27 Mayıs ihtilali çeşitli yönleri ile ele alındı. Ancak bu darbenin hedefinde esas olarak kimlerin bulunduğu üzerinde fazla durulmadı. Şehid Menderes ve arkadaşları, darbeci çetenin görünürdeki hedefleriydi. Ama Demokrat Parti iktidarının ardındaki halk desteğinin büyük ölçüde Nurcular olduğu bilinmekteydi. Bu yüzden darbenin hedefinde asıl olarak Nurcuları tasfiye etmek vardı.
Bu bir iddia değildi. Bu köşede zaman zaman Milli Birlik Komitesi üyelerinin mecliste Risale-i Nurlar hakkında yaptıkları konuşmalardan bazı örnekler yer aldı. Bu konuşmalardaki ortak nokta Nurculuğun kesin olarak tasfiye edilmesi konusundaki kararlılıktı.
Acaba bu komite Nurcuları tasfiye etmek için ne gibi kararlar aldı. Hangi uygulamalar yapıldı.
Bir çok olayın üzerindeki esrar perdesinin aralandığı şu günlerde bu konudaki “devletlü” bilgilerin kamuoyu ile paylaşılması çok yerinde bir itiraf olurdu. Böylece Ergenekon geleneğinin yöntemleri ve tarihsel gelişimi konusundaki resmî tecrübeler toplumsal hafızaya kazandırılmış olacaktı.
Toplum hafızası bu tür tecrübelerle beslendiği ölçüde demokratik tercihler konusunda daha duyarlı olacaktı.
Bugün girişteki önermemi doğrulayan bir alıntıyı paylaşmak istiyorum:
İhtilal anayasasını hazırlayan Kurucu Meclis üyelerinden asker kökenli –darbe öncesi Emniyet Genel Müdürlüğünde bulunmuş olan- Necip San (1) şöyle diyordu:
Şöyle ki: Karşımıza Nurcu diye bir kütle çıkıyor, dini birçok emellerine âlet ediyorlar. Hayatlarını bu yolla kazanmaya çalışıyorlar. Dine hizmet ediyoruz diye, keselerini dolduruyorlar. Kitaplar yazıp binlerce, yüz binlerce satıyorlar. Bu yolla milyonlar kazanan var. Çeşitli maksatlarına ulaşmak isteyenler var.
Bugünkü mevzuatımızla buna karşı tedbir alınamıyor, yapılanlar önlenemiyor. Sebep şu: Diyanet İşlerinin kendi elemanları bu işleri görmesine, bu çeşit insanların hareketlerini önlemesine kâfi gelmiyor. Ayrıca, bu gibi işleri Diyanet İşleri Başkanlığı vazifeleri arasında saymamıştır. Bu işleri polise bırakmıştır. Diyanet işleri Başkanlığının noktainazarına aykırı olan bir hususu camide vaiz kürsüsünden vaizlerden biri, hatiplerden biri ifade etse, birşey yapacak durumda değildir. Bunu polise bırakmak mecburiyetindedir. Bu gibi, Diyanet İşlerinin noktainazarına aykırı fikri olan vaizi Diyanet İşleri Reisliği kürsüden aşağı indirmeye salahiyetli olmalı, buna imkân verilmelidir.
Polise gelince; polis yazılmış olan bir kitabı eğer durum sıkışıksa evvelâ kanunun verdiği imkândan faydalanarak toplattırıyor, ondan sonra sahibini adliyeye teslim ediyor. Adliye kitabı Diyanet İşlerine gönderiyor. Diyanet İşleri müşavere heyetine yolluyor, bu müşavere heyeti de bugünkü anlayışda Nurculuğun bir tarikat olmadığını, o kitabın onu yaymak için uğraştığını ve dine aykırı olmadığını beyan ederek bir rapor veriyor. Mahkeme eli kolu bağlı ve hâkimlerimiz inanmadıkları halde beraat kararı veriyor. Bu şekildeki beraat kararları din istismarcılığı yapan yüzlerce kişinin elinde memleketi dolaşıyor. Ve bunlar birbirlerine ulaştırılıyor. Nerede bir hâdise olursa bu vesaik de hâkimin karşısına dikiliyor ve beraat kararı alınıyor. Bundan faydalanarak Nurculuk her gün memlekette genişlemekte ve arz ettiğim istismarcılık sebepleriyle bilhassa tehlikeli olmaktadır. Bu sebeple bunlarla mücadele için Diyanet İşleri Başkanlığı, Dahiliye Vekâleti, Adliye Vekâleti ve varsa diğer vekâletlerin iş birliği ve koordinasyonu sağlayacak esasları vaz'etmelidirler. Bunu ilgili bakanlıklardan temenni ediyorum.” (Kurucu Meclis, Tutanak Dergisi, 21 .2.1961 Salı)