Umreci Amcalar, Ebu Cehil’in Evi ve Kâbe’de Cuma Namazı

Prof. Dr. Abdullah YILMAZ

10 yıl kadar önceydi. Mukaddes beldelere gitmeye niyetlendiğim zaman, fıtratımı çok iyi bilen bir arkadaşım; “Sakın ha orada gördüğün insanların sana abes ve yanlış gelen hâl, hareket ve davranışlarına takılıp su-i zanda bulunma, onları ayıplama!” demişti.

Eksik söylemiş meğer. Bendeniz sadece orada göreceğim farklı milletlerden, dillerden ve renklerden insanların değil beraber umre yolculuğuna çıkacağımız insanların bile -tuhaf takıntılarım nedeniyle- bazı hallerini sorgulayabilecek bir fıtrata, tabiata sahipmişim. İnsan çoğu hasletinin yaşayarak/tecrübe ederek farkına varıyormuş meğer.

Kutsal beldelere ruhen, kalben ve hissen hazırlanmak niyet ve gayesiyle kendi kendime sürekli -Bakara Suresi’nin 197. Ayetinden mülhem-şu telkinlerde bulunuyordum; “Aman dikkat! Kalbini sağlam tut, hislerine hâkim ol, insanları ayıplama, su-i zanda bulunma, hele hayat ve ebed arkadaşın ile asla kavga etme, gönül kırma, yürek yakma!”

Derken kutsal yolculuk günü gelip çattı. Havaalanında ihrama gireceğimiz söylendiği için kalabalık bir kitlenin, ihrama girmek için, tatlı bir telaş içerisinde olduğu kısma gittim. Karşımdaki insanlar mukaddes beldelere gitmenin sevinci, heyecanı ve tatlı telaşıyla birbirlerine yardım ederek -acemice de olsa- ihramlarını giymeye çalışıyorlardı.

Bendeniz de boş bir kabin bulup ihrama girdim. Çıkışta etrafımda alelusul, özensiz ihrama girmişleri veya çok uğraştığı halde ihramını düzgün giymeyi beceremeyenleri görünce yine eskimez alışkanlığım depreşti ve her birine tenkit nazarıyla baktığımın farkına vardım; kendi kendimi ayıpladım; tövbe, istiğfar ve nedametle kalbimi, ruhumu temizlemeye çalıştım.

Mukaddes beldelere vardığınızda bütün gayeniz, hedefiniz bir an önce eşyalarınızı odanıza bırakıp bir ömür görmek için sabırsızlıkla beklediğiniz “Yeryüzünde insanlar için yapılan ilk mâbet, bütün insanlık için bir bereket kaynağı ve bir hidâyet rehberi olan” (Âl-i İmran; 96. Ayet) Kâbe’ye, o kutlu mekâna bir an önce gidebilmek oluyor.

“Umur-u hayrîyenin muzır manileri çok olur” fehvasınca onlarca aksilikle başa çıkıp sonunda Kâbe’nin yolunu tutabildik. Heyecan ve telaşla Mescid-i Haram’ın avlusundan içeriye doğru gitmek için seğirtirken hangi milletten olduğunu tahmin edemediğim ihramlı yaşlıca bir amca dikkatimi çekti. Amcam bir duvarın dibinde sere serpe uzanmış uyukluyordu. Üzerindeki ihram baştan savma giyilmiş, göbek ve diz kapağı arasının örtülmesi hassasiyetine dikkat edilmemiş, üstüne üstlük uyku vaziyetinde mahremiyet manası yerlerde sürünüyordu. Kendi kendime kızarak; “Niye bakıyorsun? Hadi baktın, diyelim, niye yargılıyorsun?” diye içi dünyamda mücadeleye başladım.

Daha 50-100 metre gitmeden bu defa 5-6 kişilik bir grubun yere koydukları plastik tabaklarda -sonradan “Al-Baik” isminde meşhur bir fast food zincirinin yine meşhur tavuk-pilav servisi olduğunu öğrendiğim- bir yemeğe elleriyle daldıklarını, bu da yetmez gibi bir ikisinin ellerini ihramları ile sildiklerini midem kalkarak gördüm.

“Allahım! Biliyorum ki bu gördüklerim benim hissiyatım ile imtihanım. İmtihanımı kolaylaştır. Beni de onları da affeyle!” diye mırıldanarak ve gözlerimi “Nazar ber kadem” pozisyonunda tutarak yoluma devam ettim. O gün Kâbe’yle müşerref olmanın şevk, lezzet ve feyziyle başkaca bir vukuatım olmadan otele geri dönebildim.

Ertesi gün yeni bir şevk ve heyecanla Mescid-i Haram’a vardık. Halis ve samimi bir ubudiyet için canla başla gayret ettik. İkindi namazı öncesi abdest ihtiyacı hâsıl olunca bizim hacıların “Ebu Cehil’in Evi” diye adlandırdıkları ve bir rivayete göre onun evinin bulunduğu mevkie yapılmış olan lavabolara gittim. Gitmez olaydım.

Çıplak ayakla tuvaletlere girip çıkanları mı dersiniz, ihramını kalabalığa aldırmadan -güya- düzeltenleri mi dersiniz, nezafet ve nezahetten uzak eylemlerde bulunanları mı dersiniz? Velhasıl, benim sinir, stres ve tenkit katsayım zirvelere ulaştı. Kendimle kavga ederek oradan ayrıldım.

Sonraki 2-3 gün neredeyse gözüm ve kulağım kapalı bir vaziyette iç dünyamda bir türlü bitiremediğim meydan muharebeleriyle geçti. Hatta bir gün asansörde odama çıkarken benimle aynı dertten muzdarip iki umrecinin muhaveresine rast geldim. Biri diğerine aynen şöyle diyordu: “Kardeşim ibadetle kazandığımız sevapları, umrecileri ayıplaya ayıplaya kul hakkına saydırarak müflis tüccar olmadan hayırlısıyla buradan ayrılabilsek, Rabbimden başka bir şey istemiyorum.”

Mekke’den ayrılacağımız gün eşyalarımızı hazırladıktan sonra Cuma namazını ve veda tavafını eda etmek için Mescid-i Haram’a gittim. Namaza epey yakın bir vakitte avluya vardım ama iğne atsanız yere düşmeyecek mahşerî bir kalabalık vardı. Cemaatin içinden binbir zahmetle geçip seccademi serebileceğim bir yeri bulunca hemen oturdum.

Yer bulma telaşından sağa sola bakmamışım ya da baktırılmamışım. Birkaç dakika sonra sol taraftan ihramlı bir amca yalın ve ıslak ayakları ile seccademe basıp geçti. Nerden geldiğini anlamak için sol tarafıma bakınca meşhur “Ebu Cehil’in Evi”nin hemen çıkışına seccademi serdiğimi gördüm. Seccadeyi hemen kendime doğru topladım ama kalabalıktan bırakın yeni bir yer bulmayı, yerimden kıpırdamaya bile imkân ve ihtimal yoktu. Oraya kısılıp kalmıştım.

Geçen 4-5 günde kızdığım, sinirlendiğim, ayıpladığım bütün umreciler ezan vaktine kadar benim önümde arz-ı endam edip geçtiler. Ömrümde hissiyat imtihanımın bu kadar şiddetli olduğu başka bir zaman dilimini hatırlamıyorum. İç dünyamda feveranlar, itirazlar, isyanlar birikti, birikti…

Tam patladı patlayacak derken birden bir intibah-ı ruhi ile bu düştüğüm vaziyetin tesadüf olmadığını, o gizli Hâkim’in beni imtihan ettiğini, başta nefsim olarak tezkiye ve tathire muhtaç hissiyatımın şiddetli bir ameliyat-ı cerrahiyeye tâbi tutulduğunu anladım. Binler tövbe ve istiğfarla gözlerimden yaşlar akıtarak, kalp ve ruhumdan nedamet ilticaları ile basıp geçtikleri yere onlarca kez secdeye vardım, ömrümün belki de en ihlaslı namazını eda ettim. Veda tavafımı yaparak o mukaddes mabede veda edip ayrıldım.

Velhasıl, gidenleriniz zaten bu imtihanın farklı versiyonlarını yaşamıştır. Onlara söyleyecek sözüm yok. İnşaallah imtihanları suhuletle geçmiştir. Ama gidecek olan kıymetli kardeşlerime tek tavsiyem; evden çıkıp tekrar eve girene kadar sağır ve kör olmalarıdır.

Nasıl yapacaksınız, başarabilecek misiniz? Bilemiyorum! Ama bu işin tek yolu, tek çaresi bu! Veminellahittevfik!

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.