Anayasa'yı ve şehitleri tartışıyorduk. Birden Deniz Baykal olayı patladı. Diğer konuları unuttuk.
Bence bugün sosyologların çalışması gereken konulardan biri de şehitler meselesi.
Tabii kaybettiğimiz gençlerin sadece doğduğu ve yaşadığı şehirlerle, eğitimiyle ya da mesela etnik kökenleriyle kısıtlı olmamalı bu çalışmalar.
Mutlaka şehit ailelerinin maddi durumları da konu edilmeli.
Ben "şehitler sosyolojisinin" çok çarpıcı sonuçlar vereceğini tahmin ediyorum.
Hani bazen "İstanbul'daki Teşvikiye Camisi'nden neden hiç şehit cenazesi kalkmıyor" diye soranlar oluyor.
Hiç de yanlış gelmiyor bana bu soru: Tersine, PKK ile savaşmaya gönderilen genç askerlerin sınıfsal durumları üzerinde düşünmeye sevk ediyor.
Şehitler sosyolojisinin bir başka ilginç yönü de ailelerin tavrıyla ilgili:
Başka bazı ülkelerde evlatlarını bu tip çatışmalarda yitirenler, bir süre sonra protestolara başlıyor.
Bizde ise çok uzun süre şehit aileleri gıkını çıkarmadı. "Vatan sağ olsun" deyip acı gerçeği sineye çektiler.
Tabii bu sessizliğin bir nedeni de ailelerin, yeniçeriler tarafından gayet sıkı biçimde denetlenmesiydi.
Şehit aileleriyle yapılan bazı röportajlarda çok rahatsız edici ipuçlarına rastlıyoruz:
Bazı aileler "Benim çocuğum nasıl öldü" diye olayı sorgulamaya çalıştığında, "Sus yoksa şehit statüsünden çıkarırız, para alamazsınız" diyenler oluyormuş.
Böyle tehditlerin işe yaraması için ailenin muhtaç durumda olması gerekiyor ki bu da bizi yine "Teşvikiye sorusuna" götürüyor.
Bu aileler etkin biçimde kullanıldılar: Örneğin son olarak Açılıma karşı çıkmak üzere hükümetin üstüne salındılar.
Son zamanlarda siyasetçiler şehit cenazelerine katılamaz oldu. En hafifinden yuhalanıyorlar.
Bu protestonun komutanlara doğru genişleyeceğini tahmin edenler var.
Not: Şehitler meselesi elbette siyaset bilimi açısından da incelenmeli. "Şehitler üzerinden siyaset" diye bir durumun olduğuna ben eminim. Güçlerini kan politikasından alan odaklar yok mu?
Sabah