Acaba Fahr-i Kainat (asm) ne istiyor?

Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

Acaba bütün efâzıl-ı benî Âdemi arkasına alıp, arz üstünde durup, Arş-ı Âzama müteveccihen el kaldırıp dua eden şu şeref-i nev-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman ve bihakkın fahr-i kâinat ne istiyor?

Bak, dinle: Saadet-i ebediye istiyor. Bekà istiyor. Lika istiyor. Cennet istiyor. Hem, merâyâ-yı mevcudatta ahkâmını ve cemâllerini gösteren bütün esmâ-i kudsiye-i İlâhiye ile beraber istiyor. Hattâ, eğer rahmet, inâyet, hikmet, adalet gibi hesapsız o matlubun esbab-ı mucibesi olmasaydı, şu zâtın tek duası, baharımızın icadı kadar kudretine hafif gelen şu Cennetin binasına sebebiyet verecekti.

Evet, nasıl ki onun risaleti şu dâr-ı imtihanın açılmasına sebebiyet verdi. Öyle de, onun ubûdiyeti dahi öteki dârın açılmasına sebeptir. Acaba ehl-i akıl ve tahkike لَيْسَ فِى اْلاِمْكَانِ اَبْدَعُ مِمَّا كَانَ (“İmkân dairesinde, şu varlık âleminden daha mükemmeli, daha üstünü yoktur.”) dedirten şu meşhud intizam-ı fâik, şu rahmet içinde kusursuz hüsn-ü san’at ve misilsiz cemâl-i Rububiyet, hiç böyle bir çirkinliği, böyle bir merhametsizliği, böyle bir intizamsızlığı kabul eder mi ki, en cüz’î, en ehemmiyetsiz arzuları, sesleri ehemmiyetle işitip ifa etsin; en ehemmiyetli, en lüzumlu arzuları ehemmiyetsiz görüp işitmesin, anlamasın, yapmasın? Hâşâ ve kellâ!. Yüz bin defa hâşâ! Böyle bir cemâl, böyle bir çirkinliği kabul etmez, çirkin olmaz.

Yahu, ey hayalî arkadaşım! Şimdilik kâfidir, geri gitmeliyiz. Yoksa, yüz sene şu zamanda, şu cezirede kalsak, yine o zâtın garaib-i icraatını ve acaib-i vezâifini, yüzden birisine tamamen ihata edip temâşâsında doyamayız. Şimdi, gel, üstünde döneceğimiz her asra birer birer bakacağız. Bak, nasıl her asır, o şems-i hidayetten aldıkları feyizle çiçek açmışlar; Ebû Hanife, Şâfiî, Ebû Bayezid-i Bistâmî, Şah-ı Geylânî, Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Gazâlî, İmam-ı Rabbânî gibi milyonlar münevver meyveler veriyor.(Sözler, On Dokuzuncu Söz)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:
acaib-i vezâif : vazifelerin şaşırtıcılıkları
ahkâm : hükümler
Arş-ı Âzam : Cenab-ı Hakkın yücelik ve egemenliğinin tecelli ettiği yer
arz : yeryüzü
bekà : devamlılık, sonsuzluk
bihakkın : gerçek anlamıyla
cemâl : güzellik
cemâl-i Rububiyet : Allah’ın bütün mahlukâtı terbiye ediciliğinin güzelliği
cezire : yarımada
cüz’î : küçük, basit
dâr : yer
dâr-ı imtihan : imtihan yeri
efâzıl-ı benî Âdem : insanlığın en faziletlileri
ehl-i akıl ve tahkik : gerçeği araştıran akıl sahipleri
esbab-ı mucibe : gerektirici sebepler
esmâ-i kudsiye-i İlâhiye : Allah’ın mukaddes isimleri
fahr-i kâinat : bütün âlemin kendisiyle övündüğü Peygamberimiz (a.s.m.)
ferîd-i kevn ü zaman : zaman ve varlığın bir tanesi
feyiz : ilham, bolluk, bereket
garaib-i icraat : icraatın gariplikleri
hâşâ ve kellâ : asla ve asla
hikmet : herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hüsn-ü san’at : sanat güzelliği
icad : var etme, yaratma
ifa etme : yerine getirme
ihata etmek : kavramak
inâyet : bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik
intizam : düzenlilik
intizam-ı fâik : üstün düzenlilik
kudret : güç, iktidar
lika : Allah’a kavuşma
matlup : istek
merâyâ-yı mevcudat : varlıklar aynası
meşhud : görünen
misilsiz : benzersiz
müteveccihen : yönelerek
risalet : peygamberlik
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk
şems-i hidayet : hidayet güneşi
şeref-i nev-i insan : insanlığın şerefi
temâşâ : seyretme
ubûdiyet : kulluk

Risale-i Nur Haberleri