RisaleHaber-Haber Merkezi
Yazar Altan Tan, Özgün Duruş Gazetesinde yazdığı yazıda, Demokratik açılım için Bediüzzaman'ın hakem kabul edilmesini öneren bir yazı yazdı.
İşte Altan Tan'ın 'Bediüzzaman Said-i Nursi' başlıklı yazısı:
Geçtiğimiz hafta 23 Mart Bediüzzaman Said-i Nursi'nin ölüm yıldönümüydü. Bir hafta boyunca Türkiye'nin hemen her köşesinde Üstad'ı anma toplantıları düzenlendi. Bir kaç tanesine ben de katılma fırsatı buldum.
Katıldığım toplantılarda onlarca konuşmacı Said-i Nursi'nin risalelerinden bölümler okuyarak uzun uzadıya öğretilerini anlattı.
İslam tarihinde yüzlerce, binlerce büyük âlim var. Bu âlimlerin yazdıkları eserler bugün kütüphanelere sığmıyor.
Çocukluğumdan itibaren beni en fazla etkileyen Üstad'ın (Kürtlerin tabiriyle Seyda'nın) eserlerinden ziyade örnek şahsiyeti ve tavizsiz hayatı oldu.
Her ne hikmetse Nurcular bu örnek alınması gereken hayatı anlatacaklarına eserlerine takılıp kaldılar.
Belki de birilerinin hesabına böyle geldi.
Zaman geçtikçe bu durum öyle bir hal aldı ki derin devletle iç içe geçen Türk-İslamcılar gerçeğiyle hiç bir alakası olmayan sanal bir Bediüzzaman ürettiler.
Dedem, rahmetli babamın adını Bedii koymuş, ben de oğluma Bedii adını verdim ve Bediüzzaman'ı tanıdıkça daha da sevmeye başladım.
Çocukluğundan itibaren pervasız, adeta kellesi koltuğunda!
Yiğit, cesur ve eğilmeyen bir kişilik.
Daha 9-10 yaşlarında iken medresedeki talebelerin topluca saldırmaları üzerine, şeyhine “şeyhim, söyleyin, hep birlikte değil ikişer ikişer gelsinler” diyen bir çocuk.
15 yaşında Miran Aşireti reisi Mustafa Paşa'nın Cizre'de çadırına giderek “Zulmü bırakmazsan seni öldürürüm” diyebilen biri.
Yine o yaşlarda Doğubeyazıt'ta Ahmed-i Xani'nin türbesinde yatsı namazından sabah namazına kadar zikir ve tefekkürü...
Yüzlerce Kürt ağa, bey ve şeyhinin Sultan Abdülhamid'den “ihsan-ı şahane” dilendiği bir dönemde İstanbul'a giderek mevki, makam ve maaşı red ederek, Kürdistan'daki cehalet ve fakirliğe köklü bir çözüm bulmak için “Arapça vacip, Türkçe lazım, Kürtçe caiz” şiarıyla Van'da bir üniversite kurma talebi ve baş tacı edileceği yerde tımarhaneye atılması…
“Duydum ki İstanbul'da her işiniz rüşvet ile imiş, ben de rüşvet olarak kellemi getirdim” sözü müthiş.
Birinci Dünya Savaşı başladığında ise elinde tüfek Norşinli Şeyh Hazret ve Abdürrahim Zapsu ile birlikte Bitlis Dağlarında Ruslara karşı cihat, yaralanma ve Rusya içlerinde esaret yılları…
Günümüzün sanal salon mücahitlerine karşıt gerçek bir mücahit…
Kurtuluş Savaşı’nı ve Ankara'daki Meclisi destekleme…
Rus orduları kumandanına da Mustafa Kemal’e de eyvallah etmeme…
34 yıllık çilelerle dolu bir hapis ve sürgün hayatı…
Bugün servetleri milyonlarca doları bulan, adeta birer sultan gibi yaşayan “İslamcı” lider ve şeyhlerin aksine; hayatı boyunca kimseden bir şey istememe ve bir lokma bir hırka ile iktifa…
23 Mart 1960'ta Urfa'da vefat ettiğinde Urfa mahkemesince tespit edilen terekesinde bıraktığı bütün bir mal varlığı, bir ibrik, cübbe, saat, seccade ve birkaç lira.
Hepsi bundan ibaret.
Ve onun ısrarla kaybettirilmeye çalışılan Kürt kimliği…
Dilleri yasaklanan milyonlarca Kürt çocuğunun hissiyatına tercüman olan: “Kader bana Türkçeyi az vermiş, belki de hiç vermemiş. Dilim kalbimin lisanını iyi anlamıyor ki iyi tercümanlık etsin” feryadı.
Hayatı boyunca garipsenen Kürt kıyafeti…
Bu giyim tarzını değiştirmesini isteyenlere karşı, “Bak Acem Ağa, ben bu kıyafetimi Van Valisi Tahir Paşa'nın bin altın, hususi konak ve kızını teklif etmesine rağmen değiştirmedim” cevabı.
Kürdistan Teali Cemiyeti'nde yer alması, dönemin bütün Kürt gazetelerinde Kürtçe ve Türkçe yazılar yazması…
Meşrutiyet'in de, Cumhuriyet'in de savunucusu…
Adalete ve hürriyete âşık bir gönül ehli…
Ne bir Kürt ulusalcısı, ne de bir Kürt inkârcısı…
Kürtlerle Türklerin diğer tüm Müslüman kavimlerle birlikte eşit haklar çerçevesinde birbirlerini kandırmadan beraber yaşayacakları bir ümmet kardeşliğinin savunucusu.
Böylesine dosdoğru yiğit bir kişiliği alçak ve işbirlikçilerden başka kimler değiştirmek ve başka bir kalıba dökmek isteyebilir ki?
Ne yapsalar nafile, güneş balçıkla sıvanmıyor!
Ülkemiz bugün de çok sıkıntılı bir dönemden geçiyor.
Ortadoğu toplumlarının geleneğinde yıllarca süren kan davalarını, savaş ve çatışmaları sonlandırmak için saygın bir âlimi, şeyhi devreye sokarak barışma var.
Kürt sorununu, Alevi sorununu, Ermeni meselesini nasıl çözeceğiz diye yıllardır tartışıyoruz.
Açılımı, değişimi, demokratikleşmeyi salonlarda artistik toplantılarla sulandırmaya gerek yok.
Bugün İmam Hatip mezunu bir başbakanımız var.
Gerçekten samimi iseniz, gelin Bediüzzaman'ı hakem tayin edelim.
İnan edin pişman olmayacaksınız.
Tabii gerçekten samimi iseniz!
Allah’ın rahmet ve mağfireti Üstad’ın üzerine olsun.