Genel yayın yönetmenliğini değerli insan Metin Karabaşoğlu'nun yaptığı Açıkdeniz dergisi, geçen mart ayında ilk sayısıyla yayın hayatına başladı. Sağ olsunlar, değerli dostlarım Selamet Arslan ve Faik Altun kardeşlerin sayesinde dergi bize ulaşıyor. Denizlerin "Hiç kimseye ait olmayan, herkese açık olan kısımları" açık deniz olarak niteleniyor. İşte bundan yola çıkarak, hem derginin ismi böyle konulmuş, hem de bu isim "Her ay yeni ufuklara, yepyeni keşiflere açılacağız" hedefine uygun düşmüş. Dergide iletişim için ise (0 546 878 1960) telefonu verilmiş. İletişim kurulabilmesi için, böyle telefonların verilmesi, benim gibi acemiler için önemli.
Derginin Mart 2022 sayısında, Metin Karabaşoğlu'nun "Z Raporu" başlığı ile on sayfalık harika bir yazısı var. Bir defa okudum ama yine okuyacağım. Bazı yazılar bir defa okunmak için değildir. Yazının sadece son paragrafını burada vereceğim. Yazının sonunda, Hazret-i Nuh'un, Nuh Suresinin başlarında geçen ve uzun bir ömür süren cehd, davet, dikkat, sabır ve temennisi verildikten sonra, yazı "Bu sabır, merhamet ve hikmet yüklü davetinin ötesinde, sözünü dinlemeyen bir genç olarak oğlunu bir çırpıda silip geçmemiş, tufan başlayıp sular yarı gövdesine erişmiş iken, hâlâ çağrısını sürdürmüştü. Nuh Aleyhisselamdaki sabırdan, aynı hikmet ve merhametten nasiplenmek düşüyor bize. Ve son tahlilde, insanın yaratılmış olduğu öze itimat ettiği gibi, 'fıtrat ile ilahî kitabın, insan ile ilahî hitabın' bir gün elbet buluşacağına itimat etmek. Sözün özü: Kitaba inanıyor, insana güveniyoruz. Gençlere de" cümleleri ile bitiyor.
Özellikle sonunda çok derin ifadeler var. "Fıtrat ile ilahî kitap, insan ile ilahî hitap" nasıl buluşur? Metin kardeşin, bunu bir yazısında açmasını istiyoruz. Bunları açmak adına, "Kur'an bir fıtrat okumasıdır, insanı ve kâinatı bize tanıtır, bu tanıtım da bu fıtratın en güzel kıvamını anlatır. İnsan, buna uyarak güzelleşir. İnsanın bu İlahî hitaptan uzun süre ayrı, bir bakıma karanlıkta kalması düşünülemez" diyebilir miyiz mesela? Başka bir ifade ile Cenab-ı Hakk'ın kâinatta hükmeden Kudret'in koyduğu şeriata (tekvinî kanunlara) âlemin itirazsız itaatine bakarak, beşerin teşriî şeriattan (Kur'an'dan) uzun süre uzak kalamayacağını çıkarabilir miyiz? Zira üstad da istikbalde Kur'an'ın hükmedeceğinin maddî ve manevî delillerini sayarken, bu hususu önemle zikreder.
"Açıkdeniz" dergisinin ikinci sayısı da çok dolu. "İnsanda Buluşalım" diyen Metin Karabaşoğlu, yazıyı açıklık, ferahlık anlamındaki "kuşâyiş" kelimesinin okunuşunun bile ferahlık verdiğini anlatarak, yazıyı "Farklılıklarımıza rağmen, insan olarak o kadar çok ortak paydamız ve değerlerimiz var ki... Öyle ki her insanın biricikliği konusunda, dolayısıyla her konuda anlaşmak zorunda olmadığımız konusunda dahi anlaşabiliriz" temennisi ile bitiyor.
Fakat âcizane derginin bu ikinci nisan sayısında, Harun Pirim'in İngiliz akademisyen ve mühtedi nur talebesi Colin P. Turner ile yaptığı söyleşiye sözü getirmek istiyorum. "Bir inanç devrimine ihtiyacımız var" başlığıyla verilen bu söyleşide Turner, özellikle inanç dünyasını çocukluktan başlayan serüveni ile ve Risale-i Nur'la nasıl tanıştığını, bunun mânevî dünyasına, fikriyatına, tevhid ve hizmet anlayışına nasıl yansıdığını örnekleriyle anlatıyorlar. Özellikle evlilik dolayısıyla bulunduğu İran'dan izlenimlerini, ümitlerini, hayal kırıklıklarını neticede, İngiltere'de Ali Mermer vesilesi ile nurlarla nasıl âşina olduğu anlatıyor. Çok önemli tesbit ve tahlillerde bulunuyor.
Devrimin icra ve yükseliş döneminde bulunduğu İran'daki uygulamalar ve Turner'in müşâhadeleri onun "Bir devrime ihtiyacımız varsa, her şeyden çok ihtiyacımız olan bir inanç devrimi, bir iman inkılabı idi" tespitini yapmasına vesile oluyor. Bunun birçok sebebini de açıklıyor ama asıl sebep olarak "Kur'an'ın, ey iman edenler, iman ediniz" âyetini zikrediyor. Bu âyeti de "Müminlere imanı emretmek, sürekli olarak yeniden düşünülen, yenilenen bir inanca duyulan ihtiyacın göstergesidir. Çünkü Allah'ın âyetleri, sürekli olarak vahyolmakta ve işaretler bir karşılık talep etmektedir. İnanç statik değil, dinamiktir" cümleleriyle açıklıyor. Gerçekten can alıcı noktalar bunlar. Biz pek farkında mıyız, bilmem ama 'iman dinamiktir' tespiti çok önemli. Her an, bizden iman beklenmektedir. Her an imanımızı yenilemeliyiz. Yani 'iman edenler, iman ediniz' emrini, başka türlü nasıl anlayacağız?
Sohbetin devamında "Risale-i Nur'u tanımadan önce, sersemleşmiş bir kelebek gibi, yazardan yazara, kitaptan kitaba koştururdum" diyor değerli kardeşimiz Colın Bey. Bir sürü kaynaktan faydalanmanın rahatlığı ile "Bu asırda muceddid sıfatını, üstattan daha fazla kimse hak etmiyor" cümlesini de ilave ediyor. Devamında ise "Vahye ayna tutan risalelerin, bin yılda bir gerçekleşen kıymette bir eser olduğuna inanıyorum" hükmünde bulunuyor. Bir sürü okumalardan sonra ise, şu itirafta bulunuyor. "Ama bugün itiraf ediyorum ki başlangıçta sadece risaleye odaklansaydım, teolojik olgunluğa çok daha çabuk ulaşırdım. Dahası, diğerlerinden aşağı kalmayan bir doğruluk ölçüsüne sahip olurdum ve bu ölçü sayesinde, diğer alimlerin eserlerini daha kolay değerlendirirdim." Hani Pakistanlı bir bilim adamı da "Nurları okuduğum zaman, diğer İslam külliyatını da okumuş oluyorum. Ama onları okuyunca Nurları okumuş olmuyorum" tespitinde bulunmuştu ya. Ona benzer bir iç geçirme diyebiliriz bu itirafa.
Başlığa daha yeni geldik. Colin Turner Bey kardeşimiz, bu söyleşinin bir yerinde "tefakkuh" fıkh etme, fâkih olma kelimesine sözü getiriyor. İyi de ediyor. Eksik olduğumuz ya da doğru anlamadığımız bir konu da bu fıkıh meselesidir. En büyük fıkıh nedir? İmam-ı Azam Hazretlerine göre de ve nurlarda geçtiği şekliyle de en büyük fıkıh, amelden önce gelen "iman fıkhı" değil midir? Ki üstad gibi, İmam-ı Azam da bu fıkha "el-fıkhu'l-ekber" demiştir. Zira, iman salih olmazsa, amel de salih olmayacaktır.
Turner Hocamız diyor ki "Fıkıh kelimesini kendisinden türettiğimiz "tefakkuh", başlangıçta 'Allah'ın azamet ve kibriyası üzerine düşünmek' anlamına geliyordu. Hâlbuki Gazali zamanında bu terim, sadece bugün hukuk bilimi olarak adlandırdığımız bilgiyi ifade etmeye başlamıştı." Yani mecrasından ayrılmıştı. Bu neyi netice vermişti? Yine onun tâbiriyle "İlahiyat okullarımız, temelde fıkıhçı ve imam üretimi için taşıma bantları niteliğinde bir okul haline gelmişti." Hocamızın ziyaret ettiği önemli kütüphanelerin yarısı siyasî meseleler, yarısı da bu anlamda fıkıh konuları işleyen kitaplarla doluydu. Bu da onun aradıklarına cevap vermiyordu. Ali Mermer sayesinde Nurları tanıyınca da bu tanıma onu, ona önce tuhaf gelen "kâinatı ilahî bir kitap görme" anlayışına götürüyor. Artık hayatı yeni bir döneme giriyor. Bu da onun bir iman inkılabının kapısını aralamasına vesile oluyor.
Evet dostlar "Açıkdeniz" dergisinin ilk iki sayısında biraz da olsa gezinti yapmış olduk. Daha güzel ve yol gösterici yazıları beklediğimiz dergiye, yolu açık olsun, diyoruz. Sizlerin de takibi dileğimizdir.
Selam ve dua ile.