Tarih 21 Mart 1960’ı gösterdiğinde peygamberler şehri; F tipi hücrelerin konuğu, zehirlenip tarifsiz acılar çektirilen ümmetin kimsesiz yetimi, vefatının ardında bıraktığı terekesi peygamberlerinkine en çok benzeyen, mazlumiyeti Hüseyin Bin Ali’den devralmış, tecrit, ret ve inkar politikasının ümmet adına büyük kurbanı, öğrencileri ve idealleri dışında dünya adına bir serveti bulunmayan, asr-ı saadeti andıran bir yaşamın sahibi olan meşhur Said-i Nursi’yi ağırlıyordu.
1925 Şeyh Sait olayından sonra Kürdistan bölgesindeki bütün nüfuzlu kişilerle birlikte batıya sürgün edilmiş bulunan Said-i Nursi diğer yol arkadaşları kadar şanslı değildi. Onunla birlikte batıya sürgün edilen nüfuzlu kişilere sonradan memleketlerine dönüş izni çıkmasına rağmen Üstada izin çıkartmamaları manidar olduğu kadar bir o kadar da keyfi ve zalimce bir muamele olmuştur.
Zındıka komitesi Üstadı da diğer din bilginleri gibi etkisizleştirip Anadolu insanını büyük bir felakete düçar kılmak isterken karşılarında Hz Hasan (r.a)’dan yarım kalmış manevi halifelik sürecini tamamlamak üzere gönderilmiş olan Üstad Bediüzzaman’ı görünce afalladıklarını tarihin sayfalarından okumak mümkündür.
Üstadın hayatıyla ilgili en kapsamlı çalışmayı Abdülkadir Badıllı abinin hazırlamış olduğu Mufassal Tarihçe-i Hayat eseri olduğu düşüncesindeyim. Üç cilt halinde çıkan bu eseri üniversite üçüncü sınıfında okumak nasip olmuştu. Vize dönemi olmasına rağmen iki hafta gibi bir sürede bu çalışmayı okuduktan sonra zihnimde net bir Üstad fotoğrafı oluşmuştu.
Badıllı abi bu çalışmasının üçüncü cildinde Üstadın zorunlu ikamate tabi tutulduğu yerden Urfa’ya nasıl gittiklerini ve üstadın Urfa’daki son günlerini o süreçte Üstadla yol arkadaşlığı yapmış olan talebelerin ağzından aktarmaktadır.
Badıllı abi, o donemde Türkiye’ye gelen Pakistan eğitim bakanının Üstadı Pakistan’a davet ettiğini fakat Üstadın bu teklifi nazikçe geri çevirdiğini ve geri çevirme gerekçesi olarakta Türkiye’yi bekleyen felaket olduğunu söyler. O konuşmada Üstadın buradan ayrılması halinde ülkede bir darbe olabileceğini söyler ve vefatından birkaç ay sonra maalesef Üstadın işaret ettiği darbe gerçekleşir. Halbuki Üstad Ankara’ya gidip evhamlı hükümeti uyarmak istemiş olmasına rağmen bu isteğin icrası dönemin evhamlı hükümeti tarafından engellenmiştir.
Son günlerinde hizmetinde bulunan talebelerinin anlatımlarına göre Üstad zorunlu ikametgaha tabi tutulduğu yerden Urfa’ya gitme kararını hasta yatağında yatarken ani bir şekilde vermiştir. O dönemde onun hizmetinde kullanılan araç bakıma muhtaç olmasına rağmen bu ani karar üzerine aniden yola çıkılmış ve araç herhangi bir arıza vermeden sapa sağlam Urfa’ya ulaşmış ve İpek Palas otelinin 27 nolu odasına yerleşmiştir.
Fedakar talebelerinin anlatımlarına göre, otele yerleştikten sonra Üstadın Urfa’da olduğu haberi evhamlı hükümete ulaştırılmış ve evhamlı içişleri bakanı da Üstadın hemen Urfa’dan uzaklaştırılarak zorunlu ikametgahına geri gönderilmesi emrini vermişe de bu emrin icrası mümkün olmamıştır. Çünkü başta Demokrat Partinin Urfa il başkanı ve Urfalı misafirperverler bu erdemli insanı bırakmak istememişlerdir.
Evhamlı hükümetin tüm ısrarlarına rağmen bu kişiler misafirini sahiplenmiş ve bağrına basmışlardır. Tarih 23 Mart’ı gösterdiğinde Üstad Kosturma esir kampında alamadığı pasaportu İpek Palas otelinin 27 nolu odasında alarak ebedi alemin yolculuğuna başlamıştı. Hem de talebelerinden ve sevenlerinden habersiz bir şekilde….
Not: Abdullakadir Badıllı abinin hazırlamış olduğu Mufassal Tarihçe-i Hayat adlı çalışmasının üçüncü cildinde zihnimde kalan kesitlerdir. Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür, gerçeği mazeret göstererek eksik ve yanlışlardan dolayı önce Badıllı abiden sonrada siz okuyuculardan özür dilerim.