Her şeyin bir vakti saati var. Hayırlı, müjdeli haberler, gelişmeler de umulmadık bir zamanda, tahmin edilmeyen vesilelerle gerçekleşebiliyor.
2015 yılı gündemde sıcaklığı devam ederken ardından “Demokratik açılım” bağlamında Başbakan’ın konuşmasında farklı 14 isimden biri olarak tepkilerden çekince mülahazası ifadesinin ardından zikrettiği “Bitlis’li Said Nursi’siz mâneviyatı eksik kalır” cümlesi gündemi ısıtmaya yetti, arttı bile. Çoğunluğun olumlu yorumları yanında tek tük olumsuz değerlendirenler de işin tabiatı gereği normal kabul edilmeli.
“Vesilenin mahiyetine bakılmaz neticesine bakılır” kaidesine göre Bediüzzaman’ın her ne vesile ile gündeme gelirse gelsin insanların bir şekilde merakını tahrik etmektedir.
“Merak ilmin hocası” olduğuna göre olayın ucu insanların Risale-i Nur’u tanımalarına vesile oluyor.
Üstad Bediüzzaman kendine zulmeden, mahkemeden mahkemeye sevk edenlerin bilmeyerek Risale-i Nur’un ilânatına vesile oldukları gibi olumlu değerlendirebilecek bir noktaya dikkat çekiyor.
50- 60 yıl önceki basının gündeme gelişi tamamen menfi ve suçlu nitelemesi ile gündem olduğunu göz önüne alırsak, devlet ricalinin üst mercilerinde yer alan Cumhurbaşkanı ve Başbakanın beyanları ile “Norşin” ilk olarak sonra bizzat ismen zikredilmesi çok önemli bir aşamadır.
Risale Haber’de yayınlanan ve iktibas edilen haber ve makalelere yapılan yorumlara bakıyorum da; ön yargıları, kalın duvarlardan oluşan kalıpları, ezberleri, takıntıları aşamayanların olduğunu görüyorum.
Bu meseleye siyasi perspektiften, şahıslara zımni kutsallık atfeden, ifrat ve tefritten sıyrılamamış ruh halinden bakanlar maalesef üzgün oldukları anlaşılıyor. Mutsuzluk ve olumsuzluğu meslek ittihaz edenlere denilecek bir şey yok. Hayat paradigmasını cımbızla olumsuzluk üzerene bina edenlere acımak lazım.
Yabancı diplomatların bile merak saiki ile “Said Nursi kimdir?” sorusu dahi belki binlerce insanın Risale-i Nurları tanımasına vesile olacaktır.
Kimse kendine pay çıkarmasın. Kaderin bir hükmüdür. Kader akidesinin dersi olan 26. Sözde ; “…mü'min, her şeyi, hattâ fiilini, nefsini Cenâb-ı Hakka vere vere, tâ nihayette teklif ve mesuliyetten kurtulmamak için, cüz-i ihtiyârî önüne çıkıyor; ona "Mesul ve mükellefsin" der. Sonra, ondan sudûr eden iyilikler ve kemâlât ile mağrur olmamak için, kader karşısına geliyor; der: "Haddini bil, yapan sen değilsin…." Yani herkes haddini bilsin yapan sen değilsin diyor. Demek vakti saati bu zaman imiş.
Evet, Risale-i Nur ve Bediüzzaman’ın bu kapsamda gündeme gelmesinde öncelikle “saffı- evvel talebeleri”nin, sonra bu uğurda hizmet eden, yüz binler nur talebelerinin elbette vesile olmak noktasında hisleri vardır. Mazhar olmuşlardır, istihdam olunmuşlardır.
Hiç merak edilmesin 2015 hayal değil. 1926’dan 1950’ye kadar o kadar dehşetli bir dönemin cenderesi ve labirentlerinden geçmiş olan nur hareketi içinde bulunduğumuz konjonktürde Birleşmiş Milletler’in gündemine çoktan gelmiş bile.
“Olur mu olmaz mı?” gibi tereddüt üretmekle zaman ve enerji kaybetmeden, “Ne yapabiliriz?” diye kafa yormak gerekir. Hiç olmazsa duacı olmak, her kim olursa olsun gündeme getirene de teşekkür etmek, yapılacak bir faaliyetin bir yerinde rol almak, en basit getir götür işi dahi olsa niyeti halis ise haza hizmettir.
Gelişmeler gerçekten uzun zamandır hasretini çektiğimiz şevke medar olabilecek hususlardır.
Cenab-ı Allah’a sonsuz şükürler olsun Bizlere bu günleri de gösterdi.