Hatice Kübra Tongar'ın yazısı:
Anneyle bebek arasındaki en özel zamanlardan biri beslenme saatleridir. Allah’ın sadece anneye bahşettiği bu özel haslet, anne ile bebeği ten tene, can cana hayata hazırlar.
Genellikle anne sütünün çocukların fiziksel gelişimine kattıklarından bahsedilse de, emzirmenin çocuk ruhuna kattıkları da yadsınamaz derecede çoktur. Çocuk, hayata karşı güvensizliğini annesinin sinesinde eritir. Emerken hem karnını doyurur, hem de ruhunu… Bu yüzdendir ki Rabbimiz Bakara Suresi’nin 233. ayetinde “tam bir emzirme sürecinin” iki yıl olduğunu söylemiş, anneyle bebeği iki yıl boyunca beraber olmaya teşvik etmiştir.
Bununla birlikte emzirme sürecinin çocuğumuzun karakterine de etkileri bulunmaktadır. Öyle ki, tarihin tozlu sayfalarını ışıldatan önemli şahsiyetlerin hayatlarına baktığımızda, hamilelik dönemlerinin başından, emzirme sürecinin sonuna kadar çok hassas davrandıklarını görürüz. Hz. Meryem’in annesi Hanne’nin, çocuğunun iffetli olması adına gebelik sürecinde çektiği zikirler, Abdülkadir Geylani Hazretleri’nin hamilelik ve emzirme sürecine dair öğretileri bu süreçlerin önemini nazara vermektedir.
Çocuk emzirme adabı
İslamiyet, hayatın her alanına “adab” sınırları çizerek insanın insan gibi yaşamasını temin eder. Öyle ki gerek ayetlerle, gerek hadislerle, gerekse velilerin yaşantılarıyla çizilen bu sınırlar hayatı dört bir tarafından kusursuzca kuşatır.
Peki, tesadüfe tesadüf edilmeyen bu adab dairesinde, emzirmenin adabı nasıl anlatılır?
Geçmişten günümüze ışık tutan birçok önemli şahsiyetin hayatına baktığımızda, bizleri şaşırtan ortak bir noktaları olduğunu fark ederiz: Abdestsiz emzirilmemek! Hatta bir defaya mahsus olsa bile abdestsiz süt emmiş kardeşin, hiçbir zaman abdestsiz süt emmemiş kardeşe oranla manevi eksikliğine değinilen birçok kıssa aktarılır.
Birçok anne için gece-gündüz demeden sürüp giden emzirme maratonunun her anında abdestli olabilmek mümkün gibi gözükmeyebilir. Ancak “zahmette rahmet vardır” sözünden hareketle, böylesi bir zahmetin ne denli büyük rahmetlere kapı açacağı da yadsınamaz bir gerçektir. Abdestli olarak, dua ve zikirler eşliğinde emzirilen çocukların yetişkinlik yıllarında geldikleri mertebeler göz önüne alındığında, bu hassasiyetin ne derece önemli olduğu da fark edilmiş olacaktır.
“Böyle anne-babadan, böyle çocuk dünyaya gelir”
Küçük Said henüz 10 yaşındadır. Seyyid Nur Mehmet Efendi’nin medresesinde ilim öğrenmektedir. Said’in yaşıtlarından oldukça ileri halleri, yetenekleri ve dürüstlüğü hocası Şeyh Seyyid Nur Mehmet Efendi’nin ilgisini çeker. Böylesi mükemmel bir çocuk nasıl yetişir, hangi anne-babanın hangi öğretileri bir insanı böyle bir hale getirir, merak etmeye başlar. Merakı öyle bir dereceye ulaşır ki, sonunda dayanamaz ve Said’in ailesiyle tanışmak için yollara düşer. İstikamet küçük Said’in ailesinin yaşadığı Nurs köyüdür.
Şeyh Seyyid Nur Mehmet Efendi köye vardığında küçük Said’in babasını evde bulamaz. Said’in babası Mirza Efendi tarlalarına gitmiştir. Hoca, Mirza Efendi’nin tarladan gelmesini beklemeye başlar. Bir yandan da içten içe Said gibi özel bir çocuğun nasıl bir babası var merak etmektedir. Aradan zaman geçer. Mirza Efendi iki öküz ve iki inekle çıkagelir.
Yalnız bu işte bir tuhaflık vardır. Çünkü hayvanların ağzı bağlıdır. Bu duruma hayret eden hoca, Mirza Efendi’ye nedenini sorar. Sofi Mirza Efendi “Bizim tarlalarımız bir hayli uzakta. Hayvanların ağızlarını bağlamasam yolda başkalarının tarlalarındaki ekinleri yiyebilirler. Hem komşumu rahatsız etmiş, hem de haram yiyen öküzle tarlamı sürmüş, haram yiyen ineğin sütünü içmiş oluruz. Bunun için hayvanların ağzını bağlı tutuyorum” der.
Mirza Efendi’nin haram ve helal noktasındaki hassasiyetini gören Şeyh Seyyid Nur Mehmet Efendi, bu kez anne Nuriye Hanım’ın hassasiyetlerini merak eder. Merakla, “Said’i büyütürken siz nelere dikkat ettiniz?” diye sorar. Nuriye Hanım “Said’e anne olacağımı anladığımdan itibaren abdestsiz yere basmadım. Dünyaya geldikten sonra da ona abdestsiz süt vermedim” diye yanıt verir. Hayretler içinde kalan Seyyid Nur Mehmet Efendi “Elbette böyle anne-babadan böyle çocuk dünyaya gelir” diyerek köyden ayrılır.
“Sen de Bizans’ı sallayasın”
Takvimler 1432’yi gösterdiğinde Edirne sarayında gözleri çakmak çakmak bir şehzade doğar. Başında babası II. Murat Han ve manevi izini sürüdüğü Hacı Bayram-ı Veli nöbettedir. Baba Sultan Murat Han, Hacı Bayram-ı Veli’den fetih için duada bulunmasını ister.
Hacı Bayram-ı Veli duada bulunduktan sonra, “Sultanım, İstanbul’un fethini siz de ben de göremeyeceğiz ama bu beşikteki şehzade, bir de Akşemsettin görecek” der.
Bu manevî müjde Sultan Murat Han’ı ziyadesiyle memnun eder. Fakat bu müjdeyi işiten bir çift kulak daha vardır. Şehzade Mehmet’in annesi Hüma Hatun…
Hüma Hatun, daha ilk günden geleceğin Fatih’ini yetiştirdiğinin idrakindedir. Evladına vereceği eğitimin onun ilerideki adımlarını şekillendireceğinin bilincindedir. Bu yüzden her defasında, Mehmet Sultan’ı emzirmeye başlarken Yasin Suresi’ni okur, beşiğini tekbir ve kelime-i tevhitlerle sallar. Bugünün küçük şehzadesi, yarının Fatih’i için “Ben senin beşiğini abdestle, Yasinle, kelime-i tevhitle sallıyorum. Sen de Bizans’ı sallayasın” diye duada bulunur.
Moral Dünyası