Açılım için model Bediüzzaman

Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem'le yapılan röportaj

Prof. Dr. Ergun Özbudun başkanlığındaki “yeni anayasa” heyetinde yer alan Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem'le yapılan röportaj...

Elif Nur Kurtoğlu'nun haberi

Risâle-i Nur Kongresinde masa çalışmalarına katıldınız. Daha önce Risâle-i Nurları okuyor muydunuz?

Daha önceden okumuşluğum vardı, ama ben Risâle-i Nurun tümünü okumadım.

Peki, Bediüzzaman’ın görüşlerini nasıl buldunuz? Onun fikirleri günümüz problemlerine çözüm teklifi sunuyor mu?

Siyasete ilişkin görüşlerini, toplantı vesilesiyle bana gönderilen dokümanlardan okumak ve kongrede müzakere etmek suretiyle öğrenebildim. Bediüzzaman’ın, çağdaş dünyanın “hukuk devleti”, “insan hakları” ve “demokrasi” gibi siyasî değerlerine dair çok önemli görüş ve mesajlarının var olduğunu gördüm. Çağdaş konulara dair o dönemden fikirler ve görüşler beyan etmiş olması, kendisinin gerçekten önemsenmesi gereken bir isim olduğunu ortaya koymaktadır.

Demokrasi ve insan hakları açısından bakıldığında Bediüzzaman’ın bundan yüz yıl önce ileri sürmüş olduğu görüşleriyle, demokrasiyi desteklediğini görmekteyiz. Bugünkü anlamıyla telâffuz edilen demokrasi, özgürlükler ve hukukun üstünlüğü gibi kavramları bundan 80- 90 yıl önce o zamanın anlayışıyla ifade etmiştir. Kendisi hürriyeti önemseyen bir şahsiyettir. Sürekli hürriyetten yana olduğunu ifade etmiştir. Meşveretten ve meşrûtiyetten yana olduğunu ifade etmiştir. Cumhuriyetçi olduğunu söylemiştir.

Özellikle dikkatimi çeken şu oldu: Adalet-i mahza denen bir kavram var. Bu kavramla ifade edilen anlayışı savunması, bugünkü demokrasi ve insan hakları anlayışıyla bire bir örtüşüyor. Bediüzzaman, Adalet-i mahza ile devletin, milletin, umumun ya da vatanın selâmeti adına da olsa tek bir kişi hakkının feda edilemeyeceğini söylüyor. Velev ki bu hak küçük olsa dahi.

Adalet-i Mahza, bugünkü özgürlük, hukuk devleti, demokrasi anlayışının gelmiş olduğu aşamayı ifade eden bir tanımlama diye düşünüyorum. Çünkü bu düşünce, birey-devlet ilişkisi açısından düşünüldüğünde bireyi esas alan bir anlayışı işaret ediyor. Devleti ikinci plana iten, araçsallaştıran ve devleti bireylerin hizmetinde gören bir anlayışa sahip. Bu anlamda gerçekten çok önemli. Her ne hal olursa olsun, birey haklarının kutsiyetine işaret ediyor. Vatan adına, millet adına, devlet adına da olsa bu hakların feda edilemeyeceğini söylemek suretiyle özgürlüklerin önemini ve kudsiyetini vurguluyor. Devletin değil de özgürlüklerin kudsiyetine işaret etmesi gerçekten çok önemlidir. Yaşadığı dönem açısından değerlendirdiğimizde çok ileri bir adımdır. Çünkü; Osmanlı ya da Türkiye devlet algısında devletin kutsallığı esasına dayalı bir anlayış var. Devlet sürekli kutsallaştırılmış. Bunun karşısında bireyler ve vatandaşlar hep ihmal edilmiş. Hak ve özgürlükler devlet adına adeta kurban edilmiştir. Bediüzzaman’ın o dönemlerde devleti ikinci plana iten, bireyin hak ve özgürlüklerini ön plana alan bir anlayış izlemesi gerçekten çok önemsenmesi gereken bir düşüncedir.

Açılım’da Bediüzzaman’ın görüşlerinden faydalanmalı mıyız?

Demokratik açılımın önemli ayaklarından biri, sosyo-kültürel alanda yaşanan kimlik sorunlarının çözümüdür. Bu kimlik sorunlarının çözümünde sadece siyasîlerin bir niyet beyanında bulunması yeterli değildir. Tarihe ve topluma mal olmuş önemli şahsiyetlerin de bu sürece dâhil edilmek suretiyle sürecin toplum nezdinde kabul görmesi sağlanabilir. Bediüzzaman, Türkiye toplumunun çok önemli bir kesimi tarafından benimsenen sevilen sayılan bir şahsiyettir. Onun görüşlerinden bu açılım sürecinde istifade edilmesi, demokratik açılımın bu kesimlerce kabul görmesine yol açar diye düşünüyorum. Öteden beri savunduğum görüş şudur: Türkiye toplumunda herhangi sorun alanının çözülmesinin yolu, o sorunun toplumsallaştırılmasından geçiyor. Bunun yolu da toplumun kılcal damarlarına kadar ulaşan sivil toplum örgütlerinin, cemaatlerin, tarikatların bu anlamda seferber edilmesinden geçtiğidir. Eğer bir mesele topluma mal edilip çözülmek isteniyorsa, toplumda karşılığı olan dinî ve sosyolojik şahsiyetlerin, cemaatlerin, tarikatların ve sivil toplum örgütlerinin seferber edilmesi gerekir.. Ancak bunlar kanalıyla topluma nüfuz edebilmek mümkündür. Siyasî aktörlerin sorunun çözülmesi gerektiğine işaret etmesi bir sorunun çözümünde yeterli değildir. Biz bunu en fazla Kürt meselesinde yaşıyoruz. Kürt meselesinin eşit vatandaşlık anlayışı temelinde barışçıl çözümünü sağlayabilmenin yolu, bu meselenin öncelikle Türkler nezdinde yaygın kabulünden geçer. “Kürtler de Türklerin sahip olduğu benzer haklara sahip olabilmelidir” düşüncesi Türkler nezdinde yayılmaya başladıkça ancak bu sorun çözülebilir. Bu düşüncenin kabul görmesini sağlamanın yollarından en etkili olanı, bu meselenin sözünü ettiğim kesimlerce kabul görüp desteklenmesidir. Risâle-i Nur Kongresi buna hizmet ettiği için çok önemsiyorum.

Toplumun her kesimi “Demokrasi istiyoruz” diyor. Sağcısı da solcusu da, inançlısı da inançsızı da demokrasinin olmadığına dem vuruyor. Siz hukuk uzmanısınız, sizce demokrasi nedir? Herkesin demokrasi anlayışı farklı mıdır?

Elbette ki her toplumsal kesim yaşamış olduğu sorunlar ekseninde bir hak ve demokrasi talebinde bulunuyor. Bunda bir eksiklik ya da yanlışlık yoktur. Sonuçta demokrasi ve insan hakları bilinci hak mağduriyeti ekseninde gelişmektedir. Yoksa teorik olarak bu değerlerin işlevsel olduğu bilgisiyle tek başına söz konusu değerler kabul görmezler. Bunun toplumsallaşması ve toplumun bütün kesimleri tarafından içselleştirilmesi, çok büyük oranda o toplumsal kesimlerin yaşamış oldukları sorunlara çözüm üretmenin bir aracı olarak kabul etmelerinden kaynaklanıyor. Demokrasinin toplumsal sorunlara barışçıl çözüm üreten bir mekanizma oluşu da tamamen bununla ilintilidir.

Demokrasilerde her türlü düşünce şiddete bulaşmamak kaydıyla ifade edilir, örgütlenilir ve iktidar yarışına katılınır. Demokrasi budur. Farklı düşüncelere, farklı taleplere sahip olan bütün toplumsal kesimlerinin taleplerine açık bir rejimdir. Talepler muhakkak ki farklı olacaktır. İnsanî varoluşun çoğulcu niteliğinden kaynaklanan bir farklılıktır. Her toplumsal kesim, demokrasinin kendi sorunlarına çare olduğunu düşünüyor. Bu konuda herkes mutabıktır. Demokrasi bu anlamda bir araçtır. Önemli olan insanların kendi sorunlarını şiddete ve teröre bulaşmaksızın, demokratik bir zeminde ifade edebilmesi, örgütlenebilmesi ve bunların gerçekleştirilmesi doğrultusunda talepkâr olabilmesi ve iktidar yarışına da katılabilmesidir. Bu anlamda herkesin demokrasi anlayışı aynıdır; farklı olan sadece beklenti ve taleplerdir.

Yeni Asya
 

Bediüzzaman Haberleri