اَللّٰهُمَّ اَجِرْنَا مِنْ شَرِّ النِّسَٓاءِ ❁
اَللّٰهُمَّ اَجِرْنَا مِنْ بَلَٓاءِ النِّسَٓاءِ ❁
اَللّٰهُمَّ اَجِرْنَا مِنْ فِتْنَةِ النِّسَٓاءِ ❁
Bu ifadelere mânâ olarak; "Allah'ım! Şerli kadının şerrinden, belalı kadının belasından, fitneci kadının fitnesinden sana sığınırım." denmesi muvâfıktır. Nitekim kadının şerrinden, belasından, fitnesinden Allah'a istiâze etmek/sığınmak tüm kadınları şerli, belalı ve fitneci yapmaz.
Tesbihattaki istiâze/sığınma duaları üzerine bir tahlil yazımızda öncelikle iki kesimin yanlış bakış açılarının tashihine vesile olmasını temenni ederiz. Birinci kesim; Tesbihatta geçen mezkûr ifadeleri "şerri'r-rical, belai'r-rical, fitneti'r-rical" şeklinde okuyan bazı hanımların olmasıdır. Orada geçen kadın ifadesi yerine erkek ifadesi koyarak okumaları durumudur. Halbuki kadının şerri, belası ve fitnesi sadece erkeğe değildir. Kadının kadına da şerri dokunur, belası ulaşır ve fitnesi temas eder. Bu sebeple kadınların da tesbihatta geçen bu yeri bu şekilde okuması gayet mâkûldür. Nitekim kadınların kadınlara kötülüklerinin en büyük örneği, kadınlar arasında yaşanan hâdiselerdir. Bunlar gözden ırak/uzak tutulmamalıdır. Bu kimselerin hâlis ve sâfî bir niyet ile böyle yaptığına inanıyoruz. Yoksa Müslüman dindar hanımların feminazi iğfalatına/kandırma ve aldatmalarına alet olmayacağını temenni ederiz.
İkinci kesim ise; Kadınların tamamının şerli, belalı, fitne olduğu mânâsını tazammun eden/içine alan bir tutumda olanlardır. Kadınlar hakkında vârid olan mevzû ile alâkalı bahislerden yola çıkarak değerlendirmede bulunmaktadırlar. Halbuki kaçırdıkları nokta şudur ki; Kadınlar dalâlette sefahet/günah olan zevk ve eğlencelere düşkünlük ile o hâlde olurlar. Yoksa mütesettir/tesettürlü, müstakîmane gayret eden, mü'min, Müslüman ve haramlardan sakınan hanımlar "şer, bela, fitne" olarak nitelendirilmemiştir. Böyle olmayanlar da bu şekilde nitelendirilmemiştir aslında. Zaten bu ifadeleri daha da izah edeceğiz ki aslında meselenin öyle olmadığı anlaşılacaktır inşâallah.
Öncelikle fitne ifadesinin diğer mânâsının "imtihan" olduğu da unutulmamalıdır ki, âyette şöyle geçmektedir;
وَاعْلَمُٓوا اَنَّمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۙ
Mânâsı: "Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) ancak birer fitnedir/imtihandır." (Enfâl, 8/28) Görüldüğü üzere âyette de "fitne" kelimesi "imtihan" ile aynı minvalde kullanılmıştır ki, lügatlerimizde de 'sınamak' (Âsım Efendi, Kamûs Tecümesi) mânâsı verilmiştir. Bir başka âyette de meâlen şöyle geçmektedir; "Kadınlar, oğullar, yığılmış yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, sağmal hayvanlar ve ekinler (kabîlin)den nefsin arzu duyduğu şeylerin sevgisi insanlara süslendi (güzel gösterildi). Bunlar dünya hayâtının (geçici) menfaatidir." (Âl-i İmrân, 3/14) Bir hadîs-i sahîhte de şöyle geçmektedir; "Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı bir fitne sebebi bırakmadım." (Buhârî, Nikâh, 17; Müslîm, Zikir, 97-98) Zaten âyette de fitne kelimesinin geçtiğini ve imtihan olduğunu ifade etmiştik. Bir insan için çoluk çocuğu, hanımı imtihan değil midir? Elbetteki imtihandır.
Bu hadîs-i şerîfi anlamamızda Teğâbun Sûresi'nde geçen şu âyet meâli yardımcı olacaktır; "Ey îmân edenler! Şüphesiz ki eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olan vardır. O hâlde onlardan sakının! Eğer affeder, kusurlarına bakmaz ve bağışlarsanız, artık şübhesiz ki Allah, Gafûr (çok bağışlayan)dır, Rahîm (çok merhamet eden)dir." (Teğâbun, 64/14) İbn-i Abbâs'a (ra) bu âyet hakkında suâl edildiğinde, şöyle demiştir: “Bunlar Mekke ahâlîsinden bazı kimselerdi ki, Müslüman olup Resûl-i Ekrem'im (asm) yanına gelmek istemişlerdi. Fakat zevceleri ve evlâdları kendilerini terk etmelerini arzu etmeyip hicretlerine mâni‘ olmuşlardı. Bu kimseler bilâhire hicret edip Resûlullah'ın (asm) yanına vardıklarında, daha evvel hicret edenlerin kendilerine nazaran dînî ma‘lûmatlarının çok inkişâf ettiğini görmüşler, hicretlerine mâni‘ olan zevce ve evlâdlarını cezâlandırmak istemişlerdi. Bunun üzerine bu âyet nâzil olmuştur.” (İbn-i Kesîr, c. 3, s. 510)
Teğâbun Sûresi'nde geçen bu 14. Âyetten sonra 15. Âyette de Enfâl Sûresi 28. Âyetteki ile aynı ifadeler geçmektedir. Yani malların ve çocukların fitne/imtihan olduğu hususu. Meâllerde bu fitne ifadesine şu mânâlar da verilmiştir; bir deneme, imtihan aracı, bir sınav, bir sınama, imtihan vesilesi. Yine bir başka sahîh hadîste şöyle buyrulmuştur; "Dünya tatlı, göz kamaştırıcı ve çekicidir. Allah onu sizin kullanmanıza verecek ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyaya aldanmaktan sakının. Kadınlara kapılmaktan korunun. Çünkü İsrailoğullarında ilk fitne kadınlar yüzünden çıkmıştır." (Müslîm, Zikir, 99; Tirmizî, Fiten, 26; İbn Mâce, Fiten, 19) İnsan dünyaya kapıldı mı, artık nereye kadar gideceğini kestirmek mümkün değildir. Bu nimetlerin elden çıkması da onları gerektiği gibi kullanamamakla alâkalıdır. Zira Fahr-i Âlem (asm) Efendimiz, "Allah onu sizin kullanmanıza verecek ve nasıl davranacağınıza bakacaktır" buyurmuş, bunların imtihan vesilesi olduklarını duyurmuştur.
Hz. Peygamber (asm) ikinci olarak kadınlara karşı da dikkatli davranmayı ve “takvâ”ya yönelik olan tehlikede “kadın”ın önemli bir yeri olduğunu hatırlatmakta, hatta İsrailoğullarındaki ilk fitnenin kadınlar sebebiyle ortaya çıktığını da örnek göstermekle konuya ait hassâsiyeti iyice vurgulamaktadır. (Sözü edilen fitne hakkında bilgi için bk. Ali el-Kârî, Mirkât IV/267-269) Meşhur olan şu hadîs de meselemize bakmaktadır; "Dikkat edin! Bir erkek yabancı bir kadınla baş başa kaldığında, muhakkak üçüncüsü şeytandır." (Tirmizî, Rada, 16) Burada da imtihan mânâsı daha iyi anlaşılıyor, hem kadın için hem de erkek için bir imtihan vardır. Daha geniş perspektiften baktığımız zaman; kadın da erkek de hem kadınlara hem de erkeklere imtihandır. Eğer bu imtihanda hataya düşülür ise fitne ortaya çıkmış olur. Son verdiğimiz mezkûr hadîs-i şerîfi şerh ve izah mahiyetinde Üstâd Bediüzzaman'ın şu şekilde bir ifadesi vardır; "Bir kadınla bir erkek ikisi yalnız konuşmasın, konuşulduğu zaman, ya kadın iki kişi olmalı veya erkek iki kişi olmalı, şer'an câiz değil." (Nakleden: Bayram Yüksel, Son Şahitler - 3, s. 46)
İslâm dini her şeyde tedbiri ve önlemi baştan alarak meselelere açıklık getirmektedir. Hem fitneye, söylentiye sebep olunmaz bu şekilde hem de şeriat mizanlarına muvâfık olur. Sedd-i zerâi, yani şer'an sakıncalı sonuçlara götürmesi kesin veya kuvvetle muhtemel olduğunda mubah fiillerden uzak kalınması düstûru da istimal edilmiş/kullanılmış oluyor.
Kadınların hepsi fitneci değildir, tıpkı hepsinin mübarek kimseler olmadığı gibi. Nitekim insanlar fert fert imtihanlara tâbi tutulurlar; bu kadın için de geçerlidir, erkek için de. Her iki cins de birer "fitne" yani "imtihan vesilesi" olabilir. Bir kadın bir erkek için nasıl imtihan olabiliyorsa, bir erkek de bir kadın için aynı derecede imtihan olabilir. Bu yüzden ne toptan suçlama yapılabilir ne de toptan tebriye (temize çıkarma) cihetine gidilebilir. İmtihan, kişisel ve özel durumlara göre tecellî eder. Üstünlük ne kadın olmaktadır ne de erkek olmakta. Âyette meâlen ifade edildiği gibi; "Doğrusu Allah katında sizin en üstün olanınız, en takvâlı olanınızdır." (Hucûrât, 49/13) Bu sebeple âyet ve hadîslerde geçen ifadelerin inceliklerini bilmeden, künhüne vâkıf olmadan yanlış değerlendirmelerde bulunmamalıyız. Hususan son zamanlarda artan feminazi desiseleri ile "Benim iman ettiğim peygamberim bunu demez" demek gibi itikaden de sıkıntılara sebebiyet verecek itirazlardan kaçınmak gerekir. Kendi kafamızda feminazilerin ve modernistlerin oluşturduğu şablonlardan, tabulardan kurtulmamız gerekir.
Üstâd Bediüzzaman, hanımlar taifesi için "mübarekler" ifadesini kullanıp "Bu mübarekleri ifsad eden komiteler kahrolsunlar!.. Allah bu hemşirelerimi de bu serserilerin şerlerinden muhafaza eylesin, âmîn." (Lem'alar, s. 203) demektedir. Demek ki bir cinsiyet olarak kadınlara karşı bir tavır mevzûbahis değildir. Burada da görüldüğü üzere yaptığı fiiller ve zararlar bakımından mesele ele alınmıştır. Hemşirelerim yani kız kardeşlerim diye onlara "mübarekler" diyen Bediüzzaman, "Allah bu serserilerin şerlerinden muhafaza eylesin" diye onlara dua etmektedir. Burada da "serserilerin şerlerinden" bahsedilmektedir. Serseri yani başıboş erkeklerin şerrini de nazara vermektedir.
Aynı durumun kadınlar hakkında geçen şekline bakalım; "Şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi; yarım çıplak hanımlardır ki, açık bacağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar. Nikâh yolunu kapamaya, fuhuşhane yolunu genişlettirmeye çalışarak; çokların nefislerini birden esir edip, kalb ve ruhlarını kebâir ile yaralıyorlar. Belki o kalplerden bir kısmını öldürüyorlar. Birkaç sene namahrem hevesatına göstermenin tam cezası olarak; o bıçaklı bacaklar Cehennem'in odunları olup, en evvel o bacaklar yanacaklarını ve dünyada emniyet ve sadakatı kaybettiği için, hilkaten çok istediği ve fıtraten çok muhtaç olduğu münasib kocayı daha bulamaz. Bulsa da başına bela bulur. Hattâ bu hâlin neticesi olarak o âhirzamanda, bazı yerlerde nikâha rağbetsizlik ve riayetsizlik yüzünden, kırk kadına bir erkek nezaret edecek derecede ehemmiyetsiz, sahilsiz, kıymetsiz bir sûrete gireceği, hadîsin rivayetinden anlaşılıyor." (Gençlik Rehberi, s. 24)
Şimdi burayı sırayla ele alalım. "Şeytan kumandasına verilen fırkalardan en dehşetlisi; yarım çıplak hanımlardır ki, açık bacağıyla dehşetli bıçaklarla ehl-i imana taarruz edip saldırıyorlar." diye başlıyor. Devamında da ehl-i imana nasıl taarruz edip saldırdıklarını da ele almaktadır. Bu yaptıkları ile; "Nikâh yolunu kapamaya, fuhuşhane yolunu genişlettirmeye çalışarak; çokların nefislerini birden esir edip, kalb ve ruhlarını kebâir ile yaralıyorlar. Belki o kalplerden bir kısmını öldürüyorlar." Şimdi bu şekilde iman edenlere zarar verip saldırıp hücum edip günahları yayanların "şerrinden" Allah'a sığınıp "belasından" sakınıp "gitmesinden" uzak kalmaya çalışmak ve bunu da dua şeklinde söylemek tam muvafık değil midir? Hem hikmetli hem de hakikatlidir ki, bu durumu aklı başında olan herkes tasdik eder. Son kısımda "Hattâ bu hâlin neticesi olarak o âhirzamanda, bazı yerlerde nikâha rağbetsizlik ve riayetsizlik yüzünden, kırk kadına bir erkek nezaret edecek derecede ehemmiyetsiz, sahilsiz, kıymetsiz bir sûrete gireceği, hadîsin rivayetinden anlaşılıyor." denilmektedir.
Beşinci Şua eserinde de «Rivayette var ki, “Âhirzamanda bir erkek kırk kadına nezaret eder.”» (Buhârî, Nikâh, 110. Ayrıca, bir erkeğin elli kadına nezâret edeceğine dair hadîs için bk. Buhârî, İlim: 21, Eşribe: 1; Müslîm, İlim: 9; Tirmizî, Fiten: 34; İbn Mâce, Fiten: 25; Müsned, 3:98, 176, 202, 213-214, 273, 289) denilerek iki tane te'vili yapılmıştır. "Allahu a'lem bissavab, bunun iki tevili var: Birisi: O zamanda meşru nikâh azalır veya Rusya'daki gibi kalkar. Bir tek kadına bağlanmaktan kaçıp başıboş kalan, kırk bedbaht kadınlara çoban olur.
İkinci te'vili: O fitne zamanında, harplerde erkeklerin çoğu telef olmasından, hem bir hikmete binaen ekser tevellüdat kızlar bulunmasından kinayedir. Belki hürriyet-i nisvan ve tam serbestiyetleri kadınlık şehvetini şiddetle ateşlendirdiğinden fıtratça erkeğine galebe eder; veledi kendi sûretine çekmeye sebebiyet verdiğinden, emr-i İlahiyle kızlar pek çok olur." (Şualar, s. 586) Nasıl ki erkekler hakkında verdiğimiz misalde "serserilerin şerlerinden" bahsediliyordu. Serseri, yani başıboş. Burada da "Bir tek kadına bağlanmaktan kaçıp başıboş kalan, kırk bedbaht kadınlara çoban olur." denilmektedir. Geniş ve derin bir mevzû olan "hürriyet-i nisvan ve tam serbestiyetleri" hususu ise feminazi gibi acı meyveler vermiştir. Kadınları meta' hükmüne getirip kıymetini tenzil etmeye/düşürmeye çalışmışlardır. Şimdi o "ifsad komiteleri"ne tâbi olup "şeytan kumandası"ndaki kadınlar hakkındaki istiâzeler/sığınmalar daha iyi anlaşılmış oldu.
Açık saçıklık, teşhircilik, hayasızlık gibi hususlar her dönemde olduğu gibi bu asırda da büyük fitnelerin kapısını aralamakta ve toplumların ahlâkını tehdit etmektedir. Bu mesele yalnızca kadınlara mahsus bir durum da değildir. Lâkin kadın cinsinin "güzellik" noktasındaki cezbedici özelliği, daha çok onların üzerinden bu fitnenin yürütülmesine sebep olmuştur. Bu mesele Nurlar'da şu şekilde ifade edilmiştir; "O fitneler nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikâb ederler. Meselâ; Rusya'da hamamlarda kadın-erkek beraber çıplak girerler ve kadın kendi güzelliklerini göstermeye fıtraten çok meyyal olmasından seve seve o fitneye atılır, baştan çıkar ve fıtraten cemalperest erkekler dahi, nefsine mağlup olup o ateşe sarhoşane bir sürûr ile düşer, yanar." (Şualar, s. 584)
Görüldüğü üzere burada kadınlar için "kendi güzelliklerini göstermeye fıtraten çok meyyal olmasından seve seve o fitneye atılır, baştan çıkar" denilirken, erkekler için de "nefsine mağlup olup o ateşe sarhoşane bir sürûr ile düşer, yanar" denilmektedir. En başta bu istiâzelere/sığınmalara "kadınlar" cânibinden/tarafında bakıp itiraz edenler insaf ile bu cihette/yönde bakınca bir mesele kalmayacağı kanaatindeyiz. Kur’ân ve Sünnet’te uyarılar kadınlar üzerinden örneklendirilmiştir. Fakat bu örneklendirme, kadının şahsını değil, fitneye açık olan hâlleri kastetmektedir. O fitneye açık hâlleri de yukarıda izah edilmiştir. Meselâ, bir kadının avretini teşhir etmesi fitnedir. Ama aynı şekilde bir erkeğin de kasıtlı olarak kadınların ilgisini çekecek tarzda davranması da fitnedir. Bu yüzden asıl olan, "kişinin takvası, iffet ve hayâsıdır". Mü'min bir kadının edebiyle, hayâsıyla, tesettürüyle, ahlâkıyla toplumda bir "rahmet vesilesi" olması mümkündür ve misâlleri sonsuzdur. Aynı şekilde, iffetsizlik ve edepsizlik ile bir kadının "şer" vesilesi olması da mümkündür.
Demek ki yapılan fiillere göre "şer" de olunur, "hayır" da olunur. Hatta Üstâd Bediüzzaman'ın talebelerinden Re'fet Barutçu'nun kızı olduğu zaman Bediüzzaman'ın yazdığı mektuptaki şu ifadeler dikkat çekicidir; "Âsım Bey gibi senin de bir kız evlâdı dünyaya gelmesi, meşrebimizde en mühim esas şefkat olduğu cihetiyle ve şefkat kahramanları kızlar olduğundan ve en sevimli mahluk bulunduğundan, daha ziyade tebrike şâyansınız. Zannederim, bu zamanda erkek çocukların tehlikesi daha çok. Cenâb-ı Hak onu sizlere medar-ı teselli ve ünsiyet ve evinize küçük bir melâike hükmüne getirsin." (Barla Lâhikası, s. 345) Görüldüğü üzere kız çocuğu olması sebebiyle "şefkat kahramanları kızlar olduğundan ve en sevimli mahluk bulunduğundan, daha ziyade tebrike şâyansınız" diyerek belirten Bediüzzaman, "bu zamanda erkek çocukların tehlikesi daha çok" olduğunu ifade eder. Mânâ-yı muhalifi ile kız çocuklarının İslâmî terbiye ve edep ile müzeyyen olduğu zaman erkek çocuklar kadar tehlikeye maruz olmadığı anlaşılabilir.
Devam eden mektuplarda da şöyle geçer; «...rivayet ediliyor ki: Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş ki: "Oğlan çocuğunu seviniz." Demişler: "Kızları ne için istisna ettin?" Ferman etmiş ki: "Kızlar kendi kendini sevdirirler, onlar fıtraten sevimlidirler." Evet kız, şefkat ve cemalin mazharı olduğundan, erkek çocuğundan daha ziyade sevilir. Bahusus bu zamanda ebeveyn hakkında kızlar daha mübarektir. Çünkü tehlike-i diniyeye çok maruz olmuyorlar.» (Barla Lâhikası, s. 346; Bahsi geçen rivayetin kaynağı için bkz. Süyûtî, el-Hâvî li’l-Fetâvâ, 2:308; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:54) Bu mektuptaki ifadeler de önceki ifadeleri destekler niteliktedir. Aynı zamanda "...bu zamanda ebeveyn hakkında kızlar daha mübarektir. Çünkü tehlike-i diniyeye çok maruz olmuyorlar." ifadesi gâyet mühimdir. "ebeveyn hakkında kızlar daha mübarektir" meselesi hakkında akla şu iki hadîs geliyor; "Her kim iki kız çocuğunu yetişkinlik çağına gelinceye kadar büyütüp terbiye ederse, kıyamet günü o kimseyle ben şöyle yanyana bulunacağız” buyurdu ve parmaklarını bitiştirdi. (Müslîm, Birr, 149) ve “Her kim üç kız çocuğunu himâye edip büyütür, güzelce terbiye eder, evlendirir ve onlara lütûf ve iyiliklerini devam ettirirse, o kimse cennetliktir” (Ebû Dâvûd, Edeb, 121; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 97) Bu iki hadîs-i şerîf, ebeveyn hakkında mübarek olduğunun birer numûnesidir. Ebeveyn hakkında mübarek olmasının diğer bir sebebi de devamındaki cümlede şöyle izah edilir; "Çünkü tehlike-i diniyeye çok maruz olmuyorlar." Din bakımından tehlikelere maruz olmamaları sebebiyle de kız çocuğu mübarektir. Bu mübarekiyet de, İslâm terbiyesi ile olur.
Tuzak meselesi hakkında âyette meâlen Züleyha'nın kocasının Yûsuf'un gömleğinin arkadan yırtıldığını görünce şöyle dediği geçer; "Şüphesiz bu, siz kadınların tuzağıdır. Şüphesiz sizin tuzağınız çok büyüktür." (Yûsuf, 12/28) Bunu misal verme sebebimiz tesbihatta en başta verdiğimiz 3 tane istiâzeden sonra. Üstâd Bediüzzaman'ın "Allahümme ecirna min hud'ati'n-nisa", yani "Tuzak kuran kadının tuzağından Allah'a sığınırım" demesidir. Bunu duyan ve nakleden Zübeyir Gündüzalp Ağabey de tesbihatlarda bunu kendisi söylemiş, devam etmiştir.
Bu kısmı Üstâd Bediüzzaman'ın tesbihata yazdırmamasını ise Zübeyir Gündüzalp Ağabey, şu şekilde ifade etmiştir; "Tesbihata yazdırmamasının hikmeti tâife-i nisanın fazla müteessir olmaması içindi." Bunu da Zübeyir Gündüzalp Ağabey'den bizzat Ahmet Emin Dernekli Ağabey duymuştur, kendilerinin de tesbihatta bu yeri okuduklarını ifade ettiler. (Kendisiyle yapılan telefon görüşmesinde bu bilgi alınmıştır.) Bu meseleyi sorduğumuz Isparta'dan Ahmed Sergin Ağabey de şöyle dedi; "Bayram Yüksel Ağabey, hud'ati'n-nisa kısmını söylerdi. Üstâd'ın yanında onu duydu, yoksa söylemezdi. Biz de bunu duyduğumuz için tesbihat da bunu söylüyoruz. Ama abilerin hazırladığı tesbihatta bu konulmamış." Bu şekilde hem Zübeyir Gündüzalp Ağabey kanalı ile hem de Bayram Yüksel Ağabey kanalı ile iki nakli de tespit etmiş, "Allahümme ecirna min hud'ati'n-nisa" kısmının Üstâd Bediüzzaman tarafından hususî olarak söylenildiğinin tahkikini yapmış olduk.
Dolayısıyla; tesbihatta geçen "Allah’ım! Şerli kadının şerrinden, belalı kadının belâsından, fitneci kadının fitnesinden sana sığınırım." duası, bir hakaret yahut umûmî bir suçlama değil; bir istiâze, yani belirli durumlarda karşılaşılabilecek ahlâkî ve nefsânî durumlara karşı bir sığınma ifadesidir. Nasıl ki "Allah’ım! Malın fitnesinden sana sığınırım" demekle tüm mallar kötülenmiyorsa; burada da tüm kadınlar kastedilmemektedir. Nitekim Peygamber Efendimiz (asm) Hazret-i Hatice’yi övmüştür. Hz. Hatice validemizin fedakârlığına Cebrâil aleyhisselâm bile hayrandı. Cebrâil (as) bir gün Resûl-i Ekrem (asm) Efendimizle sohbet ediyordu. Hz. Hatice’nin elinde bir kapla gelmekte olduğunu haber verdi. Sonra da şunları söyledi: “Hatice yanına geldiği zaman, ona Rabbinden ve benden selâm söyle! Ona cennette inciden yapılmış bir saray verileceğini müjdele!” (Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr, 20)
Kadınlara ehemmiyette en zirve din olan İslâm dininin tam aksi ile göstermek isteyenlerin tuzaklarını Rabbimiz bozsun. Yine Resûlullah (asm) Efendimiz, “Cennetlik olan kadınların en faziletlisi şu dört kişidir: İmran’ın kızı Meryem, Huveylid’in kızı Hatice, Muhammed (asm)’in kızı Fatıma, Muzahim’in kızı (Firavun’un hanımı) Asiye.” (İbn Hanbel, 5/113 Hadîs no:2957; Nesâî, Hadîs no: 8299) diyerek Hz. Hatice ve Hz. Fâtıma vâlidelerimizi "cennetlik olan kadınların en faziletli"lerinden saymıştır. Meselâ Fahr-i Âlem (asm) olan iki cihan güneşi Efendimiz'in dünyaya teşriflerine vesile olan Âmine vâlidemiz, o mübarek hanımlardandır. Hz. İsa'nın (as) annesi Hz. Meryem vâlidemiz, Hz. Asiye ve daha nicesi. Bu kimseler hakkında insanlara her cihette zarar verenler için dediklerimizi elbette diyemeyiz. Bu misaller bize gösteriyor ki; kadın cinsiyet olarak değil, imtihana vesile olan yönleriyle istiâzede/sığınmada ele alınmıştır.
Netice olarak bu istiâze/sığınma, şerre vesile olabilecek kadınlardan Allah’a sığınmaktır; tüm kadınlardan değildir. Hatta bu duanın benzerleri erkekle için de yapılabilir: “Allah’ım! Şerli insanların şerrinden, münâfıkların belâsından, zâlimlerin fitnesinden, hâinlerin tuzaklarından sana sığınırım.” Burada da "insan", "münâfık", "zâlim", "hâin" gibi genellemeler, her ferdi değil bu sıfatlara sahip olanları kapsar. Dolayısıyla bu duayı okuyup anlamlandırırken hem Kur’ânî hem Nebevî ölçüleri hem de dil, mantık ve usûl kurallarını gözetmek icap eder. Cenâb-ı Hak erkekleri de hanımları da tüm şerîrlerin şerrinden, belalıların belasından, fitnecilerin fitnesinden, tuzak kuranların tuzaklarından muhafaza eylesin. Bizlere müstakîm bir müvazene, selîm bir akıl ve munsif/insaflı bir bakış açısı nasip etsin. Âmîn.