43 sene önce Hakk’ın rahmetine aramızdan bir yıldız gibi kayıp giden ve gönüllerimizden hiç çıkmayan Abdülmecid (Nursî) Ünlükul bir ummandı. Nasıl ki büyük ağabeyi ve hocası Bediüzzaman Hazretleri kalıplara, çağa ve zaman şeridine sığmıyor; aynen öyle de, Abdülmecid Efendi Hocamız da kısa zaman dilimlerine sığmayan, fevkalâde bir tevazunun deryasıydı. Konya eski müftümüz, hocamız Tahir Büyükkörükçü vefat gününde Konya Kapu Camii’nde “Muhterem cemaat, bir âlim ölmedi, bir âlem öldü” ifadesini kullanmıştır.
“Hazret-i Bediüzzaman’dan sonra, memleketimizde ilm-i belâgat-ı Kur’ân’a vâkıf, Abdülmecid Efendi üstünde bir âlim yoktur.” (Sultanahmet Camii eski imamı)
“Konya Müftülüğünde iken Arap edebiyatının en müşkül bahislerini Abdülmecid Efendiden kolaylıkla öğrendim. O bir hârikaydı.” (Mehmet Ulucan, Konya eski müftüsü.)
“Hazret-i Bediüzzaman onun için ‘mühim bir âlim’ tâbirini kullanırdı.” (Bediüzzaman’ın Talebelerinden İbrahim Hulusi Yahyagil, emekli albay.)
“Bediüzzaman Hazretlerinin kardeşi Abdülmecid Efendi müstesna bir âlimdi. Bir âlim ölmedi, bir âlem öldü.” (Konya eski müftüsü Tahir Büyükkörükçü)
“Arapça’yı şiir yazacak kadar biliyordu, birçok didaktik şiirleri vardı. Kendisine soyadını nereden aldığını sormuştum. ‘Abd (kul), mecid (ünlü), Abdülmecid: Ünlünün kulu’ cevabını verdi.” (Prof. Hayreddin Karaman)
“Hazret-i Üstad Abdülmecid Efendi için daima ‘mühim bir âlim’ diye bahsederlerdi. Hem Mesnevî hem de İşârâtü’l-İ’câz eserini tercüme etmiştir. Hazret-i Bediüzzaman, Arabî Mesnevî-i Nuriye’yi çok eski tarihlerde Ankara’da tab etmiştir. O zamanların âlimleri, ondan istifade edememişler. Onun üzerine kardeşi Abdülmecid’e tercüme ettirmiştir. Buna rağmen Arabî eserinin bazı bahislerinin içinden çıkamayınca ‘Burasını müellifi müşarün ileyhe bırakıyorum’ diye yazardı. Gösteriyor ki bu iki eser, bu iki kardeşin ve üstadlarımızın tefsiri ve tercümeleridir.” (Bediüzzaman’ın Talebelerinden İbrahim Hulusi Yahyagil, emekli albay)
Mal markasıyla satılır. Emekli öğretmenlerden merhum Yaşar Gökçek bana yazdığı mektubunda bununla ilgili bir kayıt düşer: “Abdülmecid Efendiye öğretmenliği döneminde, Konya İmam–Hatip ve Yüksek İslâm Enstitüsü öğrenci ve öğretmenleri Risâlelerin sadeleştirilmesini istemişler. Onlara cevaben demiş ki: ‘Bugünkü ifade Hz. Üstad’ın imzası gibidir. Asla değiştirilemez ve sadeleştirilemez. Hem Risâle-i Nur’un düşmanlarına fırsat verilmiş olur, hem de Hz. Üstadın ifadesindeki ilmî lezzet kaybolur.”
1967 senesinde Abdülmecid Nursî Efendinin vefatı münasebetiyle Konya’ya gelen ve bir müddet kalan merhum Zübeyir Gündüzalp, Halıcı Sabri Efendinin mağazasındaki sohbette, Hz. Üstad’dan Risâle-i Nurların neşri üzerine şu hatırayı nakletti: “O tarihlerde Türkiye’de neşriyatla ilgili birçok gelişmeler oldu. Hz. Üstad’a kendim sordum. Üstadım bu kadar tazyikat ve takibat var ve madem ki Risâle-i Nur hizmet ediyor, ‘Bediüzzaman Said Nursî ve Risâle-i Nur Külliyatı’ demeden neşretsek olmaz mı? Cevaben dedi ki; ‘Risâle-i Nur ve Bediüzzaman Said Nursî’ demezseniz hizmet olmaz, bu isimlerin önemi vardır. Başka isimlerle neşrolunmaz ve Risâle-i Nur’un tek harfi değiştirilemez, sadeleştirilemez. Çünkü mevhibe-i Rabbani, sünûhat-ı İlâhî ve ilham-ı kalbidir.” Bu ifadelerin tarifi de yine Risâle-i Nur’da vardır.
Keşke imkânı olsaydı da, bütün külliyatı Abdülmecid Efendi Arapça’ya tercüme etseydi. Çünkü Risâle-i Nur’u biliyor ve Üstadın elinde onun ilmi ve meşrebiyle yetişmiş harika bir âlimdi. Ruhu şâd olsun.
Vefatının 43. yılında rahmetle anıyoruz.
“İ’lem ey din âlimi! ‘Ücretim az, ilmime rağbet yok’ diye mahzun olma. Çünkü mükâfât-ı dünyeviye ihtiyaca bakar, kıymet-i zâtiyeye bakmaz. Meziyet-i zâtiye ise mükâfat-ı uhreviyeye nâzırdır. Öyleyse, zâtî olan meziyetini mükâfât-ı uhreviyeye sakla, birkaç kuruşluk dünya metâına satma.” (Mesnevî-i Nuriye, Hubab Risâlesi B. S. Nursî)
Yeni Asya