Türkiye, bir yandan darbe girişimlerini yargılıyor, bir yandan da 28 Şubat'ın eğitim hayatındaki tahribatı ile boğuşuyor.
Oysa 28 Şubat, bir post modern darbe ve onun en büyük tahribatı eğitim hayatında gerçekleşmiş.
Yani demek isterim ki, şayet Türkiye'de hukuk planında darbe karşıtı bir süreç işliyorsa, işe 28 Şubat'ın eğitim hayatındaki tahribatını tasfiyeden başlamak lazım. Ama Yargı'nın bir boyutu, 28 Şubat mevzilerini korumak üzere konuşlanmış durumda.
Katsayı konusunda yaşanan hadise, Türkiye'nin yaşadığı bu çelişkiyi sergiliyor: Bir yanda darbenin yargılanması, bir yanda darbe ürünü eğitim formatına yargı zırhı giydirmek...
28 Şubat, İHL'leri yok etmek için meslek liselerini de yok etmeyi göze aldı.
Mantık İHL'den mezun olanların, kamuda din alanı dışında görev üstlenme imkânı verecek bir yüksek öğretime gitmemesi üzerine kurulmuştu.
AK Parti hükümeti, 2003 yılında katsayılarla ilgili bir düzenleme girişiminde bulundu ve o dönem, şu meşhur darbe girişimleri hızlandı. Şimdi üç komutanın ifade için çağrıldığı işler o zamanın işleridir. Ki o zaman, Genelkurmay Başkanı Özkök de, ister darbecilerin gazını almak için deyin, ister kendi hisleri de böyle olduğu için deyin, epeyce sert bir çıkış yaptı. Hükümet geriledi.
Aradan 6 yıl geçti, şimdi katsayı için bir YÖK düzenlemesi söz konusu ve karşıt hamlede Danıştay kararı çıkarken, bir de bakıyorsunuz Genelkurmay bünyesinde bir andıçlama olmuş.
Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı bir çalışma yapıyor ve 2. başkana sunuyor. 10 maddeden oluşan istihbarat çalışmasının sonuç ve değerlendirme bölümünde, "Yeni düzenleme ile imam hatip liselerinin önündeki katsayı engelinin kaldırıldığı ve yüksek öğretim kurumlarına girişte avantajlı hale getirildiği, bu yolla muhafazakâr yaşam tarzını benimseyenlerin kamusal alanda varlıklarının genişletilmesinin hedeflendiği" ifade ediliyor. Bu çalışma, YÖK'ün katsayı düzenlemesinden 1 ay sonra yapılmış.
Bu çalışmada ayrıca Genelkurmay'ın bir eylem planı çerçevesinde konuyu Danıştay nezdinde takip etmesi, bu arada öğrenci velilerinin dava açmaya yöneltilmesi de öneriler arasında yer alıyor.
Demek ki ne olmuş?
Bazı komutanlar, İHL ile ilgili düzenlemeden sonra durumdan vazife çıkarıp, darbe arayışına girmişler, henüz görevde olan bazıları da yine durumdan vazife çıkarıp, "Konuyu Danıştay'da takip etmeyi ve velileri harekete geçirmeyi" tercih etmişler.
Askerin gündemindeki sorun ne?
"....muhafazakar yaşam tarzını benimseyenlerin kamusal alanda varlıklarının genişletilmesi..."
Buradaki soru şu:
-Toplumsal yaşamda kimin etkinliğinin nasıl arttığı-eksildiği meselesi, askerin ilgileneceği bir mesele midir?
Asker böyle bir meselede durumdan vazife çıkarma yetkisine sahip midir?
Ya da şöyle soralım:
-Asker, toplumda başka hangi yönelişler-gelişmeler üzerinde böyle kafa yorup da, içinden darbe coşkusu ya da andıç öfkesi çıkarmaktadır?
"Muhafazakâr yaşam tarzına sahip kimselerin kamusal alanda varlıklarının genişlemesi" kaygısına yeniden dönersek...
Asker, bu işin kaynağının İHL'ler olduğunu düşünüyor ve İHL'lerin önü kesilirse, o "tehlike" de savuşturulmuş olur diye bakıyor.
Peki ya İHL'siz de, toplumda muhafazakâr nitelik ortaya çıkarsa ne olacak?
Burada asıl mesele, tavuk ve yumurta işiyle alakalı:
-Tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan?
-Acaba İHL'yi muhafazakâr toplum mu doğurdu, yoksa muhafazakâr toplumu İHL'ler mi gerçekleştirdi?
Hadi işi biraz daha somutlaştırayım:
Abdullah Gül, Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu...
Bu isimlerin hiçbiri İHL kökenli değil.
Hepsi de genel anlamda "muhafazakâr" diye nitelenebilecek insanlar.
Nasıl oldular da muhafazakâr oldular?
-Ah hacı babalar mı dememiz lazım? Ya da ah muhafazakâr analar mı?
Tabii, asıl mesele, askerin muhafazakâr bir kamu yöneticisini neden riskli bulduğu sorusu ile ilgili.
Neden?
Ne zarar gördü ülke Tayyip Erdoğan'dan, Abdullah Gül, Ali Babacan ya da Ahmet Davutoğlu'ndan?
Bunlar, Türkiye'yi dünyada bir kademe daha yukarı çıkarmak için gecelerini gündüzlerine katan insanlar değil mi?
Tersinden de sorabiliriz:
-Muhafazakâr olmamak, hangi kazanımı sağlıyor Türkiye'ye?
Bunların cevabı yok.
Bana göre 28 Şubat mantığı, eğitim hayatında yaptığı operasyonla, 11 yıl içinde, asırlar kaybettirdi Türkiye'ye...
Asker adına, böyle güvenlik değerlendirmeleri yapılıyor ve biz, bu ülkenin insanları, bunları okudukça, gerçekten derin bir hüzne kapılıyoruz.
-Bu kadar sığ işlere nasıl asker imzası atılır?
Bu soruyu sordurmayın artık bu ülkenin insanlarına...
Askere de yazık etmeyin böylece!
Bugün