesi imkanı kalmayınca, buranın ödeneği Medreset-üz Zehra’ya aktarılır. Ancak malum sebeplerden dolayı gerçekleşmesi mümkün olmaz.

Rumeli seyahati, yaklaşık olarak üç hafta sürer. Kosova’da Sultan Murat Hüdavendigar’ın şehit edildiği ovada yüz bin kişinin katıldığı bir Cuma namazı kılınır. Selanik’e trenle geri gelinir. Selanik’ten deniz yoluyla İstanbul’ a 26 Haziran 1911 tarihinde varılır. 

Dipnotlar:
1-Tarihçe-i Hayat, sayfa:47
2-Hutbe-i Şamiye, sayfa: 56
3-Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla BSN. 6. Baskı, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1979

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.