“Güzel insanların güzel atlara binip gitmesiyle” Anadolu insanını irşad edecek, ona rehberlik yapacak, iyiyi, güzeli ve doğruyu anlatacak manevi dinamiklerin görülmez ve bilinmez olduğu; üstüne üstlük, İslam’ın son karakolu Anadolu’da fenalıktan sıkılmayan, işlediği kötülük ve günahlarla iftihar eden, zulmü ile telezzüz eden, en rezil günahları sıkılmayarak aşikâr bir surette işlemeyi ma’rifet sayan, semamızda yankılanan ezanları susturan bir zihniyetin egemen olduğu ve Akif’in ifadesiyle “Gecelerin çok karardığı” bir zamanda susmayan, susturalamayan; idam tehditleri, hapisler, sürgünler ve zehirlemelere maruz kaldığı halde yılmayan, yıldırılamayan “Din-i Mübin-i İslam’ın yüksek Hadimi” ve “felaket-helaket asrının adamı” olarak Bediüzzaman Said Nursi hazretleri yaşadığı çağın ve toplumun genetik kodlarını isabetle çözmüş ve çağdaş sosyal yaşamın ve medeniyetin hayatiyetinin “Cemaat” olgusuna dayandığını ifade etmiştir.
Ona göre, “cemaat” olgusu; sosyal hayatın bir temel taşıdır. İnsan fıtratının zorunlu bir ihtiyacıdır. Aile hayatından millet, İslâmiyet ve insaniyet hayatına kadar en lüzumlu ve kuvvetli bir sosyal bağ ve her insanın yaşamında sürekli karşılaştığı ve tek başına karşı koyamadığı maddî ve manevî belaların hücumuna karşı bir dayanak noktası ve teselli vesilesidir.
Bediüzzaman’a göre; geçmiş asırlarda “cemaat” ve “şahs-ı manevî” olguları inkişaf etmediğinden ve “fikr-i infiradî” galip olduğundan, sosyal hayat, günümüzdeki gibi gelişmemiş idi ve şahsi dehaların sosyal hayat üzerinde gözle görünür etkinliği bulunmaktaydı.
Ona göre çağımız, cemaat zamanıdır, şahıs zamanı değildir. Ehemmiyet ve kıymet şahs-ı manevîye göredir. Şahıs ne kadar dahi olursa olsun, herhangi bir cemaatin ferdi ve temsilcisi olmazsa karşısındaki muhalif cemaat tarafından mağlubiyete uğratılacaktır.
Ona göre çağımız, şahsî dehaların ve hareketlerin, “örgütlü toplumsal hareketler” karşısında mağlubiyete mahkûm oldukları bir çağdır. Kendi ifadesiyle; “… ferd, dahi de olsa, cemaatin ferd-i manevîsine karşı sivrisinek kadar kalır.”
Ona göre; dalalet ve haksızlık mesleğini irtikâp edenler hak ve hakikat mesleğindekilere hücum ederken, mütesanit ve cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı manevînin dehasıyla hücum etmektedirler. Bu dehaya karşı hak mesleğinin öne süreceği en kuvvetli ve ferdî olan mukavemet ise mağlup düşmeye mahkûmdur.
İslam toplumlarındaki nifak ve dalalet komiteleri, ittifaklarının kendilerine sağladığı kuvvetle, toplumun ancak yüzde 10’luk bir kısmını teşkil ettikleri halde geri kalan yüzde 90’ı mağlup etmekte, toplum vicdanını yaralamakta ve toplumu dehşetli hegemonyaları altına alabilmektedirler. Hal-i alem buna bir şahid-i sadıktır.
Dalalet ve nifak komitelerinin cemaat suretindeki hücumlarına karşı, ittifak kuvvetine dayanmak ve onların karşısına mütesanit bir şahs-ı manevî çıkararak mücadele etmek gerekir. Şahsiyet ve enaniyet hislerinin hegemonyasından sıyrılıp “cemaatten çıkan bir şahs-ı manevi”nin gücüne ve kuvvetine istinat edilerek dalalet ve nifak komitelerinin şiddetli hücumuna karşı dayanılabilir.
İslam’a hizmet misyonunu yüklenmiş; evvela kendilerinin sonra İslam toplumunun imanını kurtarma idealine gönül vermiş; sosyal hayatın anarşi, karmaşa ve kaostan korunması ve kurtulması için azami gayret gösteren; aynı ideale gönül vermiş her teşekkülle ittifak ve ittihat yolları arayan; sosyal meselelere Kur’an’dan reçeteler sunmayı vazife addeden her “cemaat”i saygı ile selamlıyorum.
Okuyucuların yüksek müsaadesiyle; “Risale-i Nur Hizmeti Nedir, Ne Değildir?” sorusuna cevap aramak istiyorum:
1. Evvela, Risale-i Nur Hizmeti; kitap ve hakikat eksenli bir İman hizmetidir; şahsiyet ve merciiyeti esas alan bir hareket değildir.
2. Risale-i Nur Hizmeti; şahsi ve sosyal hayatta takva, azimet ve ubuiyette ciddiyeti esas alan bir aksiyon hareketedir; hangi saikle olursa olsun, ubudiyetin terkine veya gizlenmesine ya da haramlara fetva verilmesine asla müsaade etmez.
3. Risale-i Nur Hizmeti; İslami şeairin ihyasına ve sosyal hayatta yaygınlaşmasına hizmeti gaye edinir; reformist zihniyetteki nevtüredi bazı şahıs veya gruplar gibi şeairin tağyir veya tahribine -asla- çalışmaz.
4. Risale-i Nur Hizmeti; Nur talebeliğinin ve Risale-i Nur sohbetlerinin aleniliğini esas alır; mensubiyetin veya sohbetlerin gizliliğini tasvib etmez. Zira Risale-i Nur Hizmetinin ve talebelerinin gizli bir ajandaları ya da kamuya yansımamış gizli hedefleri, mazide olmadığı gibi, bugün ve yarın da olmayacaktır.
5. Risale-i Nur Hizmeti; Rıza-yı İlâhîye nailiyetin kesret-i etba ile ve şaşaalı muvaffakiyetlerle değil, niyet-i halise ile elde edilebileceğini savunur. Unutmayalım ki bazen bir tek adamın irşadı, binler adamın irşadı kadar rıza-yı İlâhîye medar olur. Ne diyordu Bediüzzaman: “Bazı peygamberler gelmişler ki, mahdut birkaç kişiden başka ittibâ edenler olmadığı halde, yine o peygamberlik vazife-i kudsiyesinin hadsiz ücretini almışlar.”
6. Risale-i Nur Hizmeti; icra edilen İmanî hizmetlerde asla maddi beklenti içinde olmaz. Hakikat ve ahiret için çalışanlara karşı bu millet bir hürmet ve bir muavenet fikrini daima beslemiştir. Ve bilfiil onların hakikat-i ihlâslarına ve sadıkane olan hizmetlerine bir cihette iştirak etmek niyetiyle, onlara yardım edip hürmet etmiştir. Fakat bu muavenet ve menfaat asla istenilmez. Hem kalben dahi arzu edilip beklenti içinde olmakla, hal diliyle dahi istenilemez.
7. Risale-i Nur Hizmeti; yüzlerce yıldır üzerine ölü toprağı serpilmişçesine fakirlik, cehalet ve bedeviyetin pençesinde inleyen, atalet ve betalet zindanında ömür süren İslam dünyasının hastalıklarının devalarını Kur’an eczanesinden çıkarıp bizlere sunan Bediüzzaman misillü “dinin yüksek hadimleri”nin reçetelerini muhtaç gönüllere ulaştırmak misyonunu müdrik olarak dünyanın dört bir yanında cehd ve gayret gösteren, güneşten daha parlak, cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirin bir ideale adanmış serdengeçti ruhlar yetiştirmeyi gaye edinmiştir.
8. Risale-i Nur Hizmeti; dini cemaatlerin ana maksat olan İslam’a hizmette birleşmeleri gerektiğini; meslek ve meşrepler itibariyle birleşmenin ise mümkün olmadığını, hatta caiz olmadığını; zira böyle bir çabanın taklit yolunu açacağını ve “Neme lazım”cılığa kapı açacağını savunur.
9. Risale-i Nur Hizmeti; İmana hizmet misyonu yüklenmiş her teşekkülün, mesleğini ve fikirlerini hak bildiği vakit; "Mesleğim haktır veya daha güzeldir" demeye hakkının olduğunu, fakat “Hak, yalnız benim mesleğimdir” demeye hakkının asla olmadığını savunur.
10. Risale-i Nur Hizmeti; “hakiki ihlâs ve hakperestliğin, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun istifadelerine taraftar olmak” olduğunu savunur.
11. Risale-i Nur Hizmeti; temel vazifesinin müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek olduğunu savunur. Asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmetinde asıl mesele bu zamanın manevi cihadıdır. Sosyal hayattaki manevi tahribata karşı set çekmek ve bu sayede dâhilî asayişe bütün kuvvetiyle yardım etmektir.
12. Özetle, Risale-i Nur Hizmeti; Yaratıcının rızasına nâiliyeti yegâne gaye görmektedir. Eğer Allah yâr ise, her şey yardır. Eğer o yar değilse, bütün dünya bizi alkışlasa beş para ehemmiyeti yoktur.
Rabbim Kur’an’a ve İmana hizmet misyonuyla gayret gösteren bütün İslami cemaatleri; Kur'ân’ın mecrasında birleşen su damlaları gibi, Kur'an-ı Kerim’in saadet ve selâmet mecrasında birleştirsin, medeniyetin sefahet ve rezaletini süpürüp, bu vatana Hakikat-ı İslâmiye sularını akıtan ve o Hakikat-ı İslâmiye suları ile bu topraklarda îman ziyası altında hakikî medeniyetin fen ve san'at çiçeklerinin açılmasına vesile yapsın, bu vatanı ve Alem-i İslam’ı maddî ve manevi saadetler içinde gül ve gülistana döndürsün, İnşaallah!