Sevgili dostum;
Üç yüz altmış beş günde bir uzun günü, bir uzun soluğu hedef gösterdik ya, bir heyecan taşıyoruz elbette. Hedefler, ulaşılması gereken noktalar ve zirveler, her zaman tatlı bir merak duygusu da yaşatır insana.
O nedenle küçük şeyleri bizim için daha önemli hale getirmek için hayatımızın çeşitli zamanlarında ve yol boylarında yol işaretleri anlamında hedefler koymamız yerinde olur. O küçük hedefler bize yeni bir ufuk olarak eylemlerimize de hız kazandırır.
Hedefler ve hedefçikler var, değil mi sevgili dostum. Günlük hedefler var, aylık hedefler var, yıllık hedefler var ve ömürlük hedefler var. Hepsi de bizi ilerilere çeken, bize taze kan olan, bizdeki değerleri ebedileştiren çıtalardır deyim yerindeyse. Hedefsiz insan pusulasız gemiye benzer.
Öyle sanıyorum ki, bizim bilinçliliğimiz hedeflerimizin mantıki oluşlarıyla doğru orantılıdır. Elbette insanın hedefleri yaratılışıyla ters düşmemeli, sayısız yetenekleriyle örtüşmelidir. Düşünelim sevgili dostum, elimizdeki kitabı önümüzdeki hafta sonuna kadar okuyup, sonra özetleyip ve sonra da bir yazı ile bu kitap hakkında bilgi vereceğiz. Bu, yaratılışımızın birçok yönleriyle örtüşen bir hedeftir; başlangıcı, süreci ve sonuç itibariyle güzeldir. Bu hedefin her aşaması bize, kişiliğimize olumlu yönden katkıları var. Ama diyelim ki, önümüzdeki hafta sonunda, pek de istemediğimiz bir eğlenceye katılmayı hedef olarak seçtik. Bu da bir hedeftir. Ama elbette kuşkulu bir hedef… Bir kere, onu istemiyoruz ve sonra eğlencenin türüne göre ne kadar bizim değerlerimizle örtüşüp örtüşmeyeceği konusunda kuşkumuz var. Eğlenceye katılıp yorgunluğumuzu hissettiğimizde elimize fazla bir şey geçmeyeceğini göreceğiz. Yani sonunda mutlu değiliz. Bu göreceli de olsa çoğunlukla sonuç böyle olur.
Günlük, aylık ve hatta yıllık hedeflerimizden dönüş olabilir; ama ömür boyu edineceğimiz hedefleri değiştirmek son derece zor. Eğer değiştirmeye zaman bulamazsak -ki çoğunlukla böyle olur- sonuç itibariyle kötü olur. Koca bir ömür yaşadığımız hayatla sınırlı kalır. Öte dünya gibi asıl büyük beklentimiz suya düşer. Oysa biz bu dünya için yaratılmadık ki!
Üç yüz altmış beş günün sonunda duygularımızın hedefi olarak saydığımız 21.güne bir gün daha kaldı. O gün, bize hayat bahşeden, bilinçliliğimize ivme kazandıran ve sonunda acizliğimizi çok çok fark ettiren çağımızdaki Kur’an’î düşüncenin açılımı olan Risale-i Nur’un üzerimizdeki bıraktığı derin etkinin muhasebesini yapıp bir güzel nostaljiyi yaşayacağız. O günde biz dünü ve bugünü birlikte yaşayacağız. Bu günden yarına daha bir güvenle bakacağız. O gün ömür hedefinde olup olmadığımızı da kontrol edeceğiz. Günlük, haftalık, aylık ve yıllık hedeflerimizin ömürlük hedefimizle ne kadar uyum içinde olup olmadıklarını bir güzel gözden geçireceğiz.
Sevgili dostum, 21.güne doğru hızla ilerlerken, bu heyecanı yaşıyoruz işte. O gün belki yüz binlerce insan aynı hedefe kilitlenecek. Elbette değerlendirmeleri farklı olacaktır.
O günkü birlikteliğimizde üzerinde duracağımız konuları şimdiden tespit etsek, nasıl olur? Senin gündem tespitinde maharetin olduğunu biliyorum. Başkalarının gündemiyle yaşamadığını da… O günün gündeminin de dolu olacağına inanıyorum. Hem biz ne zaman bir araya gedik de dolu olmadık? Bizim gündem değil, zaman sorunumuz var. Birlikteliğimizde zaman yetmiyor bize sevgili dostum. Dertleşecek ve birbirimizden yararlanacağımız konularımız elbette çok.
21.gün, büyük nostalji de olacak bize. Karşılıklı oturarak, bir sen ve bir ben unutulmayan hatıraları da anlatsak!
Her ne ise, o gün yeniden doğup bir günde büyüyen iki yetişkin insan olacağız.
Dava dostun…