Hayli zamandır herkes açılmaktan bahsediyor. Gerçi tam mânâsıyla anlayamadım: kim, ne, nasıl, nerede, ne için, ne zaman açılacak? Fakat, telaffuzu bile insana hoş geliyor: Açılmak! Hele yetkililer karar veredursun, biz biraz zihin jimnastiği yapalım da açılalım.
Meselâ, insan sıkıldığı zaman şöyle bir kırlara açılır; nefes alır, açılır. Gücü dışındaki hâdiseler karşısında aczinden, zayıflığından, çâresizliğinden, hırsından ağlar; açılır. Hattâ yanında – yöresindekiler de insanı teşvîk eder: “Ağla, ağla; açılırsın.” diye…
Ayrıca, bâzıları işi inada bindirip, Antalya sâhilinden Rodos’a kadar yüzmek niyeti ve iddiâsıyla Akdeniz’e açılır; böylece siyâseten de açılır. Veyâ sandıktaki hezîmetini hazmetmek için Avrupa’ya, Amerika’ya, Çin’e, Japonya’ya uçarak da açılabilir.
Siyâsî kulvardaki temposunun kendisini finale taşıyamayacağını fark eder; mânîlerden birer birer kurtulmak için ceketi, kravatı, gömleği, pantolonu, pabucu değiştirir; dizlerine derman gelir, kasları açılır. Rakîplerini geride bırakır, açılır.
Kapalı kavanozda bozulup hava yapan konserve gibi, insanın içinde biriken sırlar, kinler, kızgınlıklar, kırgınlıklar birike – kokuşa patlama derecesinde gelmeden, kişi dost bildiği birilerine – ser verip sır vermemesi gerekirken – açılır; üzerinden batmanlarla yük kalmış gibi olur, açılır.
Gençlik iktizâsından olarak, karşı cinsten birine duyduğu hissiyâtı satırlarda, şiirlerde, mektuplarda, defterlerde biriktirmekle tahammül sınırlarını zorlar. Sonra, mahçup veya küstah bir tavırla; pusulayla, mektupla, mesajla, telefonla, yoluna çıkarak açılır; dayanılmaz mânevî yükleri kapalı tutmaktan kurtulur, açılır.
Dîninin, örfünün, millî geleneğinin îcâbı bir hayat tarzı sürmekte iken, çağdaşlık, arkadaşlık, hak ve hürriyetler, topluma ayak uydurma gibi uydurma bahânelerle – bilhassa kadınlarımız, kızlarımız – zamânın modasına uyup açılır; gün be gün ar çekirdeğinden, hayâ kabuğundan, hürmet kılıfından çıkarak kabak çiçeği gibi açılır…
Yüreklerdeki inancın tezâhürünün başlarda taşınmasını istemeyenler yasasız yasak îcâd eder; anayasa, baba asâ, buna tasa, şuna kasa fasılları açılır; ilme, irfâna açık, Hakk’a isyâna örtülü başlar iknâ – icbâr, iyilik – tehdît, vaat – vaîd yolları denenerek cebren ve hîle ile açılır. Vicdanlarda, rûhlarda, gönüllerde nice onulmaz yaralar açılır.
Dost meclislerinde, dert meclislerinde konu açılır, enine – boyuna konuşulur, dertleşilir, ağlaşılırsa da milletin meclislerinde açılamadığından iltihâp içten içe işler; kangrene dönüşür, çâresizlikten bu derde giriftâr olanlarda göz göz yaralar açılır.
Asırlık dertlere teşhîs konsa bile, çâresi bin yıllık târih ve coğrafyamızdaki tatbîkatla da denenmiş ve çok iyi netîceler alınmış olduğu halde, “Bunlar gerici demedik mi? Bakın yüz yıl öncesindeki uygulamalara dönmek istiyorlar. Koşun, gelin, tutun, asın; irticâ hortladı!” şamatasından korkanlar fikirlerini açabilseler, ancak o zaman milletimizin elini – kolunu bağlayan şu kördüğümler açılır.
Dünyanın bir köy gibi küçüldüğü, herkesin her şeyden haberdâr olduğu, fen ve tekniğin hayâtı çocuk oyuncağına döndürdüğü bir zamanda hiçbir sır gizli kalmaz, açılır. Şahıs, âile, mahalle, şehir, millet ve devlet birbiri içinde halkalar gibi genişler, açılır. Mahremiyetlere saygı kalmaz; gözlenir, dinlenir, söylenir, fâş edilir, açılır.
Devleti, gücü, parayı, silâhı, sopayı ele geçirenlerin iştihâsı kapanmaz; aksine artar, aksine açılır. Nasıl ki, sulak yerlerde çiçekler, ağaçlarla birlikte dikenler, pıtraklar, zakkumlar da biter, büyür, açılır. Öyle de, devletin, gücün, paranın, silâhın, sopanın etrâfında taraftarlar, mücâhitler, müşâhitler, müteahhitler, şakşakçılar, değnekçiler türer; çeşit çeşit dernekler, birlikler, kurumlar kurulur, açılır.
Dağlara yollar açılır. Dağlardan ovaya yollar açılır. Mezarlıklara genç yaşta yollanan vatan evlâdına duâ için avuçlar açılır. Milleti birbirine kırdırıp keyif çatanlara bedduâ için, ağlamaktan şahrem şahrem yarılmış dudaklar açılır. Halkın dînine, diline, adına, giyimine, âdetine, hayâtına müstebîdâne karışıp duran mütegallibelerden kurtuluşu müjdeleyenlere kulaklar, gözler, yürekler açılır.
Aç, açabildiğin kadar. Rusların oyuncak içinden çıkan oyuncaklardan müteşekkil matruşkaları gibi, bu mevzûlar açıldıkça açılır. Hepsi iyi, hoş, güzel, ümit verici lâkin, parolayı bilmiyorsanız bu kapı zor açılır! Parola ise bin bir gece masallarındaki Ali Baba’nın dediği gibi: “Açıl susam, açıl!” değildir, maalesef…
Büyük milletimizin bahtına vurulan bu paslı kilit, Büyük İskender’in Gordium’ün kördüğümünü açtığı yürekle, basîretle, anahtarla, milletimizin meclisinde açılır.