Türkiye Büyük Millet Meclisi bugünlerde Cumhurbaşkanlığı sistemi ve diğer önemli konular için Anayasa değişikliğini görüştü. CHP’nin bütün engellemelerine, Meclisteki kavgalara, kürsü işgalleri, oy sandıklarından geç çıkma gibi taktiklerle görüşmeler uzatılmaya çalışılmasına rağmen 7 günde 90 saat süren görüşmeler oldu ve 1.turda maddeler ayrı ayrı oylandı, 330’un üzerinde oy ile değişiklik kabul edildi.
TBMM’de değişiklik önerisi, 21 Ocak tarihinde 2. turdaki son oylama ile 142’ye karşı oya karşılık 339 oy alarak kabul edildi. Artık 2 ay içinde halk oylamasına gidilecek. Millet ne derse o olacak. Bundan sonra artık Başbakan olmayacak, halk tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanı halkın tek başkanı olacak. İşte yeni değişikliklerden bazıları: Bakanları Cumhurbaşkanı atayacak, milletvekili bakan olursa milletvekili olamayacak, 18 yaşında milletvekili olunabilecek, askeri idari yargı kalkacak, hakimler ve savcılar kurulunun sayısı azaltılacak.
Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili yakın geçmişi bir hatırlayalım. Bugünlere nasıl geldik, neler yaşandı bir bakalım. Geçmişte de bu seçimler hap sorunlu olmuştu. Çünkü bu makam fevletin şekillendirilmesi ve idaresinde en önemli makamdı. Askerler bu makamı sivillere bırakmak istemiyorlardı. Atatürk, İnönü ve Bayar’ı saymazsak, Cemal Gürsel 1960’da ihtilal ile gelmiş ilk Cumhurbaşkanı idi. Daha sonraki yıllarda gelen Cevdet Sunay ve Fahri Korutürk de yine asker kökenli idiler. 1980 ihtilaliyle gelen Kenan Evren de yine asker kökenli idi. Bu ülkede ilk sivil Cumhurbaşkanı 9 Kasım 1989 yılında seçilen Turgut Özal idi. Sonra Demirel ve A.Necdet Sezer geldi.
24 Nisan 2007 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı adayı olduğunu açıklamıştı. 27 Nisan tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı birinci tur seçimlerinde 357 kabul oyu çıkmasına karşın 367 sayısına ulaşılamadığı için seçim ikinci tura kaldı. Anayasanın ilgili hükmü gereği, ilk oturumun açılabilmesi için 367 üyenin Meclis'te hazır bulunması gerektiği gerekçesi ile Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) oturumun iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Bu fikir Yargıtay onursal başkanı Sabih Kanatoğlu tarafından ortaya atılmıştı. Şimdiye kadar geçmişteki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gündeme gelmeyen 367 şartı ilk kez şimdi gündeme sokulmuştu.
Yargıdaki vesayet görevi devralmış ve dava sonucu Meclis'in birinci oturumu Anayasa Mahkemesi'nin 1 Mayıs 2007 tarihli kararı ile iptal edilmişti. 6 Mayıs 2007 tarihinde Mecliste yapılan iki yoklamada da toplantı yeter sayısının bulunamaması nedeniyle Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılamadı. Muhalefet kendince zafer kazanmıştı. Ancak Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılamaması üzerine genel seçime gidildi.
22 Temmuz 2007 seçimlerinin ardından AK Parti yüzde 46.48 oy ve 341 milletvekili kazanmıştı. 20 Ağustos 2007 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi birinci turunda ve 24 Ağustos 2007 tarihinde yapılan ikinci turda yeterli oy alınamadı. Anayasaya göre ilk iki turda üçte iki çoğunluk olan 367 sayısına ulaşılamadığı için Cumhurbaşkanı seçiminden sonuç alınamadı. Abdullah Gül, 28 Ağustos 2007 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminin 3. turunda 339 oy alarak Türkiye Cumhuriyeti'nin 11. Cumhurbaşkanı seçildi.
21 Ekim 2007 tarihinde Türkiye'de, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi başta olmak üzere birtakım Anayasa değişiklikleri halkoyuna sunuldu ve halk tarafından bu değişiklikler kabul edildi. Önceden 10 yılda bir bu ülkede ihtilal olur, halkın seçtiği iktidarlar devrilir, başbakan ve arkadaşları Menderes ve 2 arkadaşında olduğu gibi idam edilir ya da siyasetçilere siyasi yasaklar konurdu. Artık o devirler geride kalmıştı halk, oylarına sahip çıkıyor ve “Beyaz devrim”i sandıklarda yapıyordu. İktidarı 2002 yılından beri tek partiye veriyordu. Bu Cumhuriyet tarihinde görülmüş bir şey değildi. Yıllardan beri genel seçimlerde yüzde 25 oy bandına sıkışmış Ana muhalefet partisi CHP, gerek genel gerekse yerel seçimlerde sandıktan çıkan sonuçlar karşısında daha da hırçınlaşıyordu. Çünkü o bütün genel seçimleri kaybediyordu.
Hükümetin yıllardan beri kangren olmuş Kürt sorununu çözüm için başlattığı “Demokratik açılım ve Barış süreci” görüşmeleri ve HDP’nin Haziran seçimlerinde 80 milletvekili alarak barajı delmesinden sonra PKK’nın kazdıkları hendeklerle başlattıkları isyan hareketi ile ortadan kalkmıştı. Artık hükümet iyi niyetle başlattığı barış sürecini bitirip, ”son terörist kalmayıncaya kadar savaş” ilanı ile yeni bir duruma evrilmişti.
15 Temmuz 2016 FETÖ tarafından yapılan başarısız darbe girişimi Milli İradeye bugüne kadar en yapılmış en büyük ihanet idi. Millet sokaklara çıktı, milli iradenin arkasında durdu ve 240 şehit ve 2 bin dolaylarında gazi ile bu isyan da bastırıldı. Şimdi sorumluları adalet önünde hesap veriyor.
FETÖ, PKK, PYD, İŞİD v.b gibi terör örgütleriyle mücadele güçsüz bir hükümetle yapılamaz. Çünkü bu örgütler birer paravandır, ipler ABD, İngiltere, Avrupa Birliği üyelerinin (Fransa, Almanya ve Belçika) ellerindedir. Onlar da güçlü bir Türkiye ve güçlü bir devlet başkanı istemiyorlar.
Türkiye’de iktidarı seçimlerle, darbelerle, hendeklerle deviremeyenler şimdi Suriye üzerinden onu sınırlarında kuşatmak, bir “Kürt koridoru” kurmak istiyorlar. Gelecek için şimdi bedel ödemek gerektiğinden, hükümet burada da askeri harekete girmek zorunda kaldı. Evet, şehitler geliyordu ama şimdi bu hareket olmasa daha sonra çok daha fazla şehit verecektik. Bunlar devam ederken Uluslararası güçler bir yandan da ekonomik kriz yaratmak için döviz ve altın borsalarını maniple ediyor ve Türk parasının değerini düşürmeye çalışıyorlardı.
Türkiye’nin ayağına çelme atan düşman çok, dostlar ise sessiz kalıyor. Türkiye 2. bir Kurtuluş savaşı veriyor. Güven veren bir Başkomutana ihtiyaç her şeyden fazla, düşman duvarda bir gedik arıyor, hata yapma lüksümüz yok çünkü çocuklarımızın geleceği tehlikede.
Şimdi önümüzde 2 ay gibi bir süre var, taraftar olanlar ve karşı çıkanlar Anayasa değişikliğini millete anlatsınlar, bu süre yeterlidir. Halk, kendisinin önüne gelen seçim sandığında oy kullanırken bütün bu olup bitenlere bakacak oyunu öyle kullanacak. Ben öyle inanıyorum ki bu millet ferasetiyle düşmanları yine üzecektir. Çünkü 1950’de yeter karar milletindir diyerek, tek parti iktidarını yıktı. 2002’de iktidarı teslim ettiği partiyi 15 senedir değiştirmedi, 2002’de Anayasanın bazı önemli maddelerini değiştirdi, şimdi de yine önüne yeni Anayasa değişiklikleri geliyor. İki ay sonra herkesi dinleyerek karar verecek.
Karar ne olursa olsun herkes milletin kararına saygılı olmalıdır. Aşağıdaki şu hadis ve Bediüzzaman’ın açıklamaları bizi güzel günlerin beklediğini müjdeliyor.
“Ümmetim dalalet üzerine birleşmez. Öyleyse bir konuda ihtilaf olduğunu gördüğünüzde Sevad-ı Azam’a (büyük çoğunluğa) tabi olun” (İbn Mace, Fiten, 8)
“Her şeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki herşey, her hadise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var”. (Sözler,18.Söz,2.nokta)
İnşallah öyle olur. Halkoylaması ülkemize hayırlı olsun.