İllizyon ustası Abrakadabra’dan ders alan ve şimdi o ekolun yurdumuzdaki en mâhir temsilcisi olan Darbekadarbe’yı seyretmişsinizdir… Ben, mesleğininin zirvesinde iken yaptığı jübileyi hayranlıkla izleyenlerdenim. Söylentilere göre, bundan böyle icrâ-yı san’at etmeyecekmiş. Ne mutlu ki, bu son gösteride bulundum…
Fonda şöhretli “Sweet Voice”in “Allah Allah, bu nasıl sevmek!” isimli parçası eşliğinde yaptığı Tv-manyetizma seansı başlıbaşına bir şâheserdi. Gözlerini seyircilerin gözlerine dikerek, hepsini öyle bir büyüledi ki, elinde tuttuğu cismin boru olduğunu herkes kabul etti. Yalnız, tam bu sırada yayına reklam girip: “Tut şunun ucunu döşeyelim âbi!” ve “Boru mu bu, boru mu buuu?” fragmanının gösterilmesi de Tv yönetmeninin fırsatçılığı oldu. Bu konuyu rütüke şikâyet etmek lâzım…
Hele bir alay figüranın ortasında, mahkemenin ve adlî tıbbın onayladığı avucundaki yazılı belgeyi, anında nasıl boş kâğıda çevirdiğini hiç kimse anlamadı. Cümle âlem şaşkın şaşkın alkışlarken, sahnede âniden Karadeniz’in coşkun dalgaları arasında, son anda jilet olmaktan kurtulup, şimdilerde müze olan ünlü Yavuz zırhlısı Rize önünde belirdi. Fonda, kemençe eşliğinde “Atma Yavuz, atma! Verki de vereçeğuk, şapka da kiyeçeğuk!” müziği çalınmaya başlar başlamaz, millet el ele tutuşup horona başladı ki, seyri ömür değerdi.
Bundan sonra sahneye çıkan, Jöle İle Terakkî - Eğitim Merkezinin binlerce mensûbunun birlikte sundukları enfes gösteri yürekleri hoplattı. Hepsi ayrı bir kàbiliyet olan göstericiler, öyle acâip ve garip işler yaptılar ki, ağzımız açık kaldı. Seyircilerde yutkunmaktan, söz söyleyecek mecâl bırakmadılar. Bu kadarına da pes doğrusu denecek son gösteride büyük usta Darbekadarbe, bir parmak şaklatması ile koca ekibi yok edivermez mi? Bizdeki şaşkınlığı varın siz hesap edin…
Ülkemizin eşsiz sanatkârlarından darbukatör Bayram’ın tek kişilik perküsyon dinletisi eşliğinde, Darbekadarbe’nin şapkadan çıkardığı denizaltılar, zırhlılar, jetler, tanklar, toplar, tüfekler, tabancalar, bombaatarlar, el bombaları, tnt lokumları, c-1, c-4 kalıpları, fünyeler, künyeler, mermiler, krokiler, planlar, harb oyunları, kafesler, balyozlar vesâireler, vesâireler seyircilerin küçük dilleriyle birlikle büyük dillerini de yutmaları ile sonuçlandı.
Hani, adı üstünde illizyon, yânî göz yanılması diyecektim. Ama, baktım hepsi gerçek malzeme; üstelik tesee, mekee, teseke, mesebe onaylı, damgalı, kayıtlı. Helâl olsun, gerçekten bu usta, şimdiye kadar gördüğümüz ustaları solladı; çoğunu emekliye yolladı. Daha önceleri Harbiye-Aksaray dolmuş hattında, Hasan Mutlucan’ın türküleri ile coşup, sahnede hünerlerini sergileyen Abrakadabra’yı da seyretmiştik, netekim. Ama, çırak ustayı fersah fersah geçmiş, itiraf etmeliyim.
Fakat,”Yiğidi öldür, hakkını yeme.” demişler; Abrakadabra’nın da şapka ve bastonla yaptığı büyük bir şov vardı ki, görenler, ustaların ustası Mandreke mezardan kalkmış sanırdı. Memleketimiz bu bakımdan çok şanslı. Sözüm meclisten dışarı, bizde pek çok hokkabaz, madrabaz, kelimebaz, ateşbaz, sihirbaz, canbaz yetişmiştir, yetişmesine… Ama onların, bu son ustalar karşısında bir kıymet-i harbiyesi aslâ olmamıştır.
Tabiî, böyle kàbiliyetlerin pek çok çekemeyeni de olacak. Kimileri alkışlarken, bir taraftan da tenkitler gelecek. Bu kabîl şöhretli san’atkârlar, kendilerinin milletin nezdinde yıpratılmasına fırsat vermezler. Dâimâ yeni, yepyeni gösteriler hazırlayıp sahneye koyarlar ve mahâretlerine kara çaldırmazlar. Tarafsız bir gözle incelediğimiz vakit san’atkârın her zaman haklı olduğunu görürüz. Çünki, san’atkâr milletin yüce çıkarlarının, her zaman kendi çıkarlarının önünde ve üstünde olduğunu savunagelmiştir. Aksini iddiâ edenlerin yanıldıklarını basın ve yayın kuruluşlarından en az yüz kırk şahit gösterebiliriz.
Programın son bölümünde “Amasya’nın bardağı, biri olmazsa bir daha.” Atasözünü zihnimize nakş ettik. Büyük usta Darbekadarbe, parmağından çıkardığı yüksük kadar bir bardağı havaya atıyor, avucuna koca bir bardak düşüyor. Boş bardağı gösteriyor. “Abrakadabra!” Bardak köpüklü bir ayranla doluyor. Bir kuş beliriyor: şahin mi, doğan mı neyse; bardağı Darbekadarbe’nin elinden kapıyor. Bakıyoruz, ustanın elinde birbirinden farklı on bardak daha çıktı. Salon alkıştan inliyor. Usta, salona yönelip elini bir sallıyor, her seyircinin elinde ayran dolu bir bardak ortaya çıkmaz mı? Heyecan ve hararetten susamış seyirciler bardağı ağızlarına dikiyorlar. Fakat, o da ne? Ne bardak var, ne ayran! Darbekadarbe, gülerek sesleniyor: “Abrakadabra!”
Kapanış konuşmasında: “Vaktim olsa idi sizlere bütün mârifetlerimi gösterebilseydim. Ne yazık ki, zaman buna elvermiyor. Bundan dolayı müteessirim. Ancak, bu son gösterimi izleyenlere şunu da söylemeliyim ki: Bu istisnâî bir durum oldu. Jübilemi yaparken hem mutlu, hem buruk bir hâlet-i rûhiye içindeyim. Beni unutmayacağınızı umarım. Abrakadabra!” der demez, gözlerden kayboldu. Boş yere, boş sahneyi uzun zaman alkışladıksa da, gelen giden olmayınca çâresiz salonu terk ettik.