Sevgili dostum;
Zirve, kemal, her şeyin en güzeli ve en iyisi, insan olarak bizim de amacımız, öyle değil mi? İnsan güzele ve iyiye layık; ama ille de kendini çirkinleştiren yollara sokan da kendisi.
Zirvelere tırmanırken, yolumuzdan bizi alıkoyan çok şeyler çıkar önümüze. Bazen bir küçük çakıl taşı bile bizi tökezletebilir. Bazen acılar yolumuzu keser, ümidimizi yitirir. Bazen de zirvenin uzaklığı bizi korkutur. Zirve, öyle çok uzakta değil aslında; o kadar yakındır ki, bazen burnumuzun dibinde olur. Ama onu biz uzaklarda ararız.
Sevgili dostum, zirveye erişmek için öyle terlemeye, sürünmeye, hazırlıklar yapmaya ve başımızı saçımızı yolmaya da gerek yok aslında. Yalnızca içten olmak yeterlidir, değil mi? Samimi ve içten olmak, sabırlı ve kararlı olmak, azla yetinmek, toprak gibi alçakgönüllü olmak, kendimizi yok saymak ve kendini bir hiç görmek, zirve yolculuklarının olmazsa olmazıdır.
Alçakgönüllülük, bir büyük güçtür ve bir büyük zenginliktir. Alçakgönüllü iyi bir izleyici ve gözlemcidir. O her şeyin hem içindedir ve hem dışında. İçindedir, çünkü her şey onun için resmigeçit yapmaktadır. Dışındadır, çünkü her şeyin dizgininin başkasının, yani Yaradan’ın elinde olduğunu çok iyi bilir. Akan nehrin yanı başındadır zirve yolcusu. Ama asla ona müdahale etmez. Elindeki çöpü oraya atar, birazdan denize kavuşacağını bildiği için arkasından bakıp kaygılanmaz. Zaman denizi de ha bire akıp gidiyor. Kalkıp kendini akıp gidenden kendini sorumlu tutsa, zirveye ulaşamaz; âlemin çerçöpü içinde kendini kaybeder. O bir yolcudur, zirvelere çıkmanın yolcusu; o bir arayıcıdır, kendinin arayıcısı.
Bir araya geldiğimizde, sevgili dostum, bizim yaptığımız da budur işte. Kendimizden başka konu ettiğimizler var mı? Sohbetlerimizin, tatlılıkları içinde öyle sürüp gitmelerinin sebebi odur.
Yirmi birinci gün bizim için elbette sohbetin zirvesi olacak, birlikteliğin en uzun soluğu, üzerimize vuran en uzun gün ışığı. O gün aydınlanan biz olacağız, nurlanan, uzaklarla ve ama aslında çok yakınlarla efsunlanan. O gün, günışığının zirvesi ya, ikimizin de tam bir cümbüşümüz. Olup biteni biz tam zirveden seyre dalacağız. Bütün kâinat önümüzde adeta canlanacak. Bütün becerilerini bizim için, yalnız ikimiz için ortaya koyacak. Ya da bize öyle gelecek. Hem bizim için bütün hazırlıklarını yapsalar başkalarına bir eksiklik mi gelir? Bir kuş, bütün feza boşluğunu yalnız kendisi için saysa, başka kuşlara yer mi kalmaz?
Evet sevgili dostum, yirmi birinci günde her şey bize özel hazırlanacak. O halde, ruhumuz, kalbimiz, aklımız ve bütün duygularımız bize hazırlanan cümbüşe göre olmalı değil mi? Bir büyük güç her şeyi bizim için hazırlıyor. Düşünelim, yalnız biz ikimiz için, yalnız ikimizin sohbeti için, o günün tan yeri ağarıncaya kadar uzayacak dost meclisi için. Bütün bu hazırlıklara bize düşen ne olmalı? İnsanlığa üstten bakmak mı? İkimize yapılan bu büyük ikramı, sanki onda bizim bir dehaletimiz varmış gibi, kendimizde bir gurur sebebi olarak göremeyiz elbette. O ikrama mazhar olmakla, ancak onunla toprak gibi tevazua gireriz. Hiçliğimizi bir kez daha görmüş oluruz ve olacağız. Elbette o gün daha da küçüleceğiz ve ama küçülürken daha büyüyeceğiz. İşte zirveler, büyüklenirken küçüklenen ve küçüklenirken büyüklenen halleri barındıran alçakgönüllülüğün zirveleri.
Evet, sevgili dostum; soluduğumuz nice nefesler oldu. Onlar bize bahşedilmiş hayatlar. Onlar olmadan ne bir adım atabiliriz, ne de bizi biz yapan bir sohbeti yapabiliriz ve ne de zirvelere tırmanabiliriz. Nefesler kadar Yaradan’a minnettarız. Ve nefesler kadar toprak gibi tevazu göstermeye mecburuz. Zirvelerde bunu daha yakından göreceğiz sevgili dostum!
Zirvelerde gurur değil, yalnızca tevazu var. Zirvelerde gözyaşı var. Zirvelerde en az olan kahkaha ile gülmektir. Oralarda tatlı hüzün daha yoğun… Evet, sevgili dostum hüzünleneceğimiz yirmi birinci günü iple çekiyoruz.
O gün buluşmak üzere kal sağlıcakla…