İlkokul yıllarımı 28 Şubat döneminde geçirdim. Etkilerinin yoğun olduğu dönemlerde resmi ideolojinin ilk kıyma makinesi olan kurumda geçti çocukluğum. Merve Kavakçı’nın meclisten kovuluşunu, başörtülü bir hemşirenin başörtüsünün yolunasıya çekilişini, irtica yuvalarının(!) baskınlara uğrayışını ve bunun gibi birçok şeyi hayal meyal fakat ne anlamlara geldiğini bilerek hatırlarım.
Eminim o dönemleri yaşamak dindar olan hiçbir insan için kolay değildi. Çocuk olarak yaşamak bambaşkaydı. Etrafında olan bitene anlam verememek ama azınlık olduğunu hissetmek. Farklı olduğunu, farklı görüldüğünü hissetmek. Mesela okulumda öğretmen olan bir akrabamızın –kendisi dindar biri değildir- tesettürlü annemle okulda konuşmak istememesi, akraba olduğumuzun bilinmesini istememesi. Okulda veya başkalarının yanında konuşmamam gereken şeyler. Ve bütün bunların ortasında ne olup bittiğini çözmeye çalışan, “diğerlerine” ne yaptığımızı merak eden bir çocuk, ben.
O zamanlar ne yaparsam yapayım “onlar” gibi olamayacağımı, kabullenilmeyeceğimi anlamıştım. Bunun bana çok da faydası oldu aslında. Daha o yaşlarda sindirilmeyi, haksızlığı, sebepsiz aşağılanmayı ve hor görülmeyi hayatın bir parçası olarak alıp ondan sonra kimsenin ne söylediğini hiç umursamadım, kimsenin de onayına muhtaç hissetmedim kendimi.
Fakat hala içimde kalan birkaç şey var. O dönemlerde aklımın ermediği soruları bana sorup aklınca üstünlük taslayan hoşaf akıllılara söyleyemediklerim. Bu yüzden aklımda kalan bu sorulara şimdiki aklımla cevap vereceğim.
Bir abla: Mert, sen şu cemaatlere falan gidiyormuşsun. Neden gidiyorsun?
-Sorunun mantıksızlığı zaten her şeyi anlatıyor. Küçücük çocuk fikir ideoloji mi bilecek? Belli ki biri elinden tutup götürüyor işte.-
O zamanki cevabım: Bilmem
Aynı abla: Gitme oralara. Yalan yanlış şeyler öğretirler sana dini alet edip. O insanlar şöyle böyle vesaire vesaire…(Bu nutku o yıllarda kaç defa dinledim bilmiyorum.)
Şimdiki cevabım: Abla rejime tehdit oluruz umuduyla gidiyoruz ama bi numara yok bunlarda da. Oturup kitap okuyorlar çay içiyorlar o kadar.
***
Şimdiki anlatacağım olay sadece o dönemle kısıtlı değil hala devam ediyor ama anlatmadan geçemeyeceğim bu garipliği.
Cuma günü okul bittikten sonra okunacak İstiklal Marşı’ndan birkaç arkadaş kaçıyoruz. Çocuk aklımızla kendimizce yasakları delip aksiyonlar yaşıyoruz, eve bir an önce gitmenin yolunu arıyoruz. Müdür yardımcımız da bizi kovalıyor yakalayıp geri getirip marşı okutmak için! Tam paçayı sıyırdık derken beni sırt çantamdan kapıveriyor.
Bu olay için özel not: İroniden anlamayan nesle aşina değiliz.
Müdür Yardımcısı: Oğlum niye kaçıyorsun marştan? Sen Türk değil misin?
O zamanki cevabım: (Utançtan kıpkırmızı bir şekilde) Türküm hocam.
Müdür Yardımcısı: O zaman neden marştan kaçıyorsun? Milli marşımızdan kaçılır mı? Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde çalışkan, dürüst bir Türk evladı olmak için vesaire vesaire (özet: resmi ideoloji zırvalıkları.)
Ve gaza gelmiş bir şekilde gidip “asker gibi” hazır ola geçerek göğsümü kabarta kabarta gür bir sesle marşı okumuştum. Ulan nasıl yemişler bizi be.
Şimdiki cevabım: Hocam zaten benim anne tarafı Girit göçmeni. Bizim Türklükte de bi sıkıntı vardır muhtemelen. Sen en iyisi bırak beni eve gideyim.
***
Az sonra anlatacağım olaya belki inanmayabilirsiniz ama gerçekten böyle bir şey başıma geldi. Bugün bu olay bana ne kadar komik geliyorsa o zaman da beni o kadar üzmüştü. Bu yüzden finali bu hikâyeyle yapmak istedim. 28 Şubat gerçekleşmiş, hükümet istifa etmiş, seçim telaşı başlamıştı. Parti arabaları bangır bangır sokaklarda dolaşıyordu. O zamanlar 5. sınıftaydım. Teneffüs saatinde okulun bahçesinde birkaç arkadaşım ve öğretmenimiz sohbet ediyorduk. Tahmin edebileceğiniz gibi öğretmenim “aydın ve elit” bir insandı. Öğretmenimiz yüksek sesli müzik eşliğinde geçen Fazilet Partisi minibüsünü göstererek: “Bakın çocuklar Mert’in ailesi bu partiye oy verecek!” deyip aklınca “ailesini yakından tanıdığı” arkadaşlarıma komiklik yapmıştı. Hep beraber gülmeye başladılar. Ben neye uğradığımı şaşırmış donup kalmıştım. Bunu yapan yeni yetme biri değil belki 20 yıldan fazla öğretmenlik tecrübesi olan biriydi.
O zamanki cevabım: (Kekeleyerek) Nerden… biliyorsunuz hocam? Siz… neden böyle bir şey… söylediniz?
Şimdiki cevabım: Hocam elli yaşına merdiven dayamışsın, karşında ilkokul çocuğu var şu düştüğün seviyeye bak. 25 yaşındaki aklımla konuşuyorum şu an bile sana verebileceğim 1 milyon ironik cevaptan birini seçemedim.
***
Bunları da anlattım ya vallahi bir psikoterapiden ayrılmış gibi rahatlamış hissediyorum kendimi. Meğer ne kadar oturmuş içime. Anlatacak çok fazla alan bulamadığım için kendime böyle bulabildiğim boşluklarda dertlerimle başınızı ağrıtıyorum. Zaten “Genç” Yazarlar bölümünde yazmamdan anlamışsınızdır pek konuşmaya fırsat bulamadığımı. Çünkü laf aramızda biz öyle böyle “demokrat” değiliz.
Duayla bitirelim:
Geceler boyunca bir ince öfke
Biledim yüreğimde yetimler aşkına
Ey iblisin yarenleri
Doyun keşmekeşe
Doyun kokmuş leşe
Doyun kahkahaya
Lat aşkına menat, uzza, ateş aşkına.