Milyonların heyecanla beklediği hac kontenjanları belli oldu. Pandemi döneminin olağanüstü şartları ortadan kalktı ve eskiden olduğu gibi her ülke nüfusunun binde birine denk gelen kontenjanlar açıklandı. Yıllardır hac yolculuğunu ümitle bekleyen, Kâbe hayaliyle, umuduyla ve hasretiyle gözyaşı dökenler yepyeni bir umuda yelken açtılar.
Bendeniz yıllar yılı önce hacca gideceğim düşüncesiyle ve Kâbe’yi ilk defa hacda görmek niyet ve gayesiyle umreyi hep erteledim. İmkânım olduğu halde yıllarca gitmedim. 10-11 Sene önce hac kuralarından umudu kesince ani bir kararla paldır küldür umreye gitmiş ve bu gidişle hayatımın en doğru tercihini yapmıştım.
En sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Eğer içinizde hacca gitmek niyet ve gayesiyle heyecanla kura sonuçlarını bekleyen kardeşlerim varsa; Rabbim gönüllerine göre verir ve hac kurası onlara çıkar, İnşaallah. Ama eğer ki çıkmazsa; hiç geciktirmeden umreye gidin. Çünkü Kâbe, Mekke, Mescid-i Nebevî ve Medine mekân ve beldeleri çıkıp çıkmayacağı meşkûk bir kuranın seyrine veya ömrünüzün vefa edip etmeyeceği şüpheli uzak istikbale bırakılmaz.
Ben size burada sayfalar dolusu anlatsam da yine neyi kastettiğimi, gitmenizin neden bu kadar mühim olduğunu anlatabileceğime/anlayabileceğinize çok ihtimal vermiyorum. Çünkü insan bizzat gidip o kutlu beldeleri görüp, o mukaddes diyarın feyzinden, manevi ikliminden hissedar/nasibdar olunca anlıyor ne kadar doğru bir tercih yaptığını.
“Neyse, uzatmayayım!” diyeceğim de; kutlu beldeler, mukaddes mekânlar mevzubahis olunca, bendeniz kalemime/klavyemin tuşlarına hâkim olamıyorum. Size ilk umre seyahatimizde bir hocayla yaşadığım bir hatıramı anlatmak istiyorum, müsaadenizle.
Umreye gideceğimiz zaman, daha önce umreye gitmiş olan dostlar dediler ki; müezzin mahfilinin hemen altında akşam namazı sonrasında yatsı namazına kadar Risale-i Nur dersleri yapılıyormuş ve dünyanın dört bir tarafından gelen Nur talebeleri orada toplanıp birbirleriyle tanışıp görüşüp ders okuyorlarmış. Bendeniz de akıl defterimin bir tarafına bunu not ettim. İlk fırsatta gidip iştirak etmeye azm ve cezm ettim.
İlk günlerin telaşını ve acemîliğini üzerimizden attıktan sonra, 4. günün akşam namazından sonra oğlumla kızımın ellerinden tuttum, müezzin mahfilini bulmaya gittim. O mahşerî kalabalığın içerisinde çocukları kaybetmemek için ellerini sıkı sıkı tutmuştum. Sora sora, kalabalığın içinde sıkış tepiş yol alarak müezzin mahfilinin altını bulduk. Bulduk bulmasına da ufacık bir problemimiz vardı: Ortada bir araya gelmiş kitap okuyan bir topluluk yoktu. Ya biz yanlış yere gelmiştik ya da cemaat çok kısa bir ders okuyup hemen ayrılmıştı.
Çocukların ellerini bırakmadan şaşkın vaziyette sağa sola bakınırken tam karşımda bir sütuna sırtına dayamış, ayaklarını Kâbe’ye doğru uzatmış, cübbesi, sarığı, yanındaki rahlenin üzerindeki kitapları ile hâl ve tavırlarından “Ben Hocayım” diye bağıran birisi, aksanlı bir Türkçeyle;
-İlk defa mı geliyorsunuz umreye? diye sordu.
-Evet.
-Yanındakiler çocukların mı?
-Evet.
-O boynundaki çantanın içinde terliklerin mi var?
-Evet. İçeriye girerken tavaf patiklerimi giyiyorum, terliklerimi de poşete koyup ağzını bağlıyorum, çantaya koyuyorum.
-Sen o çanta boynunda olarak tavaf yapıyorsun, öyle mi?
-Evet, dedim.
-Senin o tavafın olmaz ki? dedi, kendinden emin bir edayla.
-Niye? dedim.
-O terliklerle sen toprağa, çamura, necasete basıyorsun, sonra buraya gelip onları boynunda dolaştırıyorsun. Tavaf namaz gibidir, tavaf sırasında necasetten taharet şarttır.
İlk anda; “Ne diyor bu adam?” diye kendi kendime sordum. Sonra birden Bediüzzaman Hazretlerinin Nur Külliyatındaki şu ifadeleri hatırıma geldi: “Dinle ey bîçare! Nasıl ki senin namazın edeb-i nezihanesinin vesilesi olan zâhirî taharete, batnının bâtınındaki necaset ona tesir etmez ve bozmaz.” (Sözler: 294)
Üstadın o vecîz ifadelerinden ilhamla sordum;
-Hocam, şimdi sen de tavaf yapacaksın değil mi?
-Evet.
-Terliklerini boynunda taşımayacaksın, değil mi?
-Evet, necistir onlar.
-Peki, Hocam; şu an senin karnında, bağırsaklarında necaset yok mu?
-Var.
-Sen o necaseti her an kendinle beraber taşımıyor musun?
-Evet, ama o necaset dışarı çıkmamış ki, ibadete halel versin!
-Tamam, işte ben de onu söylüyorum, zaten. Ben de terliklerimi poşete sarıyorum, poşeti çantaya koyuyorum, çantanın ağzını da kapatıyorum. Şimdi senin karnındaki necaset senin tavafına mani olmuyor da benim poşete sarıp tavaf çantasında taşıdığım terliğim mi necis oluyor ve benim tavafıma, ibadetime halel veriyor!
Bizim hoca önce bir afalladı, bir süre düşünce moduna geçti, sonra başını kaldırıp bana dedi ki; “Hiç böyle düşünmemiştim, var git yoluna, bildiğin gibi tavafını yap!” dedi.
Çocuklarla birlikte geri dönerken oğlum; “Adama nasıl laf soktun baba! Hiçbir şey söyleyemedi!” diye kahkahalarla güldü. Kızım şirinlikler yapmaya başladı ve bizler yatsı namazını Kâbe’ye en yakın ve uygun bir yerde kılmak için yer aramaya koyulduk. Rabbim cümlemizin yaptığımız ve/veya yapacağımız umre ve hac ibadetlerimizi mebrur, meşkûr ve makbul eylesin, İnşaallah!