Recep Bozdağ'ın röportajı:
Uzun yıllar namaz kıldığınız farklı camiler hakkında notlar alıp, çetelesini tuttunuz. Nereden aklınıza geldi bu?
Malûmdur ki İstanbul’da tarihî camiler çok. Gerek selatin camileri, gerekse vezirler, paşalar ve Sultan hanımları adına yapılan camiler var. Meselâ Mihrimah Sultan, Valide Sultan Camileri gibi. Bu gibi camilerde namaz kılmak insana ayrı bir huzur veriyor. Böyle camilerin ilginç tarihleri de oluyor. İlk kez, 1978 yılında bu tür camilerin kaydını tutayım, dedim. Daha sonra gittiğim bütün camileri de kaydetmeye başladım. Sonra bu not alma bir hobi haline dönüştü. 1978 yılından bugüne kadar da devam ettirdim. Yani 31 senedir sürüyor, sürecek de...
Sadece İstanbul’daki camileri mi kayıt altına aldınız?
Hayır. İstanbul’dakileri ayrı bir başlık altında topluyorum. Diğerlerini de Türkiye’de namaz kıldığım camiler şeklinde derliyorum. Ayrıca hacca ve umreye giderken Suriye, Suudi Arabistan gibi ülkelerdeki camileri de kaydettim. Bir de memleketim olan Mardin’deki camileri yazıyorum. Kısacası camileri belli kategorilere ayırdım.
Hangi camiyle başladınız?
İlk olarak Güngören ilçesindeki Genç Osman Camiiyle başladım.
Şu an görev yaptığınız ilçedeki bir camiyle yani...
Bu da ayrı bir güzellik. İlk orada namaz kılarken başladım. Şu anda da on yıla yakın zamandır orada ikamet ediyorum. Güngören’in ve Genç Osman’ın diğer önemli bir özelliği şudur; Güngören ilçesinin kurucusu Genç Osman’dır. Oraya avlanmaya gelirmiş. Oraya bir kışla ve bir köprü yaptırmış. İlerleyen yıllarda orası yavaş yavaş gelişmiş.
Böyle bir hobiye başlarken bir yerden esinlendiniz mi?
Ben de her Müslüman gibi namaz kılmayı seviyorum. Sonradan “Nasıl olsa ben camilere gidiyorum. Bunları liste haline getirip kaydedeyim” dedim. Herbir camiye gidişimin ayrı bir hatırası oluyor. Meselâ siz bir toplantı ya da bir akrabanızı ziyaret sebebiyle gittiğiniz yere ne zaman gittiğinizi unutuyorsunuz. Ancak gittiğiniz yerde namaz kıldığınız yerle ilgili tarihî not aldıysanız, unutmuyorsunuz. O zaman, “Ben filan arkadaşıma filan dostuma veya şu ilmî toplantıya şu tarihte gitmiştim” diyorsunuz. Bu da sizin için kalıcı oluyor. Güzel bir hatıra olarak beyninize kazınıyor. Hem değişik mekânlarda namaz kılma isteği, hem de kayıtların sayısını arttırma duygusu insana ayrı bir motivasyon sağlıyor.
İlk anda “Çocuklarıma hatıra bırakayım” diye bir cümle geçti mi aklınızdan?
İlk anda öyle bir şey aklıma gelmedi açıkçası. Ama şu anda öyle düşünüyorum. Bu, çocuklarım için güzel bir hatıra.
Gittiğiniz yerde camileri özellikle mi seçiyorsunuz? Kriterleriniz var mı?
Gittiğim yerde tarihî, merkezî ve eski bir cami varsa önceliği ona tanırım. Şehrin tarihî ve en eski camii olması, merkezî olması başlıca kriterlerim arasındadır. Eğer bunlardan birini bulamazsam ya da kriterlere uyan camiye gidemezsem, o zaman gittiğim camiyi notlarım arasına alırım. Eski yeni diye bir ayrım yapmam. Ama öncelikler var tabi.
Küçük bir mescid dahi olsa kaydederim. Tabi öncelik, tarihî olması, selâtin camii olmasındadır. Çünkü onların not almak için özellikleri ve geçmişi var. Meselâ Edirne’de önce Selimiye’ye, sonra Üç Şerefeli Camiye, sonra II. Bayezıt Camii'ne ve diğer camilere gittik.
Yakınlarınız ve etrafınızda bu hobinizi duyanlar nasıl tepkiler veriyor? “Başka işin gücün yok mu?” diyenler oldu mu hiç?
Övgü ve takdirlerini ifade ediyorlar. Olumlu tepki veriyorlar. "Yaptığın güzel bir şey" diyorlar. "Biz böyle bir şey yapamıyoruz. Sen turistler gibi, gittiğin binanın banisini, bina tarihini, o caminin özelliklerini kaydediyorsun. Biz bu kadar uğraşmıyoruz" diyorlar. Ayrıca sayının fazla olması da farklı takdirler getiriyor.
Kaydettiğiniz cami sayısı kaç oldu?
Kayıtlarımı iki bölümde yaptım. 1. Bölüm; öğrencilik yıllarıma ait olan camiler. 1979 ile 1984 yılları arasını kapsıyor. Onlar 401 adet. 2. bölüm; İstanbul’a görevli olarak geldiğimden sonra kaydettiğim camiler. Onlar da 271 adet. Toplamda ise 672 cami oldu. Bu arada not olarak alamadığım, pusula kâğıtlarında kalan camiler var. Onlar da 40 kadar. Yani toplamda 700 sayısını aşmış durumdayım.
Kaydetme usûlünüz nasıl?
Önce sıra numarası veriyorum. Caminin adı, bânisinin adı, binâ inşa tarihi (hicri ve milâdî), özelliklerini, camiye gittiğim tarihi, bulunduğu yeri (ilçe-semt-mahalle) ve namaz kıldığım vakti yazıyorum. Kıldığım namaz vaktiyle ilgili kısaltmalar kullanıyorum. Öğlen "ö", ikindi "i" şeklinde. Bir de ne tür namaz olduğu kaydını düşüyorum; farz, vacip, nafile gibi...
Sizi en çok hangi cami etkiledi? “İyi ki bu camiyi yazdım” dediğiniz oldu mu?
O kadar etki bırakmasına rağmen, ismini şu an hatırlayamadığım Lâleli’de gittiğim bir cami, bende önemli bir hatıra bırakmıştır. O camide farza yetişemedim, namazımı tek başıma kıldım. Namaz sonunda, müezzin kimse kalmadı diye camiyi kilitlemiş. Beni fark etmemiş. Namazımı bitirince, baktım mahsur kalmışım camide. Bilindiği üzere camilerde üst mahfel vardır. Oradan aşağıya doğru kendimi sarkıttım. Caminin dışına çıktım. Ayakkabılarımı da göremedim. Bu yüzden, takunyalarla dışarıya çıktım. Bakkaldan bir kalemle kâğıt aldım. 1982 yılında, o zaman anayasanın 24. maddesi tartışılıyordu. “Din ve vicdan hürriyeti olsun, olmasın” tartışmasıydı. O konuyla ilgili olarak Meclis’e hitaben bir yazı yazdım. “Burada kalmamda bir hikmet varmış” diye düşündüm. Eğer burada kalmasaydım, bu yazıya zaman ayırmayacaktım. Yazıyı yazıp Meclis’e gönderdim. İşte Lâleli’deki o caminin böyle bir hatırası vardır.
Diğer bir cami de; Üstad Hazretlerinin İktisat Risâlesi'nde bahsettiği, “Sanki yedimi kendine düstur edinen bir camiyi yiyebilirdi, yemedi” olarak bahsedilen, Sanki Yedim Camii'dir. O camide namaz kılmam da beni farklı etkilemiştir. Bir de Eyüp Sultan'ı burada zikretmek gerekiyor. Orada hicrî yılbaşı ile ilgili bir program vardı. O program vasıtasıyla orada namaz kılmıştım. Yani o caminin ve etrafının maneviyâtı, ruhâniyeti ister istemez insanı etkiliyor.
700 küsûr caminin fotoğrafını da çektiniz mi? Ya da çektiğiniz oldu mu?
Fotoğraf çekmedim. Çünkü, amatör bir çalışma olduğundan böyle bir şey düşünmedim. Ancak hatıra olsun diye bazı camilerde çektiğim fotoğraflar var. Çocuklarımın, ailemin fotoğrafları bunlar. Önceki sorunuza ek olarak, eğer tarihi yanlış hatırlamıyorsam, 1980 yılında Ayasofya’nın bitişiğinde Abdulmecid Mescidi (Topkapı Sarayına giderken solda) açıldı. O mescidde namaz kılmak bende büyük ve tarifi imkânsız bir sevinç meydana getirdi. Ayasofya’nın bir kısmı da olsa, burada namaz kılmak büyük bir nimet oldu.
Fotoğraflarını da çekseydiniz gerçekten güzel bir tarihî vesika olurdu... Amatörce başladığınız böyle bir çalışma, hayatınızı nasıl etkiledi? Meselâ insanların dikkatini camiye çekme açısından faydalı oldu, diyebilir misiniz?
Camilerin yerini ve özelliklerini bilmekte zorluk çekmiyorum. Meselâ bazı arkadaşlar “Filan semt nerede” diye sorduklarında, eğer siz o semtteki bir camiye gittiyseniz net bir şekilde gerekli tarifleri yapabiliyorsunuz. Kayıtlarım, İstanbul’u, gerek Avrupa gerekse Anadolu yakasını tanıma açısından da çok büyük bir fayda sağlıyor. Özellikle tarihî camileri gezmek, yakından tanımak ayrı bir zevk. Malûmdur ki, insanlar Japonya, Amerika gibi yerlerden gelip camilerimizi geziyorlar. Eğer biz içinde bulunduğumuz şehrin camilerini bilmez, gezmez isek, bu bizim için büyük bir eksiklik. Ben turistlere bakıyorum; sabah 8-8.30’dan itibaren Sultanahmet, Süleymaniye gibi camilerimizin etrafında sürekli gezip fotoğraf çekiyorlar. Hakkında bilgileri var. Önceden okumuşlar çünkü. Biz ise içinde yaşadığımız için fazla önemsemiyoruz.
İşin garip bir tarafı da, camilerimizi hor kullanıyoruz. Duvarlara yazılar yazıyor, ilânlar asıyor, çiviler çakıyoruz. Düşünmüyorlar; bunlar tarihî yapıya zarar verir, bozar diye. Görevliler de müdahalede bulunmuyorlar. Maalesef tarihî eserlerimizin kıymetini lâyıkıyla bilmiyoruz.
Türkiye’deki camilere özellikle tarihî olanlara sahip çıkma, koruma, değerini bilme anlamında çalışmalar var mı? Gözlemleriniz nedir bu konuda?
Geçmiş yıllara göre Vakıflar Genel Müdürlüğü tarihî eserleri restore etmede biraz daha gayretli gözüküyor. Bu, İstanbul’a da mahsus değil. Türkiye’nin dolaştığım başka şehirlerinde de çalışmalar yapılıyor. Ancak biraz geç oluyor. Bu da ibadet eden insanlara sıkıntı veriyor. Süleymaniye Camii’ne giderseniz, restorasyon sırasında, ibadet için çok küçük bir bölüm bırakılmış. Nuru Osmaniye Camii hakeza. Restorasyon çalışmalarının çok uzun bir zamana yayılması ibadet eden insanları rahatsız ediyor.
Özellikle tarihî camileri düşünerek söylerseniz, insanlarımızda bir tarih şuuru var mı? Yani bunu ecdadım şu şekilde, şunun için yaptırmıştır, sahip çıkmalıyım gibi...
Tam anlamıyla böyle bir hassasiyetin gösterildiğini söylemeyiz. Şu tarihî yapıya zarar veririz, bu bizim kültür mirasımız, diye bir şuur gelişmemiş. Sadece okuyan kesimde bir hassasiyet var. Ama bu tabana yayılmamış.
Bu hobinizin çocuklarınız tarafından devam ettirilmesini ister misiniz?
Devam ettirmelerini gönülden isterim. Ancak ısrar da etmem. Kendi istek ve iradeleriyle yaparlarsa bundan büyük bir zevk alır, memnuniyet duyarım. Fakat ısrar etmem.
Bu notlarınızı basılı hale getirmeyi düşündünüz mü?
Öyle bir şey düşünmedim. Eğer teklif gelecek olursa olabilir. Kitap hâline getirme şeklinde çalışmam da henüz yok. Sadece kayıtlar var. Böyle bir şey olacak olursa, biraz daha geliştirmek gerekir. Kısa notlar yerine, biraz daha geniş bilgilerin eklenmesi lâzım. Gerçekten bu da çok iyi olur.
Tarihte “Hakikatü’l-Cevami - Camiler Bahçesi” adlı, Hüseyin Bey tarafından yapılan bir kitap çalışması var. Günümüzde “İyi ki böyle bir çalışma yapılmış” diyoruz. Kayıp olmuş, yıkılmış camiler hakkında ancak bu eser sayesinde bilgi sahibi olabiliyoruz. Meselâ, Fatih Müftülüğü cami alanlarını tesbit ederken bu kitabın bilgilerinden yararlanıyor. Böyle bir çalışma olmamış olsaydı, belki de o eserler kaybolup gidecekti. Netice olarak, günümüzde bu tarz bir çalışma yapanı da duymadım.
Peki camilerin eski dönemlerdeki gibi okul olma özelliği ne durumda size göre?
Günümüzde camilerin esas fonksiyonlarını icra etmeye doğru bir gidişi var. Öğrenim yılı içerisinde devam eden 10 aylık kurslar mevcut. Yaz Kur’ân kursları zaten var. Buraya gelen öğrencilerin sayısı hemen her camide 1000’lere ulaşıyor. Ayrıca Diyanet’in başlatmış olduğu cami dersleri var. Camideki vaazlar dışında Kur’ân-ı Kerim, tefsir, hadis ve tecvid dersleri vs. yapılıyor. Bu dersleri almak isteyenlere yardımcı olunuyor. Son zamanlarda vaizelerin sayısı da arttı. Dolayısıyla bayanlara yönelik, camilerde ve konferans salonlarında irşad programları yapılıyor. Camilerin yalnız namaz kılma mekânı değil, halkın bilgilendiği, dinin güzel bir şekilde öğrenildiği yerler olması açısından güzel gelişmeler oluyor. Ayrıca benim oturduğum semtteki bir camide gençlerin spor yapabileceği mekânlar tahsis edilen camiler de var. Koşu bantları, masa tenisi gibi âletler mevcut. Burada kadınlar da düşünülmüş. Onlar da spor yapabiliyorlar. Kısacası faydalı adımlar atılıyor.
Notlarınıza göre hangi ilçelerde daha çok cami var ?
Üsküdar, Eminönü, Fatih, Eyüp ilçeleri cami sayısından zengin. Gerekirse rakamlarını verebilirim. Adalar, Şişli, Kadıköy, Beşiktaş, Levent taraflarında cami sayısı az. En son gittiğim cami Üsküdar Ünalan mahallesinde Merkez Camiiydi. Bazı insanlar "İstanbul’da cami sayısı çok, sadece Cuma ve Bayram namazlarına gidiliyor" diyorlar. Ancak ben şunu görüyorum: İstanbul’da cami sayısı kesinlikle fazla değil. Çünkü eğer Cuma günü tatile denk gelirse, bayram varsa camiler kesinlikle yetmiyor. Bilindiği üzere kaldırımlarda, yollarda namaz kılınıyor. Bu da bize cami sayısının fazla olmadığını ifade ediyor.
KİMDİR?
Hıdır Baybara, 1958 yılında Mardin’de doğdu. İlköğrenimini orada yaptı. 1972 yılında Mardin İmam Hatip Lisesi'ne başladı. 1979 yılında mezun oldu. Mezun olduktan yaklaşık iki ay sonra imamlık görevine başladı. Aynı yıl İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü sınavlarını kazandı. Mezun olacağı sene Yüksek İslâm Enstitüsü, İlahiyat Fakültesi oldu. Böylece İlahiyat Fakültesinin ilk mezunlarından olmuş oldu. 1983 yılında fakülteyi bitirdi. Aynı yıl Diyanet İşleri Başkanlığı’nda vaizlik ve müftülük imtihanlarına girip kazandı. 1984 yılında Mardin Mazıdağı ilçesine vaiz olarak atandı. Orada müftü olmadığı için vekâleten müftülük görevini yürüttü. 1986 yılında bu göreve asaleten atandı. 1988 yılında ihtisas yapmak üzere Haseki Eğitim Merkezine geldi. 1989 yılında yüksek lisans sınavını kazandı ve Kelâm Anabilim dalında tezini hazırladı. Tezini 1993 yılında bitirdi. 2000 yılında vaiz olarak İstanbul’da göreve başladı. Şile’de 2,5 yıl, Bayrampaşa Cezaevi'nde de 2 sene görev yaptı. 2005 yılından beridir de Güngören Merkez Vaizi olarak görev yapmaktadır. Hıdır Baybara evli ve 4 çocuk babasıdır.
Yeni Asya