Yıl: 1960.
Yer: Isparta.
Takvim yaprakları Ramazan’ı Şerif’in 21. gününü yani, 19 Mart’ı gösteriyor.
Bediüzzaman o gün Emirdağ’dan Isparta’ya gelmişti.
Namazlarının yalnız farzlarını zar zor kılabiliyor ve dalıp dalıp uyanıyordu…
Gece seher vakti, saat iki, iki-buçuk. Başında Tahiri Mutlu, Zübeyir Gündüzalp, Bayram Yüksel ve Hüsnü Bayram Ağabeyler var.
Zübeyir ağabey Üstadın kollarını, Bayram Ağabey ayaklarını ovuyor...
Koca Bedii bir anda gözlerini açtı ve “Gidiyoruz!” dedi.
"Nereye Üstadım!"
"Urfa-Diyarbekir!..."
Az sonra emir ikinci defa mübarek dudaklardan döküldü: “Gideceğiz!...”
"Nereye Üstadım!"
"Urfa’ya gideceğiz!"
Öyle ya, Urfa Türkiye’nin Medine-i münevveresiydi.
Gerçi Isparta, Risale-i Nur’a hizmetinden ötürü Urfa’ya tekaddüm etmişti ama olsun!
Yarım cihanın sultanı, nebilerin pederi İbrahim (AS)’ın davetine icabet edecekti!
Isparta, Konya, Adana, Gaziantep ve nihayet Urfa…
Bu olaylar dizisini bir “kavram”ın mana dünyasına sıçramak için aktardım. “Taze turfanda” olması için.
Kavramımız Bediüzzaman’ın ağzından çıkan bir kelime: “Acaib!”
Kavramımız hayret, şaşkınlık, gariplik ve tavr-ı aklı zorlayan bir manayı hamildir.
21 Mart günü Urfa Emniyetinden gelen on iki polis Bayram Ağabey’e: “Hazırlanın gideceksiniz!” der.
Bayram Ağabey olayı Üstada aktarır. Üstadımız polisleri yanına çağırır ve şu calib-i dikkat cümleyi söyler:
“Acaib! Ben buraya ölmeye geldim!...”
Asrın Bediisi, misalilerin münevver gece meclislerinde tayaran ettiği için, dünyevilerin muzlim gündüzü ona çok acaib geliyor!
Gündüzlerin dünyevi ve şaşkın huffaşları, münevver ve parlak gecelerden ne anlasın!
Şu ifade, “anlamı ve sonucu önceden belli bir haber cümlesi”dir: “Ben ölmeye geldim!”
Kelimeler ve kavramlar Bediüzzaman’ın diline düştüğü anda “cin çarpmışa” döner, Bediüzzamanca bir anlam kazanır ve okuyan gözlerden kalplere, dimağlara ve vicdanlara akarak sihirli bir etki bırakır.
Onun manyetik alanına temas eden her bir kelime ve kavram, mana çağlayanına dönüşür.
Buradaki “acaib” kelimesi kısa vadeli bir anlam katmanına tekabül eder ve iki gün sonra sonucu tahakkuk etmiştir.
Aynı kavram, Risale-i Nur’un farklı metinlerinde uzun vadeli anlam derinliklerine de tekabül eder.
Aslında yazıya başlarken niyetim bu “kısa vadeli anlam katmanı”nı kısa tutup, uzun vadeye projeksiyon tutan Barla Lahikası’ndaki şu sarsıcı cümleyi analiz etmekti: “Bu âhirzaman çok çalkalanıyor; bu fitne-i âhirzaman “acip” şeyler doğuracağını ihsas ediyor!”
Bu ifade de, “anlamı ve sonucu önceden belli bir haber cümlesi”dir!
Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Yemen, Bahreyn!
Bu sözün dürbününden ceridelerin “ne yazdığını” anlamaya çalışacaktım.
Hürriyete meftun ve pür sevda insan kalbinin, meyl-i taharri-i hakikate âşık insan aklının ve bir kanun-u fıtrat olan tahavvül’ün, hangi acip şeyler’i doğurabileceğini anlamaya çalışacaktım.
Velakin yerin azizliğinden dolayı haftaya inşallah.